27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Salih Bolat’tan “Atların Uykusu” ‘Her halk gibi yanlışınızı kutsadınız’ Salih Bolat’ın “ Atların Uykusu” adlı kitabı, geçen günlerde yayımlandı. Kitap, “Düşlerin Ayrımı”, “Atların Uykusu”, “Belirsizlikler” ve “Suluboya Resimler” olmak üzere dört bölümden oluşuyor. r Berken DÖNER tların Uykusu biçimsel olarak dört bölümden oluşsa da şiirlerin ortak izleklerinden söz edilebilir: Yaşama tutunma, direnme, ölümsüzlük, baskı altındaki bireyin özgürlük arayışı, doğa karşısında insan ve doğa ilişkisi, toplumsal sarsıntıların bireydeki yansımaları. Örneğin, “Uğultu” adlı şiir, bu söylediklerimizi yansıtması bakımından okunabilir: “Rüzgârın koyduğu adlarla öğrendik ağaçları/ çınarı bir uğultuyla tanımlıyoruz/ darağacını bir sessizlikle// gece yanlış biliyor her şeyi/ ışığın bir boşluktan geldiğini söylüyor/ yolların bir ayrılıktan// artık taş kendini öne sürüyor/ törenlerin kovulmuş çocukları/ ölülerine tutunarak güçleniyor.” Bu dizelerde, toplumsal anlamda özgürlük arayışı içindeki gençliğin içinde bulunduğu baskı ve zulüm ortamına bir göndermeden söz edilebileceği gibi daha derinde insanın, doğanın bir sonucu ve uzantısı olmasına karşın, doğanın tarihsel akışını etkileme, yönlendirme özelliğine de gönderme yapılıyor. “Düşlerin Ayrımı” adlı bölümde yer alan “Sakın Vazgeçme” ve “Unutma” şiirlerindeki uyarı özelliği taşıyan ses tonu, yalnızca ses tonu olarak kalmıyor, içerik olarak da kendini sarsıcı biçimde gösteriyor: “Eğer bir şeyler söylemen gerekirse/ sakın vazgeçme/ yabanıl şiirler okumaktan/ gerçek aramızda dolaşıyor nasılsa/ kesecek boyun arayan sabırsız bir kılıç gibi” (“Sakın Vazgeçme”). “Unutma” adlı şiir, ülkemizin içinde bulunduğu son on yılda bireysel ve toplumsal olarak nelerin tahrip edildiğini ve nelerin yok edilmek istendiğinin imgesel bir dille sarsıcı bir uyarısıdır denebilir: “Mutluluğu anlattığın dili unutma/sözcüklerini taşlardan yont/zamana kazı anıların alfabesini/ çünkü belleğimizi siliyorlar/akşamüstü sahilindeki kumsal gibi/rüzgârın ayak izlerini yavaş yavaş sildiği.” Evet, toplumun, onu var eden kültürel ve tarihsel belleğin yok edilmeye çalışıldığı bir siyasal ortamda, siyasal otoritenin emperyalist güçlerle işbirliği yaparak aydınlanma sürecinin önünü kesen, bireyleri toplum olarak var eden değerleri yok eden bir gücün, şair üzerindeki derin etkisi birçok şiirde dile getiriliyor. Özellikle “Belirsizlikler” adlı bölümde yer alan XVIII numaralı şiirin bazı dizelerini bu bağlamda okuyabiliriz: “İhanet günleriydi/ ellerimizC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I A den vazgeçmemiz isteniyordu/ bir gökyüzü kesitine razı olmamız, bir duayla yetinmemiz/ ihanet günleriydi/ hayatımızın yasalarını yapanlar/ gülün yasasını da yapmak istiyordu; göçmen kuşların da...” Kitaptaki şiirlerde imgesel anlatım gücü, nesnelerle, insanlarla, toplumla ve denebilirse bütün bir doğayla ilgili keskin gözlemlerin sonucu: “Bakımsız bir bulut geçiyor üstümüzden/ sekiz on beş vapurunda/ esneyen sekreterler gibi” ya da “mendirekteki karabataklar/ ayakta duran yargıçlar gibi/ akşamı yargılıyorlar.” Elbette bu güçlü imgesel anlatım, salt bir artistik amacı gerçekleştirmeye yönelik değil, anlamsal bir mimariye de hizmet ediyor. Yirmi beş şiirden oluşan “Belirsizlikler” bölümü, gerçekte kitabın temelini oluşturuyor. Düzyazışiir tarzındaki şiirlerde yer yer mitolojik, yer yer kutsal kitaplara özgü ifade biçimi, yüzeyde yansıyan temel özellik denebilir. Bu şiirlerin izleklerini oluşturan göndermelerin ve çağrışımların, bu tür ifade biçimini gerektirmesi, şiirlerin arka planına inildiğinde anlaşılabilir oluyor: “Biz size matematiği verdik/ hesaplayın ve bilin diye/ yakamozları oluşturan ışığın kaygısını, ayın geceyle buluşmasındaki gizi, gecenin tırmandığı kayalıkların sessizliğini/ ama yanlış hesapladınız/ her halk gibi yanlışınızı kutsadınız/ çizmelerinizden tüten buhardan anlaşılıyordu az önce aşağıdan geldiğiniz/ gerçi elleriniz derinlikten yapılmıştı/ deyin ki: beklenen bir yolcunun gecikmesiyle kaygıya dönüşmüş mutluluk mu yüzümüzdeki?/ sıcak bir ekmek taşıyan el gibi acıya katlanmaktan hoşnut bir ses mi kulaklarımızdaki?” Bu dizelerde kalabalıklara, belki de aynı dinsel inanca sahip büyük bir kitleye seslenilmesine karşın, şiirin dışına ve ajitasyona düşülmemesi, şiirin arkasında yatan kuramsal, güçlü bir poetik bilinçte aranmalı. Mitolojik göndermelerin ve çağrışımların da Bolat şiirinde önemli yer tuttuğunu belirtmiştik. Popüler duyarlılıkların, olayların ve ilişkilerin, hem tarihsellik kazanması, hem de okura yeniden üretebilme olanağı kazandırması açısından Türk şiirinde başta Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat olmak üzere birçok şairde rastlanan bir tutum olmasının yanı sıra dünya şiirinde de sık rastlanan bir tutum. “Belirsizlikler” bölümünün XXIII numaralı şiiri bu açıdan tipik bir örnek olarak gösterilebilir: “Bir incir ağacının gövdesine yaslanıp dinlendiğini söylemiştin/ anımsa, yaz sonuydu. üstünde beyaz, uzun bir elbise vardı/ keçi derisinden yapılmış sandaletlerini giymiştin/ sanki az sonra aspendos’ta sahneye çıkacak ve koroya katılacaktın/ ben yanında olmadığım zaman, kendini çaresiz hissettiğini haykıracaktın/ eğer theodorus’un oğlu zenon seni böyle uyurken görseydi, bana bağlandığını bilseydi, pamphylia’yı terk ederdi.” n Atların Uykusu/ Salih Bolat/ Varlık Yayınları/ 112 s. 1268 5 H A Z İ R A N 2 0 1 4 n S A Y F A 1 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle