Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O Harun Candan ilk romanı “Hayalname”de kırık bir aşk öyküsünün ardından bir köye imam olan yalnız bir gencin define peşindeyken istemeden katil olmasını ve ardından başından geçenleri anlatıyor. Arnon Grunberg “Hastalıksız Adam”da hastalıklı denecek bir yapıya ve alışkanlıklara sahip Avrupalı bir adamın mesleğinde başarıya ulaşmak uğruna Ortadoğu’da yaşadıklarına değiniyor. kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Hayalname madır, rüyadır” deyip tüm anlattıklarının bir kurgu olduğunu vurgulamak ve “Kadere iman etmelisin” mesajı ile noktayı koymak işin biraz kolayına kaçmak gibi olmuş. Kahramanımız o “rüya”dan uyanmasaydı başına neler gelecek, sonunda adalet yerini nasıl bulacaktı merak etmemek elde değil. Ben, Harun Candan’ın romanı başladığı yere döndürmek yerine tamamlayıp son noktayı koymasını tercih ederdim. “Hayalname” keyifle, merakla okunan, edebi tadı yerinde bir roman. Keşke yayınevi arka kapakta şiirsel ve gizemli cümleler kullanmak yerine romanın polisiye macera niteliğini de belirten bir tanıtım yapsaydı. Belki o zaman okura daha hızlı ulaşır, daha çok okunma şansı olurdu. Harun Candan Cem Erciyes’e ayalname”nin (2014, İletişim Yay.) kahramanı annesini babasını küçük yaşta kaybetmiş bir genç. Babası kendi gibi imam olmasını istediğinden olsa gerek dini eğitim almış. İstanbul’da ilahiyat fakültesinde okurken bir tesadüf yaşamını değiştiriyor. Süleymaniye Camisi’nin şadırvanında abdest alırken genç ve güzel bir kadın fotoğrafını çekiyor. Fotoğrafın bir kopyasını almak bahanesi ile buluştuklarında da aralarında bir ilişki başlıyor. Kahramanımızın yaşamındaki ilk aşktır bu. Gizem’le birlikte güzel günler geçiriyorlar. Çok farklı yaşam biçimleri olan Gizem’le kahramanımız belki de zıtların birlikteliğini oluşturuyor. Birbirlerinde hiç tanımadıkları yaşamları tanıma arzusu onları yakınlaştırıyor. Kahramanımız kurallarla yaşamaya alışkın dini inançlarına bağlı köy kökenli bir delikanlı. Gizem kentli, modern, hiçbir inancı, kuralı sorgulayıp ikna olmadan benimsemeyecek yapıda genç bir kadın. Tıpkı eski Türk filmlerindeki gibi bir ilişki ve o filmlerdeki gibi iki genç arasında cinsel bir yakınlaşma olmuyor. Bu hem kahramanımızın yanlış bir hareket yapıp istemeden ilişkinin bitmesine neden olurum korkusundan kaynaklanıyor hem de dini inançları nedeniyle bir kadınla nikâh olmadan birlikte olamayacağı için kendine hâkim oluyor. Karşı taraftan gelen işaretlere de cevap vermiyor. Ayrılıklarında da kahramanımızın bu uzak duruşu önemli etken. Gizem’in yurtdışına gidip fotoğrafçılık eğitimi almaya karar vermesi ile yaşamındaki tek varlık nedenini kaybettiğini düşünüp gelecekle ilgili planlarını değiştiriyor. Akademisyen olmaktan vazgeçip imam olmak için başvuruyor ve bir dağ köyüne atanıyor. Orada aşk acılarını dindirmek için uzun yürüyüşler yaparken define aramak için köye gelen bir adamın teklifini kabul edince roman tamamen S A Y F A 8 n 17 “H farklı bir mecraya kayıyor. Bu adamla tepedeki kaleye çıkıp defineyi aradığı sırada yaşadığı olaylar sonucunda kendini dilsiz ve hamile gencecik bir kadınla birlikte katil zanlısı olarak polisten kaçarken buluyor kahramanımız. Harun Candan iyi bir anlatıcı. “Hayalname” de bir ilk roman olarak oldukça HASTALIKSIZ ADAM başarılı. Roman ilk bölümde dindar delikanlı ile özgür genç kadının aşk ilişkileArnon Grunberg “Hastalıksız Adam”da rinde yaşadıkları değerler ve inançlar ça(Aralık 2013, çev. Gül Özlen, Alef Yay.) tışması olarak gelişecekmiş gibi görünse hastalıklı denecek bir yapıya ve alışde ikinci bölümde bir cinayet romanı, kanlıklara sahip Avrupalı bir adamın polisiye havasına bürünüyor. Aşk öyküsü mesleğinde başarıya ulaşmak uğruna de bırakıldığı yerde kalıOrtadoğu’da yaşadıklarını anlatıyor. yor. Hatta kahramanımız Samerandra Ambani Hintli bir baba kazara işlediği cinayetin ile İsviçreli anneden doğmuş kendini tek tanığı olan ve adını tam anlamıyla İsviçreli hisseden genç bile öğrenemeyip Lâl bir mimar. Babası gibi “Hijyenik, güvediye seslendiği genç nilir, tarafsız, disiplinli ve itaatkâr” olmak kadına ilgi duymaya, istiyor. Avustralyalı bir arkadaşı ile bir onunla evlenip karnındaki mimarlık bürosu kurmuşlar. Geçinebiçocuğa baba olup bir aile lecek kadar para kazanıyor. Tek derdi kurmaya bile niyetleniyor, doğuştan ölümcül bir kas hastası kız o yönde teşebbüslerde bulunuyor. “Hayalname”nin kahramanının esas özelliği ve romanı farklı kılan yanı çok evhamlı, aşırı temkinli biri olması. Olayları daha yaşanmadan kafasında sonuçlandırıyor. Ama tüm tedbirli hâllerine rağmen en olmayacak işlere de giriveriyor. Gizem’le fotoğrafını alma bahanesi ile buluşması bunların en az tehlikelisi ise yeni tanıdığı bir adamla define aramaya gitmesi de en tehlikelisi. Anlattıklarını hep kadere bağlasa da başına gelenlerin nedeninin kendi ruh hali olduğunu anlıyoruz. “Hayalname”nin finali ise bence tartışılmalı. Arnon Grunberg’in yalın bir anlatımı, keskin bir dili var. Zaman zaman bir rapor okuyor duygusuna bile kapılabilirsiniz. “Dünya hayatı yanılsa2014 kardeşini ABD’de tedavi ettirecek parayı bulmak. Aslında bu tedavinin kardeşini iyileştirmeyeceğini ve ölümün kaçınılmaz olduğunu da biliyor. Yine de çok para kazanması gerektiğini düşünmesi işinde itici güç oluyor ve nihayet başının belaya girmesine de neden oluyor. Sam diye çağrılan Samerandra hijyen saplantısı ile, aşk, sevgi, acıma gibi duyguları hissetmemesi ile aslında hastalıklı bir yapıda. Annesini, kardeşini sevmesi, kız arkadaşını uzun bir seyahate gittiğinde özlemesi gerektiğini biliyor ama ancak görev bilinciyle o duyguları yaşıyor. Bağdat’a opera yapmak üzere açılan bir yarışmada projesini sunmak üzere Irak’a gidince hayatı tamamen değişiyor. Bir sürü macera ve garip ilişkiden sonra kendini pis bir hücrede buluyor. İşkence görüyor. Sonunda İsviçreli diplomatların çabası ile ülkesine döndüğünde yaşadıklarını belleğinde bastırarak ve bazı cinsel fantezilerle yok saymaya çalışıyor. Hatta işi o noktaya getiriyor ki Dubai’den bir kütüphane – sığınak projesini çizme teklifi geldiğinde ortağının tüm uyarılarına rağmen uzun süreli bir iş seyahati için oraya gitmeye çekinmiyor. Ve yine her zamanki “Avrupalılığı” ile davranıyor. Yaşadıklarından, özellikle Bağdat’ta yaşadıklarından bir ders çıkartmadığı gibi olup bitene de kendi koşullanmışlıklarının dışında bakmayı hiçbir şekilde beceremiyor. Sonuç olarak da kendini yine bir hücrede Mossad ajanı olduğu ve bir adamı öldürdüğü suçlamasıyla idam cezası talebiyle yargılanırken buluyor. Arnon Grunberg, Samerandra Ambani’nin kişiliği ve yaşadıkları üzerinden önemli tartışmalara da girmiş. Samerandra kendini ne kadar Avrupalı hissederse hissetsin hem vatandaşı olduğu İsviçrelilerin gözünde hem de Ortadoğu’da bir “Hintli”dir. Safkan bir Avrupalı için hoş görülebilecek saflıkları var ama o yarım kan. Batılı olarak kolayca yakayı sıyırabileceği olaylarda “Ama sen...” diye başlayan, Hint kökenini hatırlatan cümlelere ve muamelelere muhatap oluyor. “Öteki” olduğu ve ne kadar değişmeye çalışsa da teninin rengi nedeniyle öyle kalacağı eninde sonunda yüzüne vuruluyor. Diğer gerçek ise yarımkan da olsa sonuçta Batılı olan Sam’in Ortadoğulu bir insanı anlamasının mümkün olmadığı. Empati kurmaya çalışsa da ne kadar onları anlayacak orası da meçhul. Karşısındakilerin de kendisini anlamasının mümkün olmadığı özellikle sorgulama bölümlerinde ortaya çıkıyor. Arnon Grunberg’in yalın bir anlatımı, keskin bir dili var. Zaman zaman bir rapor okuyor duygusuna bile kapılabilirsiniz. Ama bu anlatımla kahramanını inandırıcı bir biçimde var etmekle kalmıyor onun içdünyasına nüfuz etmemizi de sağlıyor. “Hastalıksız Adam” konusu itibarıyla sürükleyici bir roman olsa da bir casus romanındaki gibi sonunda her şeyin nedenini izah edip gerçek suçlunun kimliğini ortaya çıkartmıyor. Aksine Samerandra Ambani’nin saflığının kurbanı olmuş bir Avrupalı masum mu yoksa okur dahil herkesi suçsuzluğuna ikna etmeye çalışan ve gerçek kimliğini ve eylemlerini ustaca gizleyen iyi bir casus mu olduğu aklımızda soru işareti olarak kalıyor. n K İ T A P S A Y I 1261 N İ S A N Fotoğraf: Nazım TAŞAN C U M H U R İ Y E T