25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

nın ve tabii manastırlardaki ruhban sınıfının, ebedi mevsim döngüsüne ve gün içinde ibadet saatlerine sabah duası, şafak duası, erken sabah duası, sabah ortası duası, öğlen duası, öğleden sonra duası, akşam duasına ve son duaya göre yaşadığı bir çağdır.” İMGESEL VE KAMUSAL SANAT Ortaçağ’la beraber tarihin yeniden yazılmaya ve yorumlanmaya başladığı bir gerçek. Üstelik bu çağda bir parçalanmadan ya da bozulmuş parçalardan belli yapılar inşa edildiği de unutulmamalı. Aktarımlar, keşifler ve etkileşimlerle Ortaçağ, bol aktörlü biçimiyle de dikkat çekerken kitabın yazarları özellikle bunu göz ardı etmememizi istiyor. Binyılcılık krizi ve “vahiy”in yorumlanışındaki açmazları paranteze aldığımızda Ortaçağ’ın düşünsel dünyasındaki zenginliği keşfedebiliriz. Eco’nun deyişiyle klasik miras yeniden özenle incelendiğinde Ortaçağ’daki felsefi durgunluk yerini hareketlenme ve gelişmeye bırakır. Bu da sonraki dönemlerin habercisi olur. Ama unutulmamalı ki Ortaçağ’ın söz konusu düşünsel hareketliliğini ve anlamını kavramak sabırlı bir incelemeyle başarılabilir. Aynı şekilde bu dönemin bilim ve tekniğinin damarlarında gezinmek için üniversitelerin kuruluşunu, devasa kütüphanelerin varlığını, İskenderiye ekolünü, manastırlardaki eğitim ve kültür ortamını ve Araplarla Avrupalıların bilimsel alışverişini pür dikkat takip etmek gerekir. Ortaçağ’daki sanat yaklaşımı da benzer bir ilgiye ihtiyaç duyuyor. Eco’yla beraber çalışan yazar kadrosu, bu çağın sanatının belkemiğini Hıristiyanlığın oluşturduğunu söyler ama Antikçağ’la bağlantının da es geçilmemesi gerektiğine atıf yapar. İmgesel anlatımın bolluğu yanında kamusal tarafı, Ortaçağ sanatının belirleyici yönü. Valentino Pace’ye kulak verelim: “Hıristiyan sanatının temellerinin kaçınılmaz olarak dayandığı sosyokültürel bağlam, dini ve seküler işleve sahip kamusal yapılardan oluşan bir sistem öngörür; sanat hamileriyle inananlar arasındaki temel iletişim ihti yacı bu bağlamın kendini ifade şekli ve ritüellerine dayanır.” Konuyu daralttığımızda, Ortaçağ sanatının “mesaj” taşıyan eserleri müzikte de görülüyor. Müziğin Tanrı’ya teşekkür enstrümanı olarak kullanılması buna örnek olarak verilebilir. Aynı şekilde müzikle birlikte icra edilen dans, günahtan arınma aracıyken ironik biçimde kendini teşhir aracı olarak da algılanır. ÇELİŞKİLERİ GİZLEME EĞİLİMİ Tüm bunları alt alta topladığımızda elimizde ne var? Öncelikle Ortaçağ uzak bir dönem değil. Çünkü Eco’nun da belirttiği gibi hâlâ onun mirasını kullanıyoruz. Pek çok bilimsel, tıbbi ve teknik mirasın yanında örneğin hükümet konakları bile Ortaçağ’dan günümüze hediye. Yine aynı şekilde bir dolu icat da öyle: Kâğıt, şömine, giysiler, satranç, gözlük ve pencere camı… Ortaçağ’ın hayal gücü de dikkat çekici. Bu anlamda dönemin insanlarının yaşadığı ortamın tasviri de önemli; Eco bu noktada bize yardım ediyor: “Ortaçağ insanları anlamlarla, atıflarla, üst anlamlarla dolu, Tanrı’nın her yerde göründüğü, doğal dünyasında simgesel bir dilin konuşulduğu, aslanların sadece aslan olmadığı, cevizlerin sadece ceviz olmadığı, hipogriflerin aslanlar kadar gerçek olduğu (çünkü daha üstün bir hakikatin varlığına inanılırdı), tamamı Tanrı’nın eliyle yazılmış gibi görünen bir dünyada yaşıyordu (…) Ortaçağ insanı, dünyayı dolduran bütün unsurlara taşlara, bitkilere, hayvanlara mistik bir anlam yükler.” Bunun anlamı açık: Doğrudan erişilemeyen Tanrı’nın simgeler yoluyla iletişim kurması. Yeni Platonculuk ve Kutsal Kitaplar sağ olsun. Eco’nun deyişiyle “çelişkileri gizlemeye eğilimli” Ortaçağ, düşünce dünyasında da büyük oranda mükemmelliği ifade etmeye; hemen her şeyi “Tanrı’nın gözünden göstermeye” uğraşır. Ancak şu mimin koyulması zorunlu: Ortaçağ’da kesin yenilgi veya zaferi görmek pek mümkün değil. Zaten o yüzden Eco “karanlık çağ” klişesi ya da nitelemesine soğukkanlı yaklaşıyor. Eco’nun editörlüğünde hazırlanan (ve birkaç cildi de yolda olan) yapıt, her şeyden önce bir kültür kitabı. Dolayısıyla ayrıntı denizinde boğuluyormuşsunuz gibi gelse de gerçekte Ortaçağ’a dair sarsılmaz görünen duvarlardan tuğlalar çekmeye yardımcı oluyor. Yazarlar herhangi ucuz bir savunma refleksine girmeden kendilerine ait bölümlerde, Ortaçağ’ın bir ara dönem ya da geçiş süreci olmadığını, aksine ardından gelen zaman dilimini etkileyişini ve kişilerin ufkunu nasıl açtığını somut ve nesnel biçimde göstermeye uğraşıyor. Kitapta anlatılanlar bize alttan alta, Ortaçağ’a tek bir anlayış ve merkezden bakmamak gerektiğini söylüyor. Yani Eco ve yazarlar, Ortaçağ’ın çok yönlülüğünün, bilgiler yerine kanıların ve kanaatlerin etrafında gezinerek dogmalara mahkum edilmemesi dileğinde bulunuyor. Böylece hem Eco hem de yazarlar, Ortaçağ’a ilişkin bir bilinç oluşturmaya çalışıyor. n alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr Ortaçağ: Barbarlar, Hıristiyanlar, Müslümanlar/ Editör: Umberto Eco/ Çeviren: Lale Tonguç Basmacı/ Alfa Yayınları/ 936 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1258 2 7 M A R T 2 0 1 4 n S A Y F A 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle