Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tuncer Erdem’den “bak, gene o şey” Üç harfli diril(t)meler Tuncer Erdem’in üçüncü öykü kitabı “bak, gene o şey”, küçümen hikâyelerinde geniş görme açıları vaat ediyor okuyuculara. Yazarın mekân yaratmadaki gücü ise dikkate değer. r Banu AKTAN öykülerin seviyesini bir adım öteye taşıyor. Yazarın mekân yaratmadaki bu çabaları göz önüne alındığında ise öykülerdeki dikkat çeken ilk şeyin yüksek görsel güç olması şaşırtmıyor. Öyküler ilerledikçe Tuncer Erdem’in bahsettiği mekânlar ve detayları bir bir gözünüzün önüne gelecek. Sinematografik bir anlatım değil bu ama. Daha çok fotoğrafa yakın. Yazarın geçmişini ve çizgiyle karışık edebiyat kitaplarını kurcaladığımızda bu durumun nasıl ortaya çıktığı daha net anlaşılıyor. “YA ÖYLE DEĞİLSE?” Öyküye çizgi dünyası üzerinen adım atmış biri Tuncer Erdem. Çizgi dünyasının öne çıkan birçok yayınında imzasına rastlamak mümkün: Ses, Çarşaf, Gırgır, Limon, Nankör, Deli, Express, Öküz... Tüm bu dergilerde çizgileriyle var olduktan sonra öykü yazmaya başlıyor. Hâliyle çizgilerinden aldığı mekân yaratmadaki gücünü öykülerine de taşıyor... Ayını şekilde, çizgilerinden aldığı bir başka yönü daha var Erdem’in: Olağanlığı. Bu diline de büyük ölçü de yansımış ki sizinle adeta sohbet eden bir anlatıcıdan okuyoruz tüm bu öyküleri. Sanki daha dün başından geçmiş bir hikâyeyi sıcağı sıcağına arkadaşına yetiştirmeye çalışan bir anlatıcı bu. Tüm Fotoğraf: Gürkan AYDENİZ doğallığıyla okuyanlarda da karşılığını buluyor tabii. Öyküleri aynı kavram başlığı altında toplayan en önemli olgu ise “duygular”. Kitaptaki tüm öykülerin farklı duygu dünyaları var ancak sorduğu soru genelde değişmiyor: “Ya öyle değilse? Yani göründüğü gibi değilse?” İşte bu iki küçük soru, yazarın hemen tüm öykülerinde karşımıza çıkacak çünkü kitaptaki metinlerin çoğunun temel sorunu hâlinde. Bu sorulardan hız alarak “tedirgin” ruhların resmi geçidi de diyebiliriz Tuncer Erdem’in öykülerine ama bu tedirginliğin de sınırları belli: Kentli tedirginliklerden ateşliyor öykü fitillerini Erdem. Bu da görülenin görülmeyen, duyulanın duyulmayan, hissedilenin hissedilmeyen tarafından bakmaya itiyor insanı; tıpkı Tuncer Erdem’de olduğu gibi. Bu doğrultuda kitaptaki küçümen öykülerde, geniş görme açıları vaat ediyor okuyucularına yazar. Yaşadığımız dünyaya, bir de başka bir paralelden; Tuncer Erdem’in yarattığı paralelden bakmak isteyenler için... n bak, gene o şey/ Tuncer Erdem/ Yapı Kredi Yayınları/ 92 s. K İ T A P S A Y I 1261 üşlerimde günlük hayatı imgelerle süslemeyi, sıradanlığı olağanüstü göstermeyi öğrendim; kuytu köşeleri, ölü eşyaları yalancı bir güneşle parlatmayı, belki bir teselli olur diye, kendim; anlattığım cümlelere ahenk katmayı.” Yukarıdaki sözler, Fernando Pessoa’nın kült yapıtı Huzursuzluğun Kitabı’ndan. Tuncer Erdem’in yeni yayımlanan öykü toplamı bak, gene o şey’in ise hemen açılış sayfasında yer alıyor. Pessoa’nın ölümünden sonra bir araya getirilmesi bile yıllar alan kitabından yapılan bu alıntı, Tuncer Erdem’in üçüncü öykü kitabını anlamamızda bizim için kilit taşı görevi üstlenecek çünkü yazar, hepsi ayrı dünyalardan bahsetse de belirli bir bütünlük içinde kurmuş öykülerini. Bu bütünlüğün harcını da Pessoa’nın bu cümleleriyle atmış. Bu noktadan yola çıkarak genel bir bakışla şu söylenebilir Tuncer Erdem’in öyküleri için: Sıradan gibi görülen ve algılanan dünyaların, farklı bakış açılarıyla yeni yansımalara, duyuşlara gebe olacağını anlatmaya çalışıyorlar. Ancak bir yanı da var ki, okuyucuya, bu farklı bakış açılarının doğuş ve sonuçlarını anlatırken aslında her şeyin, algılama biçimlerinin insanda nasıl tezahür ettiğiyle ilgili olduğunu ispatlıyor bize. Farklı çeşmelerden su içen, farklı hayatları sürdüren, farklı havaları soluyan öykü kişileri var Tuncer Erdem’in. Ancak tüm bu farklılıkların bir çatı altında toplanabilmesini sağlayan bazı küçük ilmekler, öyküler arasında bir bütülük sağladığı gibi, kitabın da belli bir kavram başlığı altında oluşmasına meydan veriyor. En basitinden söyleyecek olursak, Tuncer Erdem öykü isimlerinde bile bu bütünlüğü gözetmeye çalışmış yazar: Hepsi, üç harfli kelimelerden oluşuyor. Tabii bu işin sadece görünen yüzü. Algı ve mantık ekseninde de belirli bir zemin tutturmaya çalışmış Erdem. Bunu da daha çok öykülerin duygu atmosferi ve yarattığı mekânlar düzeleminde yakalamaya çalışmış. Bu bağlamda da öykü kişilerinden çok yaşadıkları ve bu yaşanılanların mekânları öne çıkıyor kitapta. Benzer ruh halleri ve atmosferler içinse bir “çeşitleme” arayışı da diyebiliriz bu kapsamda baktığımızda Tuncer Erdem’in öykülerine ama emin olun öyküleri okurken çok daha fazlasına sahip olacaksınız. Özellikle de yazarın, mekân yaratmadaki çabaları ve başarısı, S A Y F A 3 0 n 1 7 N İ S A N 2 0 1 4 “D C U M H U R İ Y E T