25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

O denli yükseklere çıkmış insanlara kaç kişi eşlik edebilir ki! Ahmet Haşim yalnızlığı hem özel yaşamında hem de şiirlerinde trajik bir ruh hali içinde kabul etmiştir. “Melali anlamayan nesil” ile barışmak, bağdaşmak istemediği ya da ruh yapısı buna uygun olmadığı için yalnızlığı aşarak topluma ait olmaya çalışmak yerine kendinde kalmayı yeğlemiştir. Yahya Kemal ise şiirlerinde kişiseli işlemekten çok ulusun sesi, soluğu olmak istemiş, canlıca bir sosyal yaşam geçirmiş, hep göz önünde kalmış ama aradığı “ruh ufku”nu kendi şiirlerinden, imgeleminden başka hiçbir yerde, kişide bulamamıştır. Bu açıdan bakarsanız, için için hüzündür Yahya Kemal şiiri. “RAHMETLİ PEK OYUNBAZDI” Oğuz Atay’a mektubunuzda onun en çok mektup yazılan yazarlardan biri olduğunu söylüyorsunuz. Mektuplar, onun için yapılan sempozyumlar, yeni kuşak okur Atay’a sahip çıktı. Zamanında anlaşılmayan yazar son yıllarda anlaşıldı mı sizce? Geçmişe inat ona sahip mi çıkmaya çalışılıyor? Oğuz Atay’ın ortaya çıktığı yıllarda ön planda olan toplumcu gerçekçi yazın anlayışıydı. Atay gibi yazarlar bunalım edebiyatı yaptıkları ya da küçük burjuva duyarlılığı taşıdıkları gibi gerekçelerle pek hoş karşılanmazdı. Aslında Atay ortaya çıktığı zaman değeri anlaşılmadı dersek, eksik bir değerlendirme yapmış oluruz. Sorun teknik değildi. O günün yazın ortamı içinde Atay’ın değeri değillendi. Yazarlardan o yıllarda konusu ne olursa olsun iyi yazın değil belirli ideolojilerin gelişmesine katkı yapacak yararlı edebiyat bekleniyordu. Ancak 12 Eylül’den sonra Atay güncel hale geldi. 12 Eylül darbesinin altında kalan acılı ve yenik aydınlar Atay’ın dünyasında kendilerini gördüler. Bozuk düzene katılmakta, ayak uydurmakta, tutunmakta güçlük çeken gençler Atay’ın kitaplarında kendilerini buldular. Atay’ın okur profilini bugün de böylece tanımlayabiliriz bence. Duyarlı, kültürlü gençlerin, ideolojik eğilimleri ne olursa olsun, Oğuz Atay’a kayıtsız kalmaları güçtür. Birçok gencimiz Oğuz Atay kapısından yazın dünyasına girmektedir. Oğuz Atay bir fenomen olmayı sürdürmektedir. Biliyorsunuz bir dönem Şavkar Altınel Atay için “sığ ve yapay” görüşünü dile getirmişti. Siz ne düşünmüştünüz o tartışma açıldığında? Şavkar Altınel çok beğendiğim bir şairdir. Şiir ve yol yazılarını da aynı beğeniyle okuyorum. Ne ki, aktardığınız bu görüşü paylaşmıyorum. Oğuz Atay sığ ve yapay bir dünyayı bir yandan ironiyle, öbür yandan psikolojik derinlik kazandırarak anlatmıştır. Bunu yaparken bazı okurlara sığ ve yapay görünmesi olsa olsa Oğuz Atay’ın bir oyunu olabilir. Biliyorsunuz, rahmetli pek oyunbazdı. “EDEBİYATTA GEÇMİŞ OLMAZ” Rilke ile ilgili yazınızı okuduğumda kendi Rilke hayranlığımla bir hesaplaşmaya gittim ve kendime şu soruyu sordum: Rilke’nin şiirlerini çok seviyorum evet ama Malte Laurids Brigge’nin Notları’ndaki duyguyu şiirlerinden aldığım duygudan çok ayrı tutuyorum, neden?” Siz Rilke’nin şairliği bağlamında Malte C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I Laurids Brigge’nin Notları’nı nereye koyarsınız? Sarsıcı bir soru bu. En yakınımda duran kitaplardan biri Behçet Necatigil’in Malte Laurids Brigge’nin Notları çevirisi. 1966 De Yayınevi basımı. Nasıl güçlü, güzel bir Türkçe Necatigil’inki. Kana kana okumuştum o kitabı. Paris’e ilk gittiğimde kafamda taşıdığım şey Charles Aznavour’un La Boheme şarkısı değil Malte’nin notlarıydı. Bir gece yarısı Seine’e yakın bir sokak aralığında altalta üstüste yatan atılmışları görünce Saint – Michel Bulvarıyla Racine Sokağı arasındaki Malte gibi hissetmiştim kendimi. Kimi roman, kimi anlatı diyor bu kitaba. Önemli mi ne türe girdiği? Ancak Rilke gibi bir şairin yazabileceği satırlar bunlar, Jens Peter Jacobsen’in Niels Lyhne romanını iyice okuyup özümsemiş bir şairin elbette. Rilke’ye Güllerin ve Ölümün Şairi derler. Malte’nin Notları ölümün kitabı, Rilke’nin şiirlerinin arka planı. Kitabı bitirdiğimde “Oğuz Demiralp’in bu geçmiş zaman şahane edebiyat insanlarına dair yazdıkları tamam güzel elbette ama acaba Demiralp bugünün edebiyatından neler okuyor” diye düşündüm. Yeni çıkan yazarları takip edebiliyor musunuz? Yahya Kemal’in Chamberlain’den aktararak ettiği bir söz vardır: “Sanat daima yenidir”. Edebiyatta geçmiş olmaz. Yazarların, yapıtların hepsi yaşıttır. Elbette sizin kastettiğiniz şey bu değil. Biliyorum. Yazın alanındaki gelişmeleri hem Türkiye’de hem de anlayabildiğim yabancı diller aracılığıyla dünyada izlemeye çalışıyorum. Bunun verimleri yazılarıma yansıyor. Siz asıl Türkiye’de yeni çıkan yazarları izleyip izlemediğimi merak ediyorsunuz sanıyorum. Gününün tümünü bu işle geçiren dergi, yayınevi yöneticileri ya da eleştirmenler gibi olmasa da sağa sola bakıyor, ilgimi çeken yapıtları okuyorum, en azından karıştırıyorum. İlginç gelişmeler görüyorum. Örneğin Afili Filintalar’ın çalışmalarıyla ilgileniyorum bugünlerde. Şiir alanında da 160. Kilometre’yi gözden kaçırmış değilim. “NİCELİK HER ZAMAN NİTELİK ANLAMINA GELMİYOR” Siz yıllardır edebiyat aleminin içindesiniz. Sorayım size “gidişat ne alemde” diye… Önce olumludan bakalım: Türkiye’de onlarca, belki de yüzden fazla edebiyat, filoloji fakültesi, okulu var, diyorlar. Binlerce edebiyat öğrencisi demek bu. Türkiye’de geçen yıl yedibinden fazla edebiyat kitabı basılmış. Ne güzel! Önemli gazetelerin edebiyat ekleri oluyor. Bazı televizyon kanallarında da edebiyat programları seyrediyoruz. Onlarca edebiyat dergisi çıkıyor. Konferanslar, söyleşiler, anma günleri, kitap günleri derken onlarca edebiyat etkinliği düzenleniyor. Birçok ödül veriliyor. İnternette birçok edebiyat sitesine rastlıyorsunuz. Sadece internette yayınlanan dergiler, yazanlar var. Türk yazarları yabancı dillere daha çok çevriliyor. Bütün bu etmenler edebiyatın yaşama alanının genişlediğini gösteriyor. Ancak, nicelik her zaman nitelik anlamına gelmiyor. Birkaç yıl önce bir edebiyat fakültesinde master öğrencileriyle eleştiri konulu bir sohbet yapmıştır. Hiçbirinin 1263 “Yazınsal üretime bakarsak, piyasa romanları bugün de en çok satılıp okunanlar. Düzeyli romancı sayısı bence azaldı” diyor Demiralp. şiir okumadığını hayretle öğrenmiştim. Türkiye’de edebiyatla gerçekten ilgilenen, edebiyatı solumadan edemeyen nüfusun önemli ölçüde arttığı konusunda şüphelerim var. Gene de, bu nüfusun ürettiğini sunma olanaklarının alanının genişlemesi olumlu. Buna karşılık: Yazınsız edemeyenler eskiden orada burada kendi aralarında toplanırlar, birbirini arar bulurlardı. Birbirinin yazdığını okurlardı. Böylece aralarında olumlu bir etkileşim doğardı. Günümüzde bu tür temasların ve toplanma mekânlarının azaldığı anlaşılıyor. Görebildiğim kadarıyla günümüz yazarlarının bir çoğu okumakta zayıf kalıyorlar, yazmanın yeterli olduğunu sanıyorlar. Başka bir olumsuz etmen, tecimselliğin, yani ticariliğin ön plana geçmesi. Ayakta kalmak için para kazanma, daha çok kazanmak için büyüme, rekabet kaygıları yayınevlerinin çoğunu etkiliyor. De Yayınevi gibi şövalye ruhlu yayıncılığa koşullar izin vermiyor artık. Büyük kuruluşlara bağlı yayınevleri de mesen ya da hami ruhuyla pek çalışmıyorlar. Şirket zihniyeti egemen yayın yaşamında. Satış umudu yaratmayan yapıtların iyi olsalar da piyasa çıkmaları kolay değil. Az satan iyi yazarları araya sıkıştırmak da kolay olmuyor. Yazınsal üretime bakarsak, piyasa romanları bugün de en çok satılıp okunanlar. Düzeyli romancı sayısı bence azaldı. Buna karşılık öykü alanında birçok düzgün çalışma görülüyor. Şiir alanında da zevkle izlediğim çalışmalar var. İnceleme / araştırma alanı eskiye oranla daha canlı görünüyor. Ancak yaşamöyküsü çalışmalarının yetersizliği yazınımızın en eksik yönü belki de. Deneme türüne yukarıda zaten değindim. Eleştiri çalışmalarında da gelişme görüyorum. Eskiye oranla daha iyi olduğumuz bir alan bu. İnceleme, araştırma, eleştiri gibi türlerin daha da gelişmesi için akademik çevrelerle bildiğimiz, izlediğimiz edebiyat ortamı arasında daha akışkan bir ilişki kurulması gerekli görülüyor. Sonuç olarak Türk edebiyatı yoluna devam ediyor ama eski kült yazarların, şairlerin yerleri doldurulabildi mi diye sormadan edemiyorum. n Okuya Yaza Geçiyor Ömür, Bitmiyor Kitap/ Oğuz Demiralp/ Yapı Kredi Yayınları/ 336 s. ...AKP ile yandaşlarının ortadan kaldırdıklarını övünerek söyledikleri “askeri vesayet”in (!) yerini apaçık bir şekilde “kindar dinsel vesayet” almıştır. Ayrıca muhafazakâr demokratlık gibi kendi içinde çelişkili bir kavram gündeme sokulmuştur. oysa, “muhafazakârlık” ile “demokratlık” asla bağdaşmaz. “Ya muhafazakârsınızdır ya da demokrat. İkisi bir arada olmaz”. ...Kadına yönelik şiddete ilişkin artan farkındalık ve duyarlılıktan söz ediliyor ama her yüz kadınımızdan 39’u hâlâ “eşleri tarafından dövülmeyi normal” bulabiliyor. Bu oran, genç kızlarımızda yüzde 63’lere kadar çıkabiliyor. ...Türkiye’de yaşanan bu ve benzeri tüm çirkin olaylarda nedense hep ünlü ozanımız Ataol Behramoğlu’nun aşağıdaki dizelerini anımsıyorum. Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum. Harlı bir ateş gibi derinde yanan, Haramilerin elinde bunalan... Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum. Zinciri altında kımıldayan, Bitecek sanıldığı yerde başlayan... 1 M A Y I S 2 0 1 4 n S A Y F A 1 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle