25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Giray Kemer’den “Olaylar Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı” Gençlik başımda Fotoğraf: Vedat ARIK duman hikâyeleri içmeler ve kavgalar hem içe kaçışın ve hem de hüznün isyan halinin en güzel ifade biçimidir ona göre. İstesek yazarın “serseri” jargonundan ve anlatımlarından yola çıkıp bütün bu kaçışların sistemle bağlantısını kurabilir ve öykülerin alt metninde aslında sistemin insanlar üzerinde yarattığı bunalımın sosyolojik ya da politik izlerini sürebiliriz. Ama Giray Kemer denizin üstündeki köpük misali düz ve içinden geldiği gibi anlatımıyla Witgenstein’in “dünya olduğu gibi olandır” sözünü hatırlatırcasına buna hiç gerek olmadığını imlemektedir biz okurlara. Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki Giray Kemer’in kitabında bir sıcaklık ve samimiyet var. Hani, klişe olacak ama hayata dair karşılaşılabilecek ne varsa, onları tumturaklı büyük bir söyleve ve söyleme kaçmadan, caka satmadan; anlatılan hikayeler can sıkıcı bir bunalımla hemhal olsa da okuyanı sıkmadan ve bunaltmadan, keyifle okunabilir bir halde yazmış. Yazarın kendi yaşanmışlığını, deneyimlerini, bunalım ve hezeyanlarını anlattığı bu tür tutku ve duyguların ağırlıkta olduğu iç metinlerde genellikle okurda, “bunlar beni niye ilgilendirsin ki?” benzeri, çoğu zaman haklı ve meşru serzenişler olur. Okurla yazar arasındaki bu ezeli paradoks ince bir çizgidir ve o çizginin sınırlarını bu tür metinleri kuran ve yazan yazarlar belirler. Giray “Olaylar Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı”, jargonu uçarı ve serseri ama soluğu ve dimağı naif, edebiyatı samimi bir öykü kitabı. r Bülent YILDIZ ilenyum kuşağının edebiyat söz konusu olduğunda ilginç bir soluğu var. Buna anlatımda yüzeysel ama nihilizmi öngören, kitsch olmaktan kendine ait bir değer yaratarak kurtulmuş, şahsına münhasır edebi bir paradigma diyebiliriz. Merkezinde yoğun duygu durumlarının, tutkuların, ele avuca sığmayan aidiyetsiz bir varoluşun bulunduğu; yalnızca yazanın derinlerde bir yerde yaşadığı yıkıcı duygulardan beslenen, büyük bir çoğunlukla yaşanmışlıkların düz, yüzeysel ve retoriğe kaçmadan, “edebiyat” yapmadan anlatıldığı bir edebi paradigma bu. Bir anlamıyla kaçış edebiyatı diyebiliriz buna. Yazarın yalnızca kendini ilgilendiren sorunlardan, yaşadığı yabancılaşmadan, sistemin tüketici yanından ve bunalımlardan yazarak içe doğru bir kaçış (kurtulma) ya da arınma (korunma) bu edebi eylemin içeriğini; yitik ama kendini bilen, farkındalık düzeyi yüksek “uçarı ve serseri” bir jargon bu edebi eylemin biçimsel dinamiğini oluşturuyor. Dünya böyle bir edebi paradigmaya elbette aşina. 60’ların Beat kuşağı ya da 18.yy Almanyası’nda karşımıza çıkan Sturm und Drang hareketi bir yönüyle bu edebi varoluşun soy kütüğünü oluşturuyor. Beat kuşağının ebedi anlamda Heidegger’den Sartre’a, Nietzsche’den Camus’ya ve belli oranda Dostoyevski’ye dayanan varoluşçu özünün, müzikal anlamda karşılığı The Doors, Beatles, Jim Morrison ve Rolling Stones olduğunu söyleyebiliriz. Bütün bunların Sturm und Drang’ın genç Werther’iyle bir akrabalık ilişkisi olduğunu da söyleyebiliriz. ENTELEKTÜEL KROŞE Böyle bir girizgâhın müsebbibi, Giray Kemer’in Olaylar Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı öykü kitabı. Üniversite öğrencisi, entelektüel, müzik tutkunu, yazmayı seven ve sevgilisinden ayrılmış hüzünlü ama uçarı bir boksörün hayattan, bunalımlardan kaçışına; bir anlamıyla milenyumun yeni genç Wertherlerinin acılarına, hüzünlerine okuru tanık eden içe dönük öykülerle dolu Giray Kemer’in kitabı. Bir yönüyle gençlik başımda duman ilk aşkım ilk heyecan tadındaki kitapta sevgilisi tarafından terk edilen Werthervari boksör, bunalımını ot, sigara ve içki içerek; tutkusunu ve heyecanını Nick Cave, Springsteen, Doors, arada Müslüm Gürses ve Orhan Gencebay dinleyerek; öfkesini ise kavga ve boks ile manipüle etmeye çalışır. Bütün bu şarkılar, C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I M Kemer’in öykülerinde bu türden bir serzenişe kapılmıyor olmamızın önemli nedenlerinden biri, aslında çoğumuzun öyle ya da böyle yaşadığı hüzün, mutluluk, kaçış ve bunalımlarımızın bam teline dokunup, bizle hemhal olmasıdır. Hatta belki en önemli nedeni, bizle hemhal olurken bu durumları yaşayan karakterin de tıpkı bizler gibi bu problemleri çözememesi ve sürekli tökezlemesidir. Birbirleriyle ilintili, devamlılığı olan öykülerin tümü kendi başına okunabilir bir niteliğe de sahip. Tek tek okunduğunda öyküden çok bir nevi kendiyle dertleşme anlamında günlük hissi yaratsa da genelde ve başlıkları görmezden geldiğimizde, pekâlâ uzun bir öykü olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Olaylar Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı, jargonu “uçarı ve serseri” ama soluğu ve dimağı naif, edebiyatı samimi, kroşesi entelektüel bir öykü kitabı. Milenyum gençliği edebiyatının haleti ruhiyesi de başka türlü anlatılamazdı zaten. n Olaylar Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı/ Giray Kemer/ İletişim Yayınları/ 92 s. Herman Melville’den “Kâtip Bartleby” Yapmamayı tercih etmek Okurla ilk kez 1856’da buluşan ancak yazarın ölümünden yaklaşık yirmi yıl sonra değeri anlaşılan “Kâtip Bartleby”, bugün modern Amerikan edebiyatının başeserlerinden biri olarak kabul görüyor. r Elif ŞAHİN HAMİDİ merikalı yazar Herman Melville’i o meşhur eseri Moby Dick’le hatırlar, anarız daha çok. İlk yayımlandığında hiçbir ilgi görmeyen, eleştirmenlerce çokça eleştirilen ne ki sonradan edebiyat tarihinin en mükemmel romanı payesini elde eden Moby Dick. Oysa Moby Dick kadar nam salmasa da en az onun kadar kıymetli bir eseri daha var Melville’in Katip Bartleby. Melville, on dokuzuncu yüzyılda kaleme aldığı ironi yüklü eşsiz eseri Kâtip Bartleby’de düzene başkaldıran, sıra dışı, uyumsuz ve pasif direnişin sembolü sayılabilecek bir anti kahraman yarattı. Romana da ismini veren Kâtip Bartleby, her ne kadar sıradan, silik bir kişilik olsa da adeta bir hiç gibi mütemadiyen tekrarladığı o varoluşsal repliğiyle hayli karizmatik bir karaktere dönüşüyor okurun gözünde. Bartleby’nin görevi, Wall Street’teki bir mühürdarlık bürosunda hukuki belgeleri kopya etmek. Öyle ağır bir iş değil hani. Bir kâtip işte kendisi... Ama gelin görün ki kendisine verilen görevleri asla yerine getirmiyor; patrona ve elbette sisteme karşı büyük bir direniş sergiliyor! Yerine getirmesi istenen her iş karşısında “Yapmamayı tercih ederim” diyor bu uyumsuz kâtip. Ha sanmayın ki beceriksiz bir adam ya da elinden bir iş gelmiyor. Başlangıçta deliler gibi çalışıyor. Bu minik romanda tüm hikâyeyi, büronun sahibi olan avukattan yani patrondan dinliyoruz ve Bartleby’nin bürodaki ilk günlerine dair şöyle diyor anlatıcımız: “İlk başta, Bartleby inanılmaz miktarda yazdı. Uzun zamandır yazmak için yanıp tutuşmuşçasına belgelerime saldırıyordu. Hiç durup dinlenmedi. Gece gündüz çalıştı, mum ışığında yazdı da yazdı.” Donuk donuk, makine gibi yazıyordu. Ama gün oldu devran döndü; o hareketsiz, o soluk benizli Bartleby, patronunu dumura uğrattı, dehşete düşürdü. Alt tarafı küçücük bir belgeyi birlikte kontrol etmeyi istemişti patronu Bartleby’den. Ama ne dese beğenirsiniz bu sıra dışı kâtip? “Paravanın arkasında oturduğu yerden son derece yumuşak ama kararlı bir sesle ‘yapmamayı tercih ederim” diyordu! Bu durumda patronun yaşadığı dehşeti düşünün artık ve bu daha başlangıçtı; bundan böyle tercihini hep yapmamaktan yana kullanacaktı Kâtip Bartleby… Öyle ki sistemin bir çıbanbaşı olarak gördüğü Bartleby, tıkıldığı hapishanede tek kişilik bir açlık grevi yapacak ve böylece orada bile itaat etmemeyi tercih edecekti! JeanPaul Sartre’ın dediği gibi “Her seçiş bir vazgeçiş.” Tercihleri ve seçimleriyle var olur insanoğlu. Bir insanın hayata bakışını, durduğu noktayı ele verir tercihleri. Bazı şeyleri yapmayı ya da yapmamayı seçeriz ve bu seçimimiz doğrultusunda “bağzı” şeylere sırtımızı dönmüş oluruz. Lakin “Yapmamayı tercih ederim” demek öyle kolay değil. Elbet biraz yürek ister, düzene karşı gelmeyi ve biraz Bartleby olmayı gerektirir. Kimileyin ölümü bile göze almayı gerektiren meşakkatli bir tercih velhasıl… Herman Melville’in Katip Bartleby’si, işte bunu yapıyor; ölümü pahasına bile olsa “yapmamayı tercih ediyor” ömrü boyunca. Kapitalizmin başkenti Amerika’nın tüm dünyaya hükmeden, her bir insanı köleleştiren üssü Wall Street’teki büroda, bu sistemin çarkını döndürmemek adına sessiz ama kararlı bir itiraz, isyan ve direniş sergiliyor Bartleby. Bu “küçücük birey”, sürüden ayrılmayı tercih ediyor, yapmamayı tercih ediyor. Melville’in, roman kahramanı Bartleby’ye söylettiği “yapmamayı tercih ederim!” cümlesi; Kafka’dan, Beckett, Derrida ve Deleuze’e kadar pek çok yazarın, filozofun, entelektüelin yazınını etkiledi. Melville’in yarattığı düzen ve sistem karşıtı, sıra dışı, uyumsuz, yalnız ve her daim protestocu kahramanı Bartleby ve o unutulmaz repliği şu günlerde bir kez daha anlam kazandı diye düşünüyorum. On dokuzuncu yüzyıl vahşi kapitalizminin hüküm sürdüğü Soma’daki katliamdan sağ çıkmayı başaran madencilerin de birer Bartleby olabilmesini, “tekrar o madene inmemeyi tercih ediyorum” diyebilmesini diliyorum. Yapmak ya da yapmamayı tercih etmek; işte bütün mesele bu!. Ama öyle kolay değil. “Ah Bartleby! Ah insanlık!..” n Kâtip Bartleby/ Herman Melville/ Çeviren: İlknur Özdemir/ Kırmızı Kedi Yayınları/ 80 s. A 1275 24 TEMMUZ 2014 n S A Y F A 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle