Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
le yaşadığı topluma, içine doğduğu kültüre ve sonunda kendine yabancılaşmıştı. Bu okuduğum satırlar belleğimde tazeliğini korurken 1980 askeri darbesi oldu. Ülkede son hızıyla yayılmaya başlayan Türkİslam sentezinde vücut bulan muhafazakâr ideoloji için de kötü adam belliydi: Batıcı, materyalist, solcu aydınlar. Edebiyatta, sanatta, düşün hayatında yeni, modern, farklı, deneysel ne varsa “halka yabancı” diye yaftalanarak aşağılandığı bu dönemdeki atmosfer ne yazık ki hiç bitmedi, günden güne gelişti ve ana söylem haline geldi. Bu karmaşa içinde zaman zaman Beşir Fuat’la ilgili yazılara hatta şiirlere rastlıyor bu trajik karakteri daha fazla tanıyamadığım için üzülüyordum. Yaşadığım çağda o ezilmek ve yok edilmek istenen aydının arketipiydi o. Enis Batur’un “Beşir Fuat, yanlış kardeşim benim” diye biten şiirine cevaben yazıldığını sandığım Ahmet Oktay’ın o harika şiirinde, örneğin, cinnet korkusundan, Cizvit mektebinden, “intiharımı da fenne tatbik edeceğim” kararlığından söz ettiğini okuduğumda merakım daha da artıyordu. Daha sonra bu merak Beşir Fuat’la ilgili bir roman yazma fikrine dönüştü. İşte o zaman, daha ayrıntılı okuduğumda, kendi yazdıklarına ulaştığımda anladım ne kadar önemli bir yazar olduğunu. “GEÇMİŞTE GÖRDÜĞÜMÜZ YAŞADIĞIMIZ ŞİMDİDİR, HATTA GELECEKTİR” Benim bildiğim Beşir Fuat’ın Fransa’da yaşayan kızı vardı ve Selim’i bulduğunda aynen roman kahramanımız Fuat’ın aldığı gibi uyarıyla karşılaşıp Fransa’ya geri döndü. Fuat yani “roman kahramanımız” geri dönmedi. Fuat bir “şey”in gölgesi ya da hayaleti mi? Evet çünkü Feride bir askerle evliydi, tek başına İstanbul’da kalmasının bir anlamı olamazdı. Ama Fuat’ın Paris’e dönmesi için bir neden yok... En azından bizim okuduğumuz zaman süresince. Gölgeler ve Hayaller Şehrinde/ MuBen onun bu Gölgeler ve Hayaller Şehrat Gülsoy/ Can Yayınları/ 300 s. rinde yok olmasını arzu ettim. “Deli, aklından başka her şeyini yitirmiştir” sözünü bilrsiniz. Beşir Fuat ve romanın kahramanı Fuat’ı düşündüğümde bu söz doğrulanıyor gibi. Siz ne dersiniz? Beşir Fuat deli miydi? Bunu bilmiyoruz. Daha doğrusu emin olamıyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var, o da annesinin çok ciddi bir akıl hastalığı olduğu ve Beşir Fuat’ın da benzer bir şekilde aklını kaybetmekten korktuğu bir vakıa. Tabii benim yazmaktan hoşlandığım bir konu olduğunu da eklemeliyim. Aklın sınırları aynı zamanda anlatının sınırlarına karşılık geliyor benim için. Hikâyenin sınırları da her zaman ilgim çeken, beni heyecanlandıran bir konu olduğu için bu romanda bu temalar yine üst üste geldi. Sultan Abdülaziz’in sözdeintiharı, Sultan Murat’ın delirmesi (belki de delirttiler) ve Beşir Fuat ve metninizdeki Fuat... “Hasta Adam”larla dolu. Tüm bunları düşününce ve tabii tarih “Babalar ve oğullar arasındaki devamlılık ve kesintiler üzerinden hayatı okumak mümkün. Çünkü insanın kim içinde “hasta adam”lar hakkında olduğu ya da kim olmadığı babasıyla kurduğu ilişkide gizlidir” diyor Murat Gülsoy. ne dersiniz? Fotoğraf: Kaan SAĞANAK “Hasta Adam” Osmanlı’nın son döneminde Avrupalıların bize bakışlarını özetleyen bir niteleme. Romanımda bu niteleme sadece fiziksel bir hastalığı nitelemiyor, aynı zamanda akıl sağlığıyla, düşünceyle, zihinle hatta zihniyetle ilgili bir soruna işaret ediyor. Bu da ilginç bir kesişim oldu. Peki, Fuat’ın defterini bulup yıllarca tercüme eden M.F.A’ya ne oldu? Onun için nasıl bir süreçti Fuat’ın varlığına tanık olmak? Fuat ile uzun bir zaman İstanbul’un sokaklarını arşınladığını, kaybolup giden eskinin ardından iç çekerek izlediğini söylüyor girişteki mektubunda. 1968’de bu defteri bulduğunda Türkiye ve dünya farklı bir heyecanla bir yerlere doğru evriliyor ancak M.F.A. biraz da bu gidişata tepki olarak geçmişe dönüyor. Oysa geçmişte gördüğümüz yaşadığımız şimdidir, hatta gelecektir. Şöyle de bir şey var; babasının tercümesini bulan hiç tanımadığımız oğlu da var aslında hikâyenin içinde. Babadan oğula neler geçti kim bilir diye düşünmeden edemiyor insan... Babalar ve oğullar arasındaki devamlılık ve kesintiler üzerinden hayatı okumak mümkün. Çünkü insanın kim olduğu ya da kim olmadığı babasıyla kurduğu ilişkide gizlidir. Babayla çatışmanın sonucunda insanın asal dramatik hikâyesi ortaya çıkar. Romanın sonunda Fuat gibi, o “hürriyet balonu” gibi okur da o köprünün altında kalıyor. E tabii biraz da arada kalıyor merakla birlikte. Ne oldu, ne olmuş olabilir, delirdi mi, intihar mı etti yoksa hala bir hayalet gibi buralarda mı dolaşıyor? Sonunda tuhaf bir etkisi var. Sizde nasıl bitti metin merak ediyorum... Bunun bir önemi yok. Benim için Fuat, Gölgeler ve Hayaller Şehrinde dolaşmaya devam edecek. O sahnelerin içinde sonsuzca tekrar edecek sorusunu: Ben kimim? n C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1261 1 7 N İ S A N 2 0 1 4 n S A Y F A 2 3