Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Nilüfer Açıkalın’ın ilk romanı: “Karanlıkta Çok Güzelim” Oyuncu ve yazar Nilüfer Açıkalın, bugüne kadar yayımlanan dokuz öykü kitabının ardından, şimdi bir romanla okur karşısında: “Karanlıkta Çok Güzelim”. Açıkalın bu ilk romanında, yalnız bir genç kadının, bir sinema filmi çekimi için şehirden taşraya uzanmasıyla birlikte, tekrardan can bulma ve yaşama tutunma hikâyesini anlatıyor. Roman, edebiyatta bugüne kadar çok işlenmemiş kamera arkası dünyasından bir kesit sunmasıyla da dikkat çekiyor. Ayrıca bir oyuncunun gözünden bugünün siyasal ve sosyal ortamına önemli bir bakış “Karanlıkta Çok Güzelim”. r Eray AK ilüfer Açıkalın adını birçok yerden hatırlıyoruz. Televizyon için yaptığı işler ve rol aldığı filmleri bir yana, yayımladığı dokuz öykü kitabıyla da uzun zamandır edebiyat dünyasının içinde aynı zamanda. Açıkalın, dokuz öykü kitabından sonra şimdi de bir romanla çıktı okurların karşısına: Karanlıkta Çok Güzelim. Bu, aynı zamanda Açıkalın’ın ilk romanı. Her ne kadar kitap heyecanını bugüne kadar dokuz kez yaşasa da ilk roman heyecanı Açıkalın için de başka olsa gerek. Karanlıkta Çok Güzelim bir ilk roman ama ilk romanlarda genellikle karşımıza çıkan aksamalardan uzak olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Bunu; Açıkalın’ın kotardığı kurguya, roman boyunca tutturduğu dile ve içine girdiği dünyaları aydınlattığı detaylı portrelerine dayanarak öne sürmek mümkün. Her ne kadar yabancısı olmadığımız bir “yalnız kadın” hikâyesi anlatsa da yazar, sonrasında kahramanını sürüklediği dünyalarla bu klişe diyarından uzaklaşıyor. Romanı farklı kılan yanlardan en önemlisi de bu zaten. Açıkalın bir yalnız kadın hikâyesinden, sinema dünyasının, edebiyatta aslında yeteri kadar işlenmemiş kamera arkası dünyasına götürüyor bizi. Bunu yaparken de soysal ve siyasal birçok yarayı kaşırken, dilde zaman zaman yakaladığı şiirselliğiyle gerçek anlamıyla bir roman evreninin içine davet ediyor. Şehrin boğucu yalnızlığından taşranın S A Y F A 6 n 1 0 otobüs biletini ikiye bölüp yol aldığımız o günlerden beri hayatımda Figan.” Solmaz her ne kadar yaşadığı kayıplarla birlikte kendine gömüldüyse Figan bir o kadar dışa açık, hayat arsızı bir tip olarak çizilmiş yazar tarfından. Buna bağlı olarak da Solmaz’ı kendine getirmek, tekrar yaşama tutunmasını sağlamak için canla başla mücadele veriyor. Ancak Figan’ın bir yerde çakılı kalması mümkün değil. Özgürlüğün, yeni maceraların peşinden gitmesi gerek. Tam da karakterine uygun olarak âşık olup yurtdışına yerleşecek Figan. Aralarındaki bağ hiçbir zaman kopmayacak olsa da Solmaz’ı koca şehirde bir başına bırakacak. Roman bu noktadan sonra ise bir kırılama yaşıyor ve Solmaz’ın eski günleri bulmak için gezdiği sokaklarda şans eseri kendini “film piyasasının” içinde, önce figüran sonra da prodüksiyon elemanı olarak bulmasıyla İstanbul’dan, Mardin’in ıssız bir köyüne çeviriyor rotasını. KAMERA ARKASI... Bu sadece romanın atmosferi açısından değil her bakımdan bir kırılma. Özellikle de samimiyet ve duygu dünyası açısından... Solmaz, o güne kadar adını, namını duyduğu topraklara ayak basmasıyla sadece televizyondan izlediği, hikâyesini duyduğu birçok olayı, yerinden gözlemleme fırsatı bulur. Fırsat buldukça yüzleşir, yüzleştikçe açılır, açıldıkça bambaşka bir Solmaz çıkar ortaya. Bunda, içinde bulunduğu ekibin de katkısı büyük kuşkusuz ama Solmaz’ı kendine getiren toprakların kendisidir aslında. Sadece Solmaz açısından da değil, romanın sosyal dokunuşlarının önemli bir yükünü de sırtlıyor Mardin toprakları ama Açıkalın anlatmak istediklerinin farkında ve Solmaz’ı bu diyarda gezdirdiği süreçte, daha çok kamerası arkası dünyaya ve kahramanımızın yaşadığı dönüşüme odaklanıyor. Bu dönüşümde ise aşk önemli bir rol alıyor. Ama bu aşk da tam Solmaz’a göre olacak: Kırık bir aşk... Olayın diğer boyutuna, kamera arkasına geldiğimizde ise sinemanın nasıl ciddi bir emekten doğduğunu gösteriyor bize yazar. Bunun yanında aynı kertede eğlenceli... Romanın o hüzün atmosferi Solmaz’ın prodüksiyon elemanı olarak çekilecek filmin içinde bulunmasıyla dağılıyor. Ayrıca yönetmen başta olmak üzere “karikatür tipler”, Karanlıkta Çok Güzelim’in bu neşeli diyebileceğimiz havasını besliyor. Açıkalın’ın çizdiği bu tipler üzerinde biraz daha durmakta fayda var çünkü romanın, bir oyuncunun kaleminden çıktığını hatırlarsak içeriden bir gözlemle doğmuş olduklarını da anlarız bu tiplerin. Yönetmen ve oyuncuların şişkin egoları arasında Solmaz’ın kendini bulmasıyla yaptığı çıkışları ise yine bu şişkin egolara küçük parantezlerle açılmış eleştiriler olarak almak mümkün. Tüm bu devinimiyle her ne kadar hüznü bir tortu olarak her aşamasında içinde barındırsa da kendini okutan bir ilk roman Karanlıkta Çok Güzelim. n e.erayak@gmail.com Karanlıkta Çok Güzelim/ Nilüfer Açıkalın/ Doğan Kitap/ 324 s. K İ T A P S A Y I 1273 Bir genç kadının yalnızlıkla imtihanı kendine has samimiyetine akan bir doğrultuda ilerliyor hikâye. Kahramanı da buna bağlı olarak bir değişimin içinden geçiyor. Şehirde en “küskün” halleriyle izlediğimiz insan, taşrada içine girdiği dünyayla birlikte bambaşka biri hâline dönüşüyor. Bunu da bir anlamda sinema sağlıyor. Konuya buradan bakınca birbirinden bağımsız birçok değişkenin anlamsız bütünlüğü gibi görünebilir ama Açıkalın, bu farklı uçları aynı potada eritmeyi başarıyor. Şimdi daha fazla etrafta dolaşmadan romanın merkezine doğru bir adım daha atalım. İKİ AYRI ROTA, İKİ AYRI KADIN Kahramanımızın adı Solmaz Korkmaz. İsmiyle müsemma derler ya hani gerçekten öyle. Geçirdiği onca badireye karşın hâlâ ayakta kalmaya çalışıyor. Biraz bedbin olsa bile yaşamı ucundan da olsa yakalama uğraşında. Okuyor, yazıyor, çok arkadaşı yok ama bir tanesi ona yetiyor. Anne babasını ve yirmi iki yaşına gelene kadarki zamanda tutunduğu tek aşkını bir gecede kaybediyor. Anne babasını trafik kazasında, aşkını ise bir kumsalda, başka bir genç kadının kollarında… Bir de üstüne ailesinden kalan evi satarak elde ettiği tüm parayı hiç tanımadığı birine vermesi var ki bu aslında Solmaz’ı tanıma ve anlama noktasında kilit bir yerde duruyor. Yaşamdan uçuk bir beklentisi olmadığı için “yaşayacağı kadar” para ve yiyecekle ömrünü tüketiyor Solmaz. Bu nedenle de fazladan gelmiş herhangi bir miktarda para onu ne mutlu ne de mutsuz ediyor. Solmaz Korkmaz’ın 2 0 1 4 N yaşamından bir kesiti izleyeceğimiz bu macerasına da nesne olarak paraya duyarsızlığı, hikâyenin bambaşka bir yöne evrilmesine ön ayak olacak. Bunun dışında ise Solmaz Korkmaz’ın paraya karşı bu duyarsızlığının, günümüzün, gözlerini para hırsı bürümüş kapital bağımlılarına bir anlamda tepki olarak doğduğunu söylemek aşırıyoruma girmez sanırım. Solmaz Korkmaz’ın dünyasında, ailesi ve sevgilisinin bıraktığı derin boşluğu dolduracak tek insan ise Figan. Figan’la dostlukları da üniversite yıllarından: “İstanbul’un en güzel üniversitesinin o dillere destan Hergele Meydanı’nda, kimya labratuvarına inen merdivenlerin köşesi bizimken bir zamanlar ve bunu ikimizden başka kimse bilmezken, kumanyalarımızın yarısını ders çalışmakla geçecek uzun gecelere ayırdığımız, bir Nilüfer Açıkalın, sinema dünyasının, edebiyatta aslında yeteri kadar işlenmemiş kamera arkasına götürüyor bizi. T E M M U Z C U M H U R İ Y E T