30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] Gezi Direnişi’ni yeni deneylerle emeklemek... Gezi Direnişi, “meydan” ya da “alan” sözcüklerine bire bir getirdiği kavramsal anlamla, 1 Mayıs 1977 Taksimi’nden sonra önemli bir işlevi yerine getirdi kanımca. Bunun ne olabileceğini, neye karşılık gelebileceğini gösterdi. Haziran Dünya Çevre Günü… Gezi Direnişi de, çevre yanlısı bir eylem olarak başlamıştı değil mi kendiliğindenlik temelinde? Böyle diyelim ama çok geçmedi, neredeyse ülkenin koskoca yüzyılına, ötesine geçerek çağa damga vuracak insanlık sarsıntısına yol açtı şaşırtıcı yankımayla… Bir barış, kardeşlik sofrası kurmayı başardı insanlar… Gençler öndeydi ama yalnız onlar değildi Gezi direnişçileri; her yaştan, cinsten, milliyetten insan yer buldu bu eylemde kendine. Kültür, inanç, düşünce gibi farklı kökenlerden gelen, yaşam anlayışları, tinsel beslenmeleri farklılık gösteren, bu çerçevede siyasal yelpazenin en solundan en sağına alanlar dolusu insan bir araya gelip toplanabildi, yan yana durabildi günler, haftalar boyunca… Derken tez zamanda bir emek dayanışmasının geleceğe akan insan seli olmaya dönüştü kalabalıklar. Bu nedenle ister 1 Mayıs veya 31 Mayıs olsun, isterse 1516 Haziran veya Gezi’nin kutsal haziranı olsun, artık ortak kavram altında bir araya getirmek, olanaklı görünüyor şu son yıl içinde bunları. Hatta toplumsal bilincin, kolektif ruhun taşıyıcısı alanların, futbol karşılaşmalarında buna yer yer destek veren tribünlerin, sanatçıların, öteki kollardaki emekçilerin dirençleri de buna eklenebilir sanıyorum. Öte yandan, yaşanan kutsal Gezi Direnişinin, belgesele yaslansa da sonuçta kurmaca öğesi olarak bütün sanat alanlarıyla türlerinde başrole çıktığına tanık olundu bu süre içinde. Gerçekten de sinemadan tiyatroya, resimden müziğe, fotoğraftan yontuya, şiirden öyküye, romana hemen her sanatçı bir biçimde Gezi Direnişi’ni tezgâhına almak gereği duydu. Böylece birdenbire, üstelik kendiliğinden bir büyük doğa, toplum, birey direnişine yönelik hem kavrayış hem de dağar genişlemesi yaşadık sanat çevrelerinde. Denebilir ki 12 Mart ya da 12 Eylül sonrasındaki tepkilerin sanata yansımasına oranla bunun çok üzerinde, üstelik bütün türlere yayılmış halde bir sanatsal verim yoğunluğuyla karşılaşıldı Gezi Direnişi ile. Sonuçta farklı deneyimle, buna bağlı zengin, geniş sanatsal açılımla kurulan bir dağar çıktı ortaya. DOĞALLAŞMA, DOĞAYLA ÖRTÜŞME EYLEMİ… Doğa eylemlerinin de Gezi Direnişi’yle doruk yaptığı göz ardı edilebilir mi? Genç şair Özgün Ergen, Salgın (Hayal, 2011) adlı S A Y F A 22 n 5 5 ilk kitabında şu dizeleriyle karşılıyor bizi: “Tutunacak dalı olmayanlar/ Bilmeli en çok ağaç dikmeyi”. (19) O halde Gezi Direnişi’nin, evrensel anlamda direnme olgusuna dönük bir dizi uyarı getirdiği açık toplumlara. Yirmi dört yıl boyunca, “[t]üm yaşamını işçi olarak sürdür(en)” Gürsel Rengis’in kendi yayını iki kitaba göz atalım kuş bakışı: Emek Söylenceleri (“mektup”, 2013), Suskular (“şiir”, 2013). Emek Söylenceleri’nin ilk mektubunu adıma yazmış Gürsel: “Bağırıyor avazı çıktığı kadar!…/ Peter Maiwald’dan ödünç aldığı bir cümle ile/ Başlıyor; ‘Orada hiçbir işçi yaşamıyor mu?’// Kendi cümlesi ile taşlıyor;/ ‘Heyy!… Orada kimse yok mu?’ diye…/ Demek ki;/ Yaşayıp yaşamadığımızdan kuşku da duyuyor.” (8) Şöyle sürdürüyor Gürsel Rengis: “O, emek abidesi…/ Her gün aynı macerayla karalarken,/ Ömrünün bir sayfa müsveddesini…/ Sana hiç cevap yazmadı mı?/ İnce bir sızı bile mi çıkarmadı?/ Ama nasıl olur?…/ Eğer sen yazdıysan;/ Dokumalar, nasıl oldu da anlamadılar?// Peki sen hangi dilde yazdın?/ A benim güzel karam,/ Sadık karam,/ Aslan karam,/ İçinde yaşadığım uzaklığım,/ Ankara’m…” (20) Gezi Direnişi, “meydan” ya da “alan” sözcüklerine bire bir getirdiği kavramsal anlamla, 1 Mayıs 1977 Taksim’inden sonra önemli bir işlevi yerine getirdi kanımca. Bunun ne olabileceğini, neye karşılık gelebileceğini gösterdi. Osmanlı’da zaman zaman kahvehanelerde buluşmanın, toplaşmanın bile yasaklandığı, bunları aratırcasına son on yılda sözde özgürlükler adına “alansal somutlaşma”nın engellenmeye çalışıldığı düşünülürse bunun yol açtığı yıkım da kolayca kestirilebilir o zaman. TOPLUMSALLAŞMA EYLEMİ… Bütün bu toplumsal çıktıların, emperyalizmin güdülediği baharlı, pembe meydan olgularıyla örtüşmesi için çeşitli oyunlar oynandığı görülüyor bu arada. Kemal Okuyan, Türkiye Solunun Yurtseverlik Sınavı (Yazılama, 2013) başlıklı kitabında, buna değinirken şöyle söylüyor sözgelimi: “Çok masum gözükse de, halkların ‘himaye’ edilebileceği fikri, dünya hâkimlerinin ideo2014 lojiler alanında elini kuvvetlendirmekten başka işe yaramamakta, ezilenler arası dayanışmayı kötürümleştirmektedir.” (138) Gezi Direnişi sürecinde, sonrasında pek çok yayınla buluşuldu. Bunlardan biri de Bağzı Şeylere Öyküler (Haz.: Kadir Yüksel, Aylak Adam, 2013) oldu. Yirmi sekiz yazar, Gezi Direnişi odağında kaleme aldığı anlatılarını paylaştı okurla: Ferit Edgü, Adnan Özyalçıner, Necati Tosuner, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, İlhan DuruselTansu M.Gülaydın, Zafer Doruk, Aziz Gökdemir, Celal İlhan, Hakan Bıçakçı, Remzi Karabulut, Gamze Güller, Kerem Işık, Zeynep Sönmez, Özcan Öztürk, Berna Durmaz, Türker Ayyıldız, Mehmet Fırat Pürselim, Sinan Sülün, Şenay Eroğlu Aksoy, Mahir Ünsal Eriş, Onur Çalı, Fuat Sevimay, Hakkı İnanç, Zeynep Ünal, Murat Taş, Vuslat Çamkerten, Semih Öztürk… Heyecan, coşku henüz ayaktayken Gezi Direnişi için dönüştürülmüş anlatılar beklemek olanaksız elbette. Bu deneyimi, 12 Mart, 12 Eylül sonrasında sıcağı sıcağına kaleme alınan anlatılarda yaşadığımız için buna dönük beklenti eşiği üzerine yazarın da okurun da yeterince birikime sahip olduğu kestirilebilir. Bu bağlamda üretilen anlatıları sıcak duygularla karşıladım elbette, ne ki bunların ancak deneyim eşiği olduğunu, asıl verimlerin sonradan bunlara yaslanarak yükseleceğini düşünmeden de edemedim doğrusu. Sözgelimi Patika Kitap’ın Aras Aladağ imzasıyla yayına hazırladığı Ajanda 2014/ Bu Daha Başlangıç… (2014), barındırdığı dipnotlarla, herhangi alanda üretimdeki sanatçı için de kimi ipuçları getiriyor. Ne ki bir anlatının, bunun ötesine geçmesi zorunlu. Kadir Yüksel’i, adlarını andığım yazarları ayrı tutarak söyleyeyim, gazetecilerle eli kalem tutanların ürettiği metinlerin ardından, hele zaman da temizliğini yapınca çıkacaktır herhalde soyutlayımı, dönüştürümü eksiksiz yerine getirilmiş verimler… Ama bu süreçte üretilenlerin tümü de toplumsallaşmanın yönünü, derecesini, sonuçta niteliğini, neliğini ele veren çalışmalar olarak değerini koruyacaktır elbette. BİREYLEŞME EYLEMİ… Emekçi Gürsel Rengis, Suskular adlı kitabında işçiye dönük şöyle diyor: “Sağlığında;/ Öldüresiye sövdüler…// Öldüğünde,/ Ölesiye övdüler.// O’nun için artık,/ Bütün zamanlar,/ Şimdiki zamandır…” (117); “Bir mayıs sabahında…/ Emeğin ışıdığı yerdeyiz…/ Bir baretin gök kubbesi altında,/ Ter tomurcuklarının,/ Yaşama ŞAH dediği yerdeyiz…!” (156) Peki bu olgusal durum, ne ölçüde koruyor dersiniz gerçekliğini? Charles Eisenstein, Kutsal Ekonomi/ Geçiş Çağında Para, Armağan ve Toplum (İngilizceden Çev.: Sinem Gül, Okuyan Us, 2012) adlı kitabının “Giriş”inde şöyle diyor: “Parayı kutsallaştıracaksak, parada toptan bir devrimden, temel doğasının dönüştürülmesinden daha azının yeterli olmayacağı çok açık. (…) Kutsal Ekonomi bu yeni parayı ve onun etrafında oluşacak yeni ekonomiyi tanımlıyor.” (11, 12); “Olympos tepelerinden aşağı bakan finansçılar kendilerine ‘evrenin efendileri’ diyor, hizmet ettikleri tanrının gücünü kitlelere servet ya da felaket getirmeye, dağları kelimenin gerçek anlamıyla yerinden oynatmaya, ormanları yok etmeye, nehirlerin yolunu değiştirmeye, ulusların yükselmesine ve düşüşüne neden olmaya yöneltiyorlardı. Ancak paranın kaprisli bir tanrı olduğu çok geçmeden anlaşıldı. …Para tanrısını yatıştırmak için kullan(ılan), giderek çılgınlaşan ritüeller artık işe yaramıyor.” (13) Buna, Mustafa Balbay, Prof.Dr.Alpaslan Işıklı, Aykut Göker, Prof.Dr.Gürhan Fişek, Dr.Alper Akçam, Bülent Tanık, Yrd.Doç. Dr.Umur Aşkın, Dr.Taner Akpınar imzalarınca kaleme alınan Beyin Gücü Mezarlığı: Türkiye (Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı, 2012) adlı kitabı eklemek de olası. Andığım kitap için bir “Önsöz” kaleme alan Oya Fişek, konuyu açımlarken bakın ne söylüyor: “Topluma ve ülkesine gönül verenlerin binbir emekle yaptıkları birer birer yıkılıyor. Cumhuriyet Türkiyesi’nin tüm değerleri, değer yargıları yok edilmek isteniyor. ‘Herkese sağlık’, ‘Herkese eğitim’ ve ‘insanca yaşama’ hakkı gibi ilkeler, ayaklar altına alınıyor. Eğitimin içi boşaltılıp, yönü değiştiriliyor. Toplum sağlığının hiçe sayıldığı ve yerine ‘en yüce değerin para sanıldığı’ bir tektip düzen oturtuluyor.” (V) Vakfın yayımladığı Çalışma Ortamı adlı dergide de bu durumu izlemek olası. Bu arada “İşçi sağlığı ve iş güvenliğine sınıfsal bir bakış” getiren Gürkan Emre Gürcanlı’nın yoğun emekli çalışması, İşleneceğini Herkesin Bildiği/ Bir Cinayetin Öyküsü (Yazılama, 2014) adlı kitap üzerinde de durulabilir. Gürcanlı, daha ilk satırlarında şunu paylaşıyor okurla: “Çalışma yaşamı, 200 yıldır insanlığın savaş ve salgın hastalıklar haricinde kitlesel olarak yaşamını yitirdiği yeni bir alan. Kapitalizmin ortaya çıkışıyla birlikte kendi doğasına uyumlu olup olmadığından bağımsız olarak milyonlarca emekçi üretim sürecinde kitlesel olarak yerini aldı ve kitlesel olarak yaşamını yitirdi.” (13) Sonuç bu kadar yalın işte! Bu yüzden Gezi Direnişi, bize yeni deneyler eşliğinde farklı bir emekleme evresi yaşatıyor. Bireyleşmek için toplumsallaşmanın, toplumsallaşabilmek için doğallaşmanın, doğayla örtüşebilmenin yolunu gösteriyor, yeniden öğretiyor… Bu öğrenmeyi, gelin Özgün Ergen’in dizeleri eşliğinde seslendirelim: “Sökük ip üstünde imge cambazlığı/ Soytarı düşene kadar ustalığı, hepsi bu” “Bırak şiirin yakasını!/ İliklenmiyorsa bir çocuğun yoksul işçi önlüğüne”. (55, 59, 57) Geziniz bol olsun efendim… n K İ T A P S A Y I 1268 H A Z İ R A N C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle