Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O Kitap Evi Enis Batur “Kitap Evi”nde romanla deneme arasında gidip gelen ama denemenin ağır bastığı bir anlatımla kitap tutkusunun boyutlarını ve insan hayatını nasıl etkileyip belirleyeceğini en sevdiği tarafından terk edilmek gibi somut sonuçları da ele alarak ve merak unsurunu ihmal etmeden anlatıyor. Seray Şahiner “Antabus”da sıradan bulup görmezden geldiğimiz ve tabii yazmaya da değer bulmadığımız konuları yazıyor. nis Batur’un romanla garip bir ilişkisi var. Kurmaca edebiyata, anlatıya pek sıcak bakmıyor ama denemeden de edemiyor. Yüzlerce kitabı arasında sadece üç “roman denemesi” vardı; Acı Bilgi ‘”Fugue Sanatı üzerinde bir roman denemesi”, Elma “Örgü Teknikleri üzerine bir roman denemesi”, Kravat “Düğüm Sorunları üzerine bir roman denemesi”... Bir de “Bir Varmış, Bir Okmuş” var Vikipedi’deki biyografisinde roman diye listelenen ama sanırım bu kısa metni altbaşlığına uygun olarak hikâye olarak nitelemek gerek. Şimdi bunlara yeni bir tane eklendi “Kitap tutkusu üzerine bir roman denemesi” diye tanımlayabileceğimiz ama herhangi bir alt başlık taşımayan “Kitap Evi” (Mayıs 2014, Sel yay.). Daha kapağından “roman” olarak sınıflandırılmış. “Kitap Evi” isminin altında “roman” yazıyor. Enis Batur “roman deneme”lerine her zaman merak uyandırıcı girişlerle başlar. “Kitap Evi”de de öyle. Yazar ve yayıncı anlatıcıyı bir avukat arar, acil ve önemli bir miras meselesi hakkında görüşmek istediğini söyler. Kimliğinin açıklanmamasını şart koşan bir “Beyefendi” Dragos’taki bir buçuk dönüm koruluk arazi içindeki “Kitap Evi” diye andığı kütüphaneyi anlatıcımıza miras bırakmıştır. İlerleyen sayfalarda iyice Enis Batur’la özdeşleştireceğimiz anlatıcı mirası kabul ederse maddi bir yük altına da girmeyecektir. “Arazinin ve binaların bütün maddi ihtiyaçlarını, vergi giderlerini, bekçi ailesinin masraflarını şartlar ne olursa olsun karşılayacak düzenli akar öngörüldü,” diye anlatır avukat Rıza Bey. Yıllardır aklınızdan geçirdiğiniz, belki düşünü kurduğunuz bir şey birden bire S A Y F A 12 n 5 kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Enis Batur E size teklif edilirse ne yaparsınız? Anlatıcı bir yazar ve yayıncı olmasının yanında bir kitap tutkunu. Sadece kitaplarla baş başa kalabileceği, dilediğince okuyup yazabileceği bir mekân hayal etmiş hep. O yapının nasıl olabileceğini düşlemiş. Ve şimdi somut olarak karşısında. İstanbul’da ama şehrin kalabalık ve karmaşasından uzakta tamamen müstakil evlerden, hatta köşklerden oluşan bir mahallede büyük bir bahçe içinde bir kütüphane. İlk akla gelen hemen kabul etmek gibi görünse de 34 bin kitap barındıran bir kütüphaneye sahip olmak demek yaşamınızda bazı şeyleri kökten değiştirmek anlamına da gelir ve anlatıcı bunun farkında. Ama merakına yenilir ve bu ayağına gelmiş teklifi daha somut görmek için Dragos’a yapıyı yerinde görmeye gider. Kitabın arka kapağında planı yer alan petek şeklindeki cam bina bir yapıdan çok anıt gibi etkileyicidir. Uzun tereddütlerden sonra anlatıcı bu mirası kabul edecek ve yaşam biçimini bozmamaya çalışarak bu 34 bin kitabı hiç değilse görüp tanımak için günlerini ayırmaya karar verecektir. Bu kütüphaneyi, içindeki kitapları tanımanın kimliğini açıklamak istemeyen “Beyefendi”yi tanımanın, nasıl biri olduğunu anlamanın emin bir yolu olduğunu da bir kitap tutkunu olarak bilmektedir. Kendisi ya da yayıncısı “roman” diye sunsa da aslında bu kitaplarda Enis Batur yeni bir tür daha doğru bir deyişle “türlerarası” bir yazıyı deniyor ve bu metinlere “roman deneme”leri demek daha doğru. Çarpıcı girişten sonra önceki denemelerden farklı olarak metin “roman” gibi gelişse de 28. sayfadan sonra “deneme”ye dönüyor yazar ve kurgu biriki adım geri çekiliyor önceki “roman deneme”lerinde olduğu gibi. Enis Batur kitap tutkusunu, bu tutkunun iyi ve kötü yanlarını ele alarak sorguluyor bu “Kitap Evi”ni kitapların izini sürerek keşfederken. Asuman Kafaoğlu Büke’nin de dikkatimizi çektiği gibi (Radikal Kitap, 23.05.14) Batur kitap tutkusunun erkeklere özgü bir şey olduğu tezini getiriyor. Gerçekten de binlerce kitabıyla yaşayan pek kadın yok. Kocaları öldükten sonra paha biçilmez kütüphaneleri yok pahasına satıp, o kitaplardan kurtulmak isteyen kadınları da biliyoruz. Ama diğer gerçek de kitap okuma oran2014 larında kadınların erkeklere göre çok daha büyük bir yüzde oluşturduğu. Belki kadınlar okumakla yetinip kitaplara tutku ile bağlanmıyorlar. Saplantılı değiller kitaplar konusunda. Enis Batur “Kitap Evi”nde romanla deneme arasında gidip gelen ama denemenin ağır bastığı bir anlatımla kitap tutkusunun boyutlarını ve insan hayatını nasıl etkileyip belirleyeceğini en sevdiği tarafından terk edilmek gibi somut sonuçları da ele alarak ve merak unsurunu ihmal etmeden anlatıyor. ANTABUS Seray Şahiner “Antabus”da (Mayıs 2014, Can yay.) sıradan bulup görmezden geldiğimiz ve tabii yazmaya da değer bulmadığımız konuları yazıyor. Gazetelerin üçüncü sayfalarında rastladığımız, en fazla “yine mi!” deyip geçtiğimiz, yaşayanlar için sonu ölüme ya da hapishaneye varan derin trajediler, yaşamdan gerçekler... Leylâ İstanbul’a göç etmiş muhafazakâr görünümlü, değerlerine bağlı bir ailenin kızı. Yoğun baskı altında yetişmiş. Evden burnunun ucunu çıkartmasına bile izin verilmeden büyümüş. Tek başına bakkala bile yollanmamış. “İstanbul benim için, evin penceresinden görünen inşaat manzarası demekti” diye anlatıyor. Babasının bir an önce ev alma Seray Şahiner “Antabus”da kadın cinayetini farklı, kendine has bir dil ile anlatıyor. arzusu ile 15 yaşındayken bir konfeksiyon imalatçısına veriliyor. Bundan sonrası on yıl içinde bir üçüncü sayfa haberi olarak sonuçlanacak acı bir öykü. Genç kız orada gördüğü ilk yakışıklı delikanlıya âşık oluyor, patronunun cinsel saldırısına uğruyor ve alelacele birisiyle evlendiriliyor. Seray Şahiner daha ilk sayfada bu on yılın sonunda ne olacağını, üçüncü sayfada nasıl bir haber okuyacağımızı da yazmış. Haber “Kızıyla Ölüme Atladı” başlığını taşıyor. 25 yaşındaki üç aylık hamile Leyla Taşçı kızıyla birlikte balkondan atlamış. Komşular kocasıyla sık sık kavga ettiğini anlatmışlar muhabire. Ayrıntılara indikçe alkolik koca, hemen her gece dayak faslı gibi yine bildikleşen hatta klişe denebilecek olaylar var. Eskiden arabesk filmlerde izlediğimiz bir konu. Ama o kadar da gerçek. Kocaları, sevgilileri tarafından öldürülen kadınların sayısının her geçen gün arttığını da biliyoruz. İş o noktaya vardı ki eski kocalar boşandıkları karılarını namus bahanesi ile öldürmeye başladılar. Kadın cinayetleri o denli sıradanlaştı ve normalleşti ki artık filmi de yapılmıyor, romanı da yazılmıyor. Filminin, romanının “sıradan” bulunup okunmayacağı düşünülüyor. Çünkü roman sanatı 300 sözcüklük bir sözlükle orta okul düzeyinde algısı olanlar hedeflenerek yazılıyor artık. Giriş, gelişme, sonuç olsun yeterli “biçim” diye bir dert yok. “Nasıl anlatmış”a değil “ne anlatmış”a bakılıyor. Seray Şahiner’in “Antabus”da yaptığı en önemli iş bu çok ciddi olmasına rağmen sıradanlaşan aile içi şiddet ve sonucunda kadın cinayeti olayını farklı, kendine has bir dil ve yapı ile anlatmak olmuş. Olayları başkahraman Leyla’nın anlatımı ile dinliyoruz. Ama doğrusal bir anlatım değil bu, sonu ilk sayfasında anlatılarak başlıyor ve zaman bir ileri bir geri gidip geliyor. Sanki Leyla yaşadıklarını, yaşam öyküsünü yeni tanıdığı ama güvendiği birine anlatıyor gibi. Leyla’nın sert bir anlatımı var. Argoyu, küfrü sık kullanmıyor ama gerektiğinde de lafını esirgemiyor. Patronunun tecavüzünü “Haydar Abi beni sikti” diye anlatıyor örneğin. Kendine, yaşadıklarını ironik, biraz dışarıdan bakan, kendiyle alay da edebilen bir dille, mizahı esirgemeden anlatıyor Leyla. Hoş sohbet birinin akıcılığında bir anlatımı var. “Antabus”un iki ayrı sonu var. “İntihar etmeyip diretseydi, dişini sıksaydı” diyebilecekler için bir son daha yazmış Seray Şahiner. Leyla kızıyla balkondan atlıyor ama ölmüyor ve hastanede gözünü açıyor. İki yıl içinde başına gelecekleri ve sonunda okuyacağımız haberi de yine bu bölümün başında veriyor; “Kocasını bıçakladı, serbest kaldı”. “Leyla Taşçı (27) eve alkollü gelip çocuklarını ve kendisini döven eşini bıçaklayarak öldürdü. Mahkeme cinayeti ağır tahrik altında işlediği; iki kızı olduğu ve ayrıca hamilelik durumunu göz önünde bulundurarak Leyla Taşçı’yı serbest bıraktı.” İzleyen sayfalarda da Leyla dişini sıksaydı başına neler gelecekti, kocasını bıçaklayacak hale nasıl gelecekti onu okuyoruz. Kitaba adını veren “Antabus”un ne olduğunu da bu kısa ve hızla okunan romanı okurken öğreneceksiniz. n K İ T A P S A Y I 1268 HAZİRAN C U M H U R İ Y E T Fotoğraf: Kaan SAĞANAK Fotoğraf: Vedat ARIK