19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Oğuz Demiralp’ten “Okuya Yaza Geçiyor Ömür, Bitmiyor Kitap” ‘Yazına gereksinim duymayan bir toplum ancak zombiler toplumu olabilir’ Eleştirel denemeleriyle günümüz edebiyatına derin bakışlar getiren, inceleyip yorumladığı yazarlar ve kitaplarla kendi kanonunu oluşturan Oğuz Demiralp’in yeni kitabı “Okuya Yaza Geçiyor Ömür, Bitmiyor Kitap” okuyucu karşısında. Demiralp bu kez birbirinden bağımsız yazılarını ve metin değeri taşıyan soruşturma yanıtlarını bir araya getirmiş. Her zaman olduğu gibi Demiralp’in bu çalışmasında da derin bir okuma evreni var. Geniş bir kültür alanında dolaşıyor yazar ve kapsamlı okumalarla çıkardığı sonuçları tartışarak ele aldığı tüm yazarlara kültürel ve yazınsal bir açıklık getiriyor. Demiralp’le yeni kitabını konuştuk. r Sibel ORAL iz deneme yazınımızdaki önemli isimlerden birisiniz. Özellikle de yazınsal denemelerde. Merak ettiğim şu: burada yazarın, yani sizin birincil amacı yaptığı çözümlemelerle okurun iştahını kabartmak mı? Okurlardan nasıl geri dönüşler alıyorsunuz? İnsanın ayırıcı, insanı insan yapan bir özelliği dildir. Dilin orta yeri, başkenti de yazındır. O başkentin sokaklarında dolaşmaktan varoluşsal bir haz duyuyorum. Gördüklerimi, duyumsadıklarımı bazen kağıda döküyorum. Ara sıra yazan bir okurum. Okuduklarım üzerine ya da üzerinden yazıyorum. Yazdıklarım okuduklarıma giden bir yol olarak görülebilir. O yolu yürümek keyif veriyor, ele aldığım kitapları ya da konuları okuyup araştırmayı kışkırtıyorsa ne mutlu bana! Yazdıklarım bir işe yarıyor demektir. Örneğin, çeviri S konusunda söylediklerime otuz yıllık bir akademisyenin “konuya bu açıdan bakmamıştım hiç” diye tepki vermesi, Ziya Osman Saba üzerine yazdıklarımı bir okuyanın sıcak beğeni sözleriyle anması gönlümü okşuyor elbette. Yazın bu işte! Yazardan okura, okurdan yazara yazınsal söz dolaşıp yayılıyor. Türkiye’de deneme yazını hak ettiği ilgiyi görüyor mu peki? Görebildiiğim kadarıyla deneme eskiden daha çok okunurdu. Şeytanın avukatı, denemeye ilginin azalmasını Ataç, Fethi Naci, Sabahattin Eyüboğlu gibi yazarların artık olmayışına bağlayabilir, “siz doğru dürüst yazın, biz de okuyalım!” diyebilir elbette. Ancak, bir “İnsan tükenmez”, bir “Mavi ve Kara” bugün çıksalardı kaç kişi ilgilenirdi acaba? Adları iyi bilinen eski denemecilerin kitapları hâlâ satılıyor belki ama gerçekten okunuyor mu? Bırakın yenileri, bir Nermi Uygur, bir Salâh Birsel okunuyor mu doğru dürüst? Rahmetli Serol Teber’in kaç kişi farkına vardı? En önemli iki üç yazınerimizden biri olan Tahsin Yücel’in o üstün denemelerini kaç kişi tartışıyor? Ad vermek istemiyorum ama iyi denemecilerimiz dün vardı, bugün de var. Yapıntı yazarlarımızın, şairlerimizin çok güzel denemeleri, güçlü denemeci yönleri var. Tanzimat döneminden beri gördüğümüz deneme geleneği sürüyor ama daha çok yazar düzleminde. Okuyanları azalmış gibi. Bu da olumsuz bir gelişme. Çünkü deneme, sanat beğenisinin, düşünme yetisinin ve dilin gelişmesini sağlayan bir türdür. Zihni ve ruhu özgür, en azından özerk bireyin dış dünya ile dilsel düzlemde ilişki kurma, kendini ve dünyayı daha iyi anlama çabasıdır. Bu çabaya ülkemizde gereksinim duyulmadığını söylemek doğru olmaz. Montaigne’in denemeleri Avrupalı insanın dönüşümünde Robinson Crusoe ya da Don Kişot denli etkili olmuştur. Yazınsal türler arasındaki sınırların aşınması, aşılması bugün denemenin önemini ve değerini daha da arttırmıştır. Bizim kültürümü zün ve yazınımızın da deneme türüne olan gereksinimi azalmamış, tersine artmıştır. Ne var ki, bir yandan popüler kültür ve medya kültürünün, öbür yandan yazın piyasası koşullarının baskın gelmesi sonucunda denemeye duyulan ilginin alanı daralmış görünmektedir. Bütün bunlara karşın,deneme yazanların yapması gereken inadına bildikleri gibi yazmaktır. “HER OKUMA YENİ BİR KEŞİF” “Okuya Yaza Geçiyor Ömür, Bitmiyor Kitap” ismini düşünürken aklıma geldi. Bir yazarı okumak, yalnızca neler söylediğini öğrenmek değil de, onun eserleriyle yeni ya da başka dünyalara gitmek ve belki de bir ömür yaşamak gibi. Siz bir yazındüşün insanı olarak neler düşünürsünüz? Düşüncenizi paylaşıyorum. Her yapıt yeni bir dünya. Her okuma yeni bir keşif, yeni bir iç zenginleşmesi. Lawrence Durrell’in Avignon Beşlisi’ni kapattıktan sonra Hüseyin Rahmi’nin Ölüm Bir Kurtuluş mudur? kitabına gitmek başdöndürücü bir zihin gezisi oluyor. Kazak şair Oljas Süleymenov’dan Derek Walcott’un Omeros’una bir devri âlem yapıyorsunuz. Yazın zihin ve gönül açıcıdır. Yazılan her satırın arkasında okunmuş yüzlerce satır vardır. Her iyi yazılmış satırın çağrışım gücü vardır. Bir yandan sizi çeker, öbür yandan sizi kendinize gönderir. Yazarın dünyasına giriyorum derken, bakarsınız kendi iç dünyanızdasınızdır. Meksika’yı öğreneyim diye Octavio Paz’ı okursunuz. Türk toplumunu daha iyi anlarsınız. Yazın gönül, dil ve zihin eğitimidir. Yaşama, insan olduğunu duyumsama zevkinin bir parçasıdır. Yazına gereksinim duymayan bir toplum ancak zombiler toplumu olabilir. Ahmet Haşim, Yahya Kemal Beyatlı ile ilgili yazılarınızı okuduğumuzda ikisinin de bir şekilde “çok yalnız” olduğunu –belki de bırakıldığını hatırlıyoruz yeniden. Siz onların bu yalnızlığı, içe kapanmışlığı ve şiirlerine yansımasıyla ilgili neler söylersiniz? K İ T A P S A Y I 1263 “Yazın zihin ve gönül açıcıdır. Yazılan her satırın arkasında okunmuş yüzlerce satır vardır. Her iyi yazılmış satırın çağrışım gücü vardır. Bir yandan sizi çeker, öbür yandan sizi kendinize gönderir. Yazarın dünyasına giriyorum derken, bakarsınız kendi iç dünyanızdasınızdır.” S A Y F A 1 2 n 1 M A Y I S 2 0 1 4 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle