Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sennur Sezer’in ardından... Buruk sesli şair için... Sennur Sezer’i 7 Ekim 2015 günü kaybettik. Ondan geriye şarkı sözleri, çocuk şiirleri, denemeler, araştırmalar, derlemeler kaldı. Ne çok ağıt, ne çok acı, ne çok gözyaşı da... Yine sıcacık sesiyle “günaydın” diye seslenecek Sennur Sezer. “Hadi benim gülüm uyan” diyecek, ardından “Önce çayı koy ateşe/ Çaylanalım”dan sonra “Allanalım, yollanalım fabrikanın yoluna”yı dile getirecek, kendini “Afiş”e etmeden... r Gültekin EMRE dan dayatılan “muhafazakâr sanat” konusunda yakınması. Ruhi Su’nun yüz yaşını kutlarken Anadolu türkülerine yeni bir can, ruh verişini selamlaması. Enver Gökçe’ye, eremediği doksan yaşı hüznüyle seslenişi. “Yoksulduk, dünyayı sevdik,”diyen Arif Damar’ın 85’inci yaş gününü incelikli bir biçimde kutlayışı. Özdemir İnce’ye gazete yazılarını değil şiirlerini yeğlediğini belirtmesi. Ressam Komet’i şair Komet olarak da selamlayışı. Kardeş Türküler kitabı nedeniyle Ataol Behramoğlu’na çevirilerinin ne kadar önemli olduğunu söylemesi. “Eli sanata düşen, ölüm hep halk çocuklarına düşmesin diye yazan Refik Durbaş”ın 65’inci yaşını kutlayışı. HAYATA KARŞI KENDİNİ SAVUNMAK Son şiir kitabı Nidâ nedeniyle Ahmet Telli’ye, “sen 17 yaşında aramızdan koparılanlara salmışsın şiirini. Bir şarkı ya da bir marş olmaya bırakılmamış haykırışlara” deyişi. “İstanbul aslında yüreğimize yansımış bir resim Selim İleri” deyişi. Orhan Pamuk’u siyasal konulardaki suskunluğu için kibarca eleştirişi. “Ben istesem de istemesem de adınız Türkiye’yle birlikte anılacak. Bu yüzden bu ülkeye biraz ciddiyet borçlusunuz. Lütfen, genç pop yıldızlarına, dizi star adaylarına bile yakışması zor davranışlardan vazgeçin. Hiç olmazsa aldığınız ödülün ağırlığını düşünün de dünya barışıyla ilgili bir iki kelam edin” demesi. Tuğrul Tanyol’a “Şiirlerinde paramparça bir bulut var çoğunlukla. Farkındasın elbet. Her parçası bir başka biçime giriyor rüzgârda. Gülden sol anahtarına böyle değişiyor resim” diye yazması. Arife Kalender’e “Şair şiirini hangi kaynaklardan besler bilinmez. Kimi zaman zehir sayılan çiçeklerden ballar sağar, kimi zaman has bahçelerden sağdığı ballar yiyeni ağılar. Sen zehiri bal ederken kendini telef eden arılardansın” demek için kaleme sarılması. Kader Gibi Ödünç kitabı üzerine Haydar Ergülen’e “Senin şiirinin sokaklarından geçen tren, bir başka şehre götürüyor okuyanı...” diye mektubunu salışı. Ahmet Erhan’a “Sevgili Ahmet Erhan sen acılarını dile göremediğimiz yaralarını bastırıp duruyordun ellerinde, aklında gitmeyi hep ertelediğin baba evi vardı belki... Hayat dayanılmaz görünüyor şiirlerinde. Sen acıların şairisin, yenilginin” diye yazması, nasıl unutulur?.. Şairler de mektup gibidir yazılırlar mektuplara sığmasalar da. Ama onlar için yazılır ve bir mektup gibi de saklanır yazılanlar. Şiirleri şarkı olur, güldestelerde başka şairlerle kola kola girerler; hayata karşı kendilerini savunurlar şairlerinin dünyasını paylaşarak. Yine sıcacık sesiyle “günaydın” diye seslenecek Sennur Sezer. “Hadi benim gülüm uyan” diyecek, ardından “Önce çayı koy ateşe/ Çaylanalım”dan sonra “Allanalım, yollanalım fabrikanın yoluna”yı dile getirecek kendini afiş etmeden... n K İ T A P S A Y I 1339 esimi Arıyorum (1982) dediğinde otuz dokuz yaşındadır Sennur Sezer. Sesini bulana kadar Gecekondu’da (1964), Yasaklar’da (1966), Direnç’te (1977) toplamıştır şiirlerini kendinde birike birike. Şiirinin sesini bulmuş, kendi kanalını oluşturmuş, yolunu iyice belirginleştirmiştir artık. Onun şiiri kapalı kapılar ardında değildir, hiçbir zaman da olmadı. Onun dizeleri sokakları dolduran çalışanlarla, meydanlara sığmayan gösterilerle, fabrikalardaki makine gürültüleriyle, dokuma tezgâhlarına damlayan alın teriyle, madencilerin kapkara suratlarıyla, dar gelirlilerin boş fileleriyle, ev içlerinde yaşananlarla, avlularda biriken acılarla ve kadınların yaslı dünyalarıyla iç içedir. Ekmek ya da emek, “tuz, kitap ve şeker”den oluşan bir üçgeninin parçası olmuştur yaşamı boyunca. Sesini kalınlaştırmak, derinleştirmek için “Bir doğum çığlığı gibi kaçınılmaz” bir ses aramıştır ömrü boyunca. Bir de Gerçeğin Masalı’nın (1979) ya da masalın gerçeğinin hayattan kopmadan sesi soluğu. Çünkü o, “Kazıyarak apartmanları/ Bakmak istiyorum yüzünüze” diyor. Çünkü o, “Örttükçe sesimi afişler/ Aşkı düşünüyorum/ Kazıyarak şiiri” diye sesleniyor. Kadınların sesi soluğudur da şiirleri, “akşam duaları” da. Çünkü seçilemeyen “Yaşamanın çizgileri”ni seçilir kılmaya adamıştır kendisini. MEKTUPLAR, SESLENİŞLER... Kirlenen bir dünyayı aklayıp paklamak kolay mı? Değil elbette. Çünkü “Eksik sözcüklerle yazılıyor şiir.” Çünkü “Eksik duygularla yazılıyor S A Y F A 6 n 1 5 S şiir.” Her şeyiyle kirlenen dünyada şiir nasıl temiz kalsın? Çünkü “Sözcüklerin tınısı yok. Hışırdamıyor. Karşılıksız ve kalp.” Onun için şairin yüreği “kıskanacağı şiirler” ister. Akşam Haberleri’ni (2011) çoğumuz dinlemiyor artık. Haberler ürkütüyor, korkutuyor, aptallaştırıyor, sinirleri bozuyor. İktidarın borazanlığını yapan yalan haberlerin bombardımanından ancak televizyonu kapatarak da kurtulmak olası değil. Sokak, medya, gazeteciler, halkımız; hepsi baskı altında. Siperde gibi yaşıyoruz başımızı kuma gömsek de gömmesek de. Dünya kirlendi ama o ve şiiri hep tertemiz kaldı. “Buruk Acı” kaldı ardından Sennur Sezer’in. Şarkı sözleri, çocuk şiirleri, denemeler, araştırmalar, derlemeler... Ne çok ağıt, ne çok acı, ne çok gözyaşı da ve mektubun unutulmaya başlandığı dönemde yaşıyoruz acılar, ağıtlar örtülmeye çalışıldıkça. Oysa Sennur Sezer, her Perşembe şairlere, sanatçılara, şiirleri kadar içten, yalın mektuplar yazdı. Perşembe Mektupları, mektubun ötesinde aynı zamanda büyük bir kültürsanat tarihi. Her mektubun yazılmasını gerektiren bir neden var. Mektuplar, kuru değil, yazılan kişiyle söyleşiyor sanki Sennur Sezer, öylesine yumuşak, sevecen, saygılı, vefa yüklü. Örneğin Mehmet Akif’e “başörtü” meselesinde sahip çıkan “muhafazakârlar”ın bilmediği bir şey söylüyor: “Oysa ben sizi kadın hakları koruyucusu olarak sevdim. Kızının başı açık oluşuna karışmayan bir baba olduğunuz için. Hele iki eşle ilgili sözleriniz, kadının ev kölesi oluşuna karşı çıkışınız. Bu karşı çıkışınıza Müslümanların kutsal kitabını şahit göstermeniz.” Ya Yaşar Nezihe’nin “Türkiye’nin ilk sosyalist işçi şairi” olmadığı yalanına, karalamasına karşı çıkışı? Sait Faik’e yazdığı, o çok sevdiği İstanbul’un nasıl yağmalandığını, değiştiğini, tadının tuzunun iyice kaçtığını anlatan mektubu... Cevdet Kudret’e, günümüzde iktidar tarafın Sennur Sezer’le Adnan Özyalçıner ayrılmaz bir ikiliydi; hem üretim anlamında hem de hayatta... E K İ M 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T Fotoğraflar: Kadir İNCESU