19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Sabahattin Ali, bir yandan öykü roman vb. tüm yazınsal verimi, öte yandan çevirileri, fotoğrafları, yaşamöyküsüyle okurun, izleyicinin geniş ilgisini çekiyor. Ayrıca kişiliğiyle de inceleme konusu olmayı sürdürüyor. mran Nazif, 1 Ocak 1938’de, “Nazım ve Nesir Hakkında Notlar” başlığı altında Varlık’ta yayımladığı “Konuşma”da, “yüzünde, kocaman, hudutsuz bir çocuk tebessümü belirdi”ğini söylüyor Sabahattin Ali’nin. Çok değil, on yıl sonra öldürülecek bu “hudutsuz” çocuk… Altınkaynak’ın, ilk basımı 1986’da yapılan, süreç içinde Asım Bezirci’den Atilla Özkırımlı’ya, Alpay Kabacalı, Öner Yağcı’dan Sevengül Sönmez’e, Nüket Esen’le arkadaşlarına, tabii Filiz Ali’ye dek uzanan geniş bir halkanın doğrudan katkılarıyla gelişmiş olan yapıtından aktardım bunu. (Sabahattin Ali; Markopaşa Yazıları ve Ötekiler, Haz.: Hikmet Altınkaynak, YKY, Altıncı Basım, 2011, 42) Yapıta katkıları bağlamında, Aziz Nesin’le, Rıfat Ilgaz’ın adları da eklenebilir yukarıdaki listeye. Altınkaynak, görüşmelerine değinirken örneğin Rıfat Ilgaz’ın, “esprili bir not”la, “Bu kitaptaki yazıların hepsinin Sabahattin Ali tarafından yazıldığını tasdik ederim” (12) diye imzaladığını aktarıyor. Markopaşa Yazıları ve Ötekiler, yalnız bir büyük yazarın hudutsuzluğunu göstermiyor, yanı sıra birikimli, entelektüel bir büyük yazar kadar, savaşımcı bir aydını da yansıtıyor bütünlüklü biçimde. Sabahattin Ali, bir büyük yazarı zaten Türkiye’nin, Türkçenin. Öykümüzle romanımızın önemli bir adı, ötesinde artık dünya yazınının da saygın adları arasında o… Gerçekten yazın entelijansiyasının yazınımızın önemli adlarından olduğunda birleştiği az sayıdaki imza arasında Sabahattin Ali de var. 2 Nisan 1948’de yitirdiğimize göre onu, ölümü üzerinden tam altmış beş yıl geçmiş bulunuyor. Üstelik önemini korumak bir yana okur kitlesini peşinden sürüklemeyi günümüzde de başarıyor. Ne ki beş yıl sonra Sabahattin Ali’nin telif hakları kamuya geçecek; Filiz Ali’ye de diyecekler ki, dur bakalım, babanın telifini alamazsın artık! Böyle mi olacak bilmiyorum, ama şimdiden pek çok basımcının, yayıncının ağzı sulanarak hazırlık yaptığını, bu beş yılın geçmesini beklediğini adım gibi biliyorum. Çocuğun babadan telif alamayacağı olgusu, yasakoyucunun, yazarlara ancak yaşlandığında ölümü yakıştırdığı gibisinden kuşku uyandırıyor insanda. Bu durumda uluslararası mahkemelere mi taşınacak konu, yaşayıp göreceğiz bunu… 41 YILA SIĞDIRILAN BEREKETLİ YÜCE BİR ÖMÜR… 1 Mayıs’a gelişi nedeniyle bu haftaki “Kitaplar Adası”nı doğa, emek odağında Gezi Direnişi’ne özgülemeyi düşünmüştüm. Sonradan bunu Dünya Çevre Günü 5 Haziran’a, C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] U Sabahattin Ali: Hudutsuz bir çocuk... bu haftayı da yine bir “emek yazarı” olan Sabahattin Ali’ye ayırayım dedim… Öyle ya, emek yüceltilirken sanat cüce mi kalsın? Bu çerçevede Markopaşa Yazıları ve Ötekiler, Sabahattin Ali’nin dünya yazınının doruk yazarlarından klasiklerine, felsefeden tiyatroya, çeviriye, yazının sorunsallarına geniş yelpazede ulaştığı birikimin düzeyini ele veriyor. Gerçekten hem yazar, hem aydın olarak, üstelik çok genç yaşta göz kamaştıran bir parıltı yayıyor Sabahattin Ali. Verdiği kimi karşılaştırma örnekleri ise onun genç yaşta bile ne denli olgunlaşmış imza olduğunu yansıtıyor. Otuzlarının başında, 1939’da bir soruşturmaya verdiği yanıtta şöyle diyor Sabahattin Ali: “Bütün sanat sosyal bir iştir. Şu halde artist de hizmetinde bulunduğu sosyeteyi –hatta kudretine göre bütün insanlığı daha doğruya, daha iyiye ve daha güzele götürmek için çalışacak, hitap ettiği kimselerde bu doğru, iyi ve güzelin hasretini uyandırmak ve bunlara gidilecek yolu işaret etmek isteyecektir.” (51) Bunları söyledikten dokuz yıl sonra yok edilen Sabahattin Ali, sanatını da bu anlayışla sürdürdü hep. Ancak aydınların yansıttığı ataklığı yaşamı boyunca önde tuttu. Öngörüleriyle de şaşırtıyor insanı Sabahattin Ali. Sözgelimi Orhan Kemal’in şiir yerine öyküye yönelmesi gerektiği üzerine Nâzım Hikmet gibi yaklaşım sergiliyor o da: “Şiirlerindeki başarıyı fevkalade nefis bir hikâyesinde daha ileri götürmesini bilen Orhan Kemal var.” (122, 123) Öldürülmeden iki ay önce yayımladığı son yazısının son satırlarında ise şunları paylaşıyor Sabahattin Ali, sanki vasiyet havasında: “Ve yine bu millet pek iyi biliyor ki, asıl tehlike, bu memleketin istiklâlini de, hürriyetini de, varlığını da tehdit eden bir tek ve hakiki tehlike, bugünkü ehliyetsiz iktidarın devamıdır.” (201) Okuyunca bunları, insanın sırtının ürpermemesi olası mı? “ÖYKÜ VE ROMANLARIYLA SABAHATTİN ALİ”… Sabahattin Ali, bir yandan öykü, roman vb. tüm yazınsal verimi, öte yandan çevirileri, fotoğrafları, yaşamöyküsüyle okurun, izleyicinin geniş ilgisini çekiyor. Ayrıca kişiliğiyle de inceleme konusu olmayı sürdürüyor. Son olarak Afşar Timuçin’in Öykü ve Romanlarıyla Sabahattin Ali (Bulut, 2011) adlı kitabı, bu anlamda ciddi yere sahip. “Önsöz”de okuru uyarıyor Timuçin: “Yaşamın dalgalı denizinde kulaç ata ata ulaştığımız yetmiş yaş eleştirmeye ve eleştirilmeye uygun bir yaştır, Bu yüzden Sabahattin Ali’yi bağsız koşulsuz bir hayranlıkla sevenler bu kitabı okurken benim eleştirici bakışımdan belki de rahatsız olacaklardır.” Gerçekten Afşar Timuçin, tıpkı Saba1263 alabildiğine yansıtmıştır. Onun başlıca kişilerinde pek çok ortak özellikle karşılaşırız. Bu kişilikler deyim uygun düşerse hep içe doğru geliştirilmiş kişiliklerdir, büyük ölçüde uyumsuz görünen uzlaşmaz kişiliklerdir: gerçekçi olmaktan çok aşırı duygusaldırlar, ussallığın çizeceği yoldan gidecek yerde hep gönül yoluna gitme eğilimdedirler ve her şeyden önce çok kötü yalnızdırlar. Kendi dışlarında arayacakları kurtuluş olsa olsa aşkın sağlayacağı kurtuluş olabilir, aşk da belki bir aldanıştan başka bir şey değildir.” (18); “Her şey yalnızlıkta başlar ve yalnızlıkta biter sanki.” (20) UTE’YLE TÜRKÇEDEN ALMANCAYA SABAHATTİN ALİ… Ute Birgi, Türk yazınının Almancaya aktarılarak kendine yer açmasında birinci derecede rol oynayan bir çevirmen, dünya yazınının erden gönüllüsü. İki yıl kadar önce onun Halide Edip’ten Almancaya çevirileri üzerinde de durmuştum. O sıra bir iletisinde şunları yazmıştı bana: “Halide Edip Adıvar ve ben… / Halide Edip’e olan merakım çok eskiye dayanıyor. 1960’larda, Türkiye’ye geldikten ve Türkçeyi de iyice öğrendikten sonra ‘Mor Salkımlı Ev’i çok sevmiştim. Yazarın romanlarından bazılarını beğenerek okudumsa da, benim en fazla ilgimi çeken her zaman bu istisna kadının hayatı ve inandığı ülküleri için ettiği mücadeleleriydi. (…) “Çok sene sonra İsviçre’de Bern Üniversitesi’nde şarkiyat okuduğumda, daha ciddi bir şekilde Halide Edip’in hayatı ve eserleriyle üzerinde çalıştım ve bu kadının –Türkiye’de bazen duyulanın aksinetam bir vatanperver olduğunu anla(dım).” Ute, Almancada Sabahattin Ali’nin de çevirmeni aynı zamanda. Daha öncelerde çevirdiği Kürk Mantolu Madonna üçüncü basıma ulaşmış bulunuyor daha şimdiden: Die Madonna im Pelzmantel. Geçtiğimiz ay da Kuyucaklı Yusuf yayımlandı Yusuf adıyla. Her iki Sabahattin Ali romanı da Ute Birgi çevirisiyle Dörlemann basımı olarak yerini aldı Almancada. Şu sıralar Sabahattin Ali’den bir öykü seçkisi üzerinde çalışan Ute, bizde gerektiği ölçüde tanınıyor mu peki, hak ettiği yerde mi; kendi payıma pek sanmıyorum… Mayıslarda Datça’da birlikte oluyoruz Ute’yle, pek sevgili dostumuz Neşe Ekiz’in, eşi Dr. Güngör Beyle birlikte işlettiği Güneş Apart Otel’de. Geçen yılın bu döneminde bitirdi Kuyucaklı Yusuf çevirisini Ute. O sıra Hilmi Etikan dostum da konuktu bizde. Bir kutlama partisi iyi gelecekti doğrusu. Sevgili Hilmi bu amaçla, aradı taradı, uygun yer bulup siparişini verdi pasta için. Üzerine “S.Ali’den Ute’ye” diyerek yazdırdı, teslim edilme saatini de not ettirdi. Öyle ya, Türkiye’deki kısa filmciliğin babası Hilmi bu, onun dakika sektirmez tutumundan Datça’nın pastacısı kurtarabilir mi kendini? Biz sonradan duyduk. Getiren çocuk, Neşe Hanım’ın kapısını çalmış, “Sabahattin Ali Bey, size bir pasta gönderdi,” demiş… Ute, kesip birer dilim dağıttı pastadan, şu sıralar yenice yayımlanan Kuyucaklı Yusuf çevirisinin tamamlanışı onuruna… Böylece birer dilim pastasını da yemiş olduk “Sabahattin Ali Bey”in… Yaa, işte böyle Sabahattin Ali, dünya dillerine pastalar dağıtıp dolaşmaya devam ediyorsun yüreğini taşıyan o kağnınla… Öteki hudutsuz çocuklar Deniz, Yusuf, Hüseyin gibi, hudutsuz isyancı Erdal gibi… 1 Mayıs’ın 6 Mayıs’ında… Güzel Ağabeyim benim, aşkım… n 2014 n S A Y F A 15 hattin Ali gibi aykırı olmayı yeğleyerek farklı yaklaşımlar, sert öne sürüşler getiriyor denebilir bir ölçüde. Ancak Timuçin, bu kavrayışını temellendirmekten de geri durmuyor: “Edebiyat dünyasında değerlendirme yapanlar da değerlendirilenler de… bir bakış eksikliğiyle sakatlanmış gibidirler: kuşaktan kuşağa taşınan yani gelenekselleştirilmiş ya da taşlaşmış pek çok önyargı biriktirilmiştir.” (24) Ama Nâzım’la kimi koşutluklar kurarak sergilediği yaklaşımla bu insanların “toplumcu dünya görüşü”nü, “bir etiket gibi yaşamayı düşünme(diklerini)”, her birinin farklı, ötesinde “[a]danmış yaşamlar” (11) sürdürdüğünü dile getiriyor. Bu yargısını, Sabahattin Ali’den kalkarak, aydın tanımının açılımıyla da örtüştürüyor ayrıca: “…[O]nlar kendilerini gelişen bir insanlığın buyruğunda etkin bir güç olarak ortaya koymanın sorumluluklarını yaşarlar. (…) Adanmışlık bir tür kendini gözden çıkarma olmasa da bir şeyleri göze alma durumudur. (…) Ne olursa olsun bir dehanın kapatılmışlık duyguları içinde geçen ömrü bize yitirilmiş ve yazık edilmiş bir şeylerin varlığını duyurur. (…) Çünkü onlar sorumlulukları gereği aykırıydılar.” (12, 13) Afşar Timuçin, görebildiğimce, Sabahattin Ali’nin kişilik yapısıyla verimleri, verimleme anlayışı arasında bağlar kurarak bu yönde farklı, dikkat çekici bir çalışma getiriyor okur önüne. Bu doğrultuda Sabahattin Ali’nin anlatı evrenleriyle buralara yerleştirdiği karakterlerin kimi yapısal nitelikleriyle kişilik özelliklerine dönük tahlil, açılım bakımından kimi saptamalarını tartışmaya açıyor. Tadımlık olsun diye, şu alıntıyı da aktarıp şimdilik nokta koyayım istiyorum Timuçin’in yaklaşımına: “Sabahattin Ali’nin dünyası özünde bir yalnızın dünyasıdır, yalnızlığa eğilimli bir dünyadır. Kendini ortaklıklardan çok ayrılıklarda vareder gibidir. İçerde de dışarıda da olsa bir kimsesizdir o.” (15, 16) “Sığınmamız gereken bir yer varsa o bizim dışımızda değil içimizde olmalıdır. Sabahattin Ali’nin tüm yazdıkları bu çerçevede bir yapayalnızın, bir bırakılmışın ruh durumunu sezdirir./ Buna göre Sabahattin Ali kişiliğinin çeşitli özelliklerini kahramanlarına 1 M A Y I S
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle