29 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

denebilir buna.” Büyük patronun bu işin başına getirdiği isim ise Simei adında, o güne kadar “erkek dergileri” gibi basit işler dışında pek önemli işi olmayan biridir. Simei, bu şantaj gazetesini çıkaracak kadroyu oluşturacak ve patronuna en iyi hizmeti sunacaktır. Ancak bunun dışında bir amacı daha vardır Simei’nin: Bir kitap... “Bir gazetecinin anıları, asla çıkmayacak olan bir günlük gazetenin hazırlanışıyla geçen bir yılın öyküsü. (...) Kitap benim imzamla çıkacak ve siz kitabı yazıp bitirdikten sonra ortadan kaybolacaksınız.” TAM BİR “KAYBEDEN” Simei’nin burada “siz” diye seslendiği kişi; romanın esas oğlanı Colonna. Tüm bir romanı onun gözünden izliyoruz ve aynı zamanda anlatıcımız kendisi. Colonna’nın bu gazete ve Simei’nin imzasıyla çıkacak kitap için seçilmesinin nedeni ise kahramanımızın; “Paolo Villaggio’nun Canavarımsı Kültür diye nitelediği alanda” her türlü işi yapmış olması. Çeviri, edebiyat dergilerine yazılar, gölge yazarlık, özel öğretmenlik, düzelti, hiç yayımlanmayacak romanlar için raporlar hazırlamak, tiyatro eleştirileri... Listeyi biraz daha uzatmak mümkün ancak kahramanımızın nasıl bir çemberin içinden geçtiğini görebilmek adına bu kadarı yeterli sanıyorum. Ancak Colonna’nın bir sorunu vardır. Kendisini tam bir “kaybeden” olarak tanımlar ve 50’sine gelmesine rağmen hiçbir dala tutunamamakla hayıflanır. Simei’nin çıkaracağı gazetede, yazı işleri müdürlüğüne benzer bir pozisyonda iyi paralı bir mesai, yaşamının bu ilerleyen safhasında kendisi için kaçırılmaz bir fırsattır ve Colonna da bunu değerlendirir. Ancak hikâye bu ya, işler hiç kimsenin istediği gibi gitmeyecektir. Rayında gitmeyen işler üzerinden ise Umberto Eco’ya bu yozlaşmış gazetecilik anlayışını eleştirecek özel malzemeler çıkacaktır. “MUSSOLİNİ HÂLÂ YAŞIYOR OLABİLİR Mİ?” Fakat romanın bir yüzü daha var ki bu yüzde okurlar, çok farklı bir çemberin içine daha çekiliyor. Romanın polisiye boyutu da tam bu noktada etrafımıza sarmalanmaya başlıyor. Gazete çalışanlarından birinin araştırdırdğı konu, Simei’nin çalışanlarını olduğu gibi okurları da heyecanlı bir maceraya sokuyor. Gazetecinin ardını kovaladığı soru aslında oldukça şaşırtıcı: “Benito Mussolini hâlâ yaşıyor olabilir mi?” Bu zihin bulandıran soru çevresinde araştırmalarını sürdüren gazeteci Braggadocio, karşısına çıkan duvarları bir bir yıkacak ve sorunun yanıtına ulaşabilmek için canla başla çalışacaktır. O, bu iş için çalıştıkça da bilinmeyen odaklar harekete geçecektir. 6 Haziran 1992 Cumartesi sabahı C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I saat 8’de başlayıp 11 Haziran 1992 Perşembe günü bitecek bir kaçış hikâyesi aslında Sıfır Sayı. Ancak bizi bu kaçışın ardındaki sebepler ilgilendiriyor daha çok ve Eco da okurlarının bu merakına cevap verip tüm her şeyin başlangıcı olan 6 Nisan 1992 Pazartesi gününden itibaren tüm yaşananları anlatmaya başlıyor. Eco’nun hikâyesini anlattığı bu üç aylık süre ise gizli odakların neler, kimler olduğunu anlayabilmek için bize yeterli nüveyi veriyor. İtalya’da Gladio davalarının görüldüğü yıl 1992 ve tüm dünyayı sarsan ilişkiler ağı bu davayla ortaya çıkmıştı. Sıfır Sayı da tüm kapıları açıp bu çetrefil davanın duvarına dayanıyor ve Eco, bu duvarın önünde tüm maharetin sergiliyor. Yazının başlarında şöyle demiştim: “Sıfır Sayı tam da Umberto Eco’nun kaleminden çıkabilecek bir roman.” Bunu sadece karmaşık ilişkiler ağının yönetilmesi anlamında değil, romanın içinden geçen kültürel bağlamları da kastederek dile getirmiştim. Sıfır Sayı, Milano’da geçiyor ve romanın kahramanları Milano caddelerinde boy gösterirken okurlar da o caddelerde hâlâ yaşayan tarihin, sanatın izlerini sürüyor. Bu bağlamda Sıfır Sayı, Eco’nun üzerinde topladığı tüm sıfatların hakkını verdiği bir roman. Bir diğer yandan ise Eco’nun bugüne en yakın romanı Sıfır Sayı. Daha öncesinde yayımlanmış Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi ile açtığı İkinci Dünya Savaşı defterine, farklı bir bağlamla yeni bir pencere ekliyor Eco. Tüm bunların yanında Sıfır Sayı’nın “öğretici” bir roman olduğunu da söyleyebiliriz. Bu aslında önemli edebiyat yapıtlarında pek de aranmayan hatta hoş karşılanmayan bir özellik; farkındayım ancak Eco’nun öğreticiliğinin farklı olduğunu vurgulamak gerek. Nasıl ki kötü romanlardan “bir kurmaca metnin nasıl kurulmaması gerektiğine dair” önemli dersler çıkarabiliyorsak aynı şekilde kötü gazeteciliğin bize gösterilmesiyle iyi gazeteciliğin nasıl olması gerektiğine dair de önemli saptamalara sahip oluyoruz romanla birlikte. Yani Umberto Eco, gözümüzün içine sokarak bir şey dikte etmeye kalkmıyor Sıfır Sayı’nın sınırları dahilinde. Kötü işin kötülüklerini roman kahramanları üzerinden vererek iyinin önemine vurgu yapıyor ki bunun, romanın hanesine yazılması gereken önemli bir puan olarak almak gerekir. Çünkü Eco’nun Sıfır Sayı’da adımını attığı ve roman içinde tartıştığı konular, çok yakın bir geçmişe dayanması nedeniyle yansız yaklaşılması biraz sıkıntılı. Ancak Eco’nun ustalığı işte bu noktada devreye giriyor ve üzerine konuşulması zor olan bu konuları, kıvrak hamlelerle dile getirmeyi başarabiliyor. n erayak@cumhuriyet.com.tr Sıfır Sayı/ Umberto Eco/ Çeviren: Eren Yücasan Cendey/ Doğan Kitap/ 176 s. 1340 2 2 E K İ M 2 0 1 5 n S A Y F A 1 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle