29 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sibel K. Türker’den “Mecnun Kelebekler” Delilik ve travmanın kol gezdiği ülkede... Sibel K. Türker’in yeni romanı “Mecnun Kelebekler” bizden bahsediyor. Yazarın girdiği dünya bizim dünyamız, ayaklarını bastığı topraklar bizim topraklarımız, konuştuğu dil bizim dilimiz olsa da her şey roman evreninde bambaşka bir hale geliyor. Travma ve delilik sınırında kol gezen insanların yaşadığı ülkede, alt sınıfın çarpıcı bir manzarasını sunuyor Türker. r Eray AK evgili Arsız Ölüm’ün, Latife Tekin’i tanımamızı sağlayan roman olmasının yanında, edebiyatımız açısından bir başka önemli yanı daha var. 1983’te yayımlanan roman, köyden kente göç etmiş bir geniş ailenin yaşamına, küçük bir kızın gözlerinden odaklanıyordu ve bu yaşamı anlatırken öyle bir üslup tutturmuştu ki yazar, Tekin’in Türkçeye büyülü gerçekçiliğin tohumlarını saçtığı yorumları yapıldı. Masalsı bir atmosfer, okuyanı içine alan bir düş dünyası kurmuştu Sevgili Arsız Ölüm’de Latife Tekin ve bunlara, dönemin derin toplumsal kırılmalarını eklemişti. Tam da bu nedenle Latife Tekin’in, Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’la açtığı yoldan ilerlediği söylenmişti. Gabriel Garcia Marquez Yüzyıllık Yalnızlık’ta, o güne kadar görülmemiş bir roman evreninde, gerçeğin içine çekmişti okurları. Çocukluk günlerinden, ninesinden dinlediklerinden, rüzgârda uçan insanlardan bambaşka bir Kolombiya tarihiydi anlattığı ve bu anlattıklarına herkes şaşırmıştı çünkü o güne kadar ne öyle bir dünya yansımıştı edebiyata ne de öyle insanlar. Oysa Marquez; “kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız” diyerek bu büyülü dünyanın bizim dokunmadığımız hayatlarda nasıl var olduğunu açık seçik beyan ediyordu. Yine Marquez’den dökülen şu cümleler, bahsetmek istediğimi daha sağlam bir zemine oturtma noktasında bana yardımcı olacak: “Bu romanı büyük bir dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım.” Latife Tekin de Sevgili Arsız Ölüm’le tıpkı Marquez gibi çocukluk günlerini ardında bırakmıştı. Kendi yaşamıyla beslediği bu roman, edebiyatımız adına ise şaşkınlıkla karşılanmıştı. “Sedirlerin altında cinlerle oynaşırken okumayı, yazmayı öğrenen”, “onların derneğine giren”, düğünlerine giden”, “dillerini ve oyunlarını öğrenen” LatiS A Y F A 4 n 1 5 S Alabildiğine renkli bir dünya kurmuş Sibel K. Türker Mecnun Kelebekler’de. İşin güzel ve çekici yanını ise yazarın, bu renkli dünyayı karanlıklar içinde var edebilmesi. Roman, çekiciliğini bu tezat durumdan ve ironisini kendi oluşturan yapısından kazanıyor büyük oranda. fe Tekin için durum belki Marquez’de olduğu gibi doğaldı ama böylesi bir yaşayışa dokunmayanlar, havasını solumayanlar için elbette şaşılasıydı. Üstelik içinden Türkiye’nin bir dönemini yansıtan toplumsal kırılmalar olduğu halde... GERÇEĞİN BÜYÜLÜ TARAFI Sibel K. Türker’in yeni romanı Mecnun Kelebekler’i okurken dolaşıyor Latife Tekin ve Marquez hakkında hemen yukarıda okuduğunuz cümleler. Bunu, Sibel K. Türker yeni romanında Tekin ve Marquez’in dünyalarına öykünmüş, benzer bir roman ortaya çıkarmak istemiş şeklinde alımlamamak gerek. Çünkü Mecnun Kelebekler, her ne kadar bunları düşündürüyorsa da kendi yönünü ve yörüngesini de biçimlendirebilmiş bir roman aynı zamanda. Mecnun Kelebekler’in, farklı coğrafyalarda büyülü gerçekçiliğin temellerini atmış romanları hatırlatmasının sebebini ise toplumsal kırılmaları kendi içinde yarattığı özgün bir masalsılıkla yansıtmasında arayabiliriz. Türker büyülü gerçekçi bir roman yazmış diyemeyiz ama gerçeğin büyülü tarafından bakmanın, bazen ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor bir yandan Mecnun Kelebekler bize. E K İ M 2 0 1 5 Her ne kadar yazarın yeni kitabında içine girdiği dünya bizim dünyamız, ayaklarını bastığı topraklar bizim topraklarımız, konuştuğu dil bizim dilimiz olsa da roman evreninde bambaşka bir hale geliyorlar. Tekin ve Marquez’in romanlarındaki gibi öne çıkmış kayda değer otobiyografik bir katmanı var mı Mecnun Kelebekler’in bilemeyiz ama biyografik bir zemini olduğu açık. Sibel K. Türker, bugünün Türkiyesi’nin biyografisini çıkarıyor adeta kendine has, yaratıcı üslubuyla bu yeni romanında. Hayal gücü canavarını yaşatmaya çalışan her edebiyat veriminden bu beklenir elbette ama Mecnun Kelebekler farklılığını hem başka bir dünyadan ses veriyormuşçasına yaratılmış üslubu hem de Türker’in yazın yolculuğunda tuttuğu yerden alıyor. Kitap arkasına da konmuş ifadeyle “Mecnun Kelebekler, başka romanlara benzemiyor, Sibel K. Türker’in bugüne dek yazdığı romanlara da benzemiyor.” “RENKLİ” BİR DÜNYA Alabildiğine renkli bir dünya kurmuş Sibel K. Türker Mecnun Kelebekler’de. İşin güzel ve çekici yanı ise yazarın, bu renkli dünyayı karanlıklar içinde var edebilmesi. Roman, çekiciliğini bu tezat durumdan ve ironisini kendi oluşturan yapısından kazanıyor büyük oranda. Gözleri görmeyen Ferhat’ın kolundan tutup anlattıklarıyla ister hayali, ister gerçek olsun yaşamına renk olmuş Cemal; evlere temizliğe giderek yaşamını sürdürmeye çalışan ve kocasından ayrıldıktan sonra nafakası ödenmediği için faturasını ödeyemediğinden elektiriği kesilerek karanlıkta kalan, aydınlığı arama umuduysa hep yarınlara kalan Filiz; karanlık bedeninin altında farklı bir aydınlık taşıyan Ferhat’ın annesi falcı Vedia; anesiyle beraber sürdürdüğü yaşamında karanlığa alışsa da bir aşkla aydınlığı arayan ve kasiyerlik yaparak eve katkı sağlamaya çalışan Nilay; aydınlığı kendi içinde yakalasa da kendisini bile isteye karanlığa taşıyan, cebindeki akreple oldukça barışık Filiz’in kocası, Nilay’ın babası İsmet ve ülkedeki karanlığı delmek için çabalasa da bu karanlığın hem hamisi hem düşmanı konumundaki Cumhur Reis... Tüm kahramanlar tıpkı hayat gibi zıtlıklarıyla var oluyor romanda. Karanlık ve aydınlığın birbirine dokunduğu noktada ise Sibel K. Türker, romanını var etmeye çalışıyor. Kahramanların birbirleriyle hiç durmayan renkli ilişkisi, Türker’in yaratıcı kalemine aynı renklilikte yansıyor. Ayrıca belirtmekte yarar var: Ne kadar iç içe olsa da bir o kadar ayrı dünyalar hepsi. Cumhur Reis dışındaki tüm kahramanlar alt sınıf çevresinde dönüp dolaşıyor. Batıl ve gerçek arasında kalmış insanların hikâyesi Mecnun Kelebekler bir diğer bağlamıyla çünkü alt sınıf arasındaki insanların inanışları tüm ruhuyla katılıyor romana. Cumhur Reis ise tebdil kıyafet ile insanların arasına girerek halkın nabzını tutmaya çalışıyor. Görüdüğü manzara: Açık havada gaz odası haline dönüşmüş bir Türkiye. Diğer kahramanlarımız, bu Türkiye’nin içinde kıyametlerini beklemekete... Diğer kahramanlar deyip geçmemek gerek aslında çünkü her biri, kendi başına bir romanın başkahramanı olacak derinlikte çizilmiş yazarı tarafından. Bu da Mecnun Kelebekler’in en değerli yanlarından birisini meydana getiriyor. Onlarca hikâyeyle farklı kollardan beslenerek büyüyen zengin bir roman dünyası kuruyor kendine Sibel K. Türker Mecnun Kelebekler’de. Mecnun Kelebekler’in dili ise travma ve delilik sınırına dayanmış kahramanlarının aksine gittikçe yükselen ince bir mizah duygusuyla örülü. Türker bu bağlamda, sadece ülkenin geçtiği toplumsal zorlukların kimyasını taşımıyor romanına; ülke insanlarının ruh halleri de net biçimde yansıyor. Bir düşünün; biz de delilik ve travmalar arasında süzülüp giderken akıl sağlımızı korumak için dönmüyor muyuz mizaha? Türker, yarattığı roman diliyle bunu tekrar hatırlatıyor bize. n erayak@cumhuriyet.com.tr Mecnun Kelebekler/ Sibel K. Türker/ Can Yayınları/ 328 s. K İ T A P S A Y I 1339 C U M H U R İ Y E T Fotoğraf: Necati SAVAŞ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle