05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K avid Vann, Can tarafından yayımlanan Caribou Adası (Çev.: Cem Alpan, 2012), Pislik (Çev.: Esra Birkan, 2013), Keçi Dağı (Çev.: Suat Ertüzün, 2014) adlı romanlarında kişinin, yok etmeye dönük dürtüsüne yöneliyor, bunun altında yatan nedenler üzerine yazınsal bir kazıya çıkarıyor okuru… Bizde de bu izleğe ilgi gösterilir, yazarlarımız bunu temellendirirken yoğun çaba sergiliyor. Süreğenlik de dikkati çekici. Geçen yarımayda Vann’ın üç romanı üzerinde dururken son dönem yayımladıkları romanlarıyla bizden Mürselin Kurt, Gönül Çatalcalı, Mehmet Taşdemir, Fatih Balkış, Mehmet Can Şaşmaz, Mehmet Fırat Pürselim, Fatih Öcal vb. yazarların da bu izlek çevresindeki verimlerine eğileceğimi söylemiştim. Bu yarımayda söz konusu izlek odağında ilk romanlarıyla üç öykücüyü ağırlayacağım. Sonradan okuduğum Fatih Balkış’ın ilk romanı Yerçekimi’ne (2014), Mehmet Taşdemir’in ikinci romanı Mağluplar’a (Agora, 2014), Mürselin Kurt’un üçüncü romanı Karanlıkta Körebe’ye (Ayrıntı, 2014), ayrıca Fatih Öcal’ın ilk romanı Mayıs’a (Can, 2014), bunlardaki “yok etme” dürtüsüne ileride yer açacağım… Vann’la ilişkiyi göz ardı etmeden üç öykücümüzün ilk romanına getireceğim şimdi sözü… Gönül Çatalcalı’dan İsimsiz (Tekin, 2014), Mehmet Can Şaşmaz’dan Güzey (Pan, 2014), Mehmet Fırat Pürselim’den Emanetimdeki Hayatlar ya da Acı Defteri (Aya, 2014)… Üç roman da, David Vann izleklerinin birer örnekçesi yine… Çatalcalı ile Şaşmaz’ın öykü kitaplarına yer açmıştım geçmişte. Pürselim’in de kimi öykülerine değinmiştim. MEHMET FIRAT PÜRSELİM… Mehmet Fırat Pürselim, “Çok acı var, dayanamıyorum,” notuyla yaşamı terk eden genç bilimci Dicle Koğacıoğlu’ya sunuyor yapıtını. Dicle’mizi yitirişin beşinci yılında (5.10.2014) Pürselim’in böyle bir romanla onu selamlaması elbette anlamlı. Ayrıca bu, yazarın dünya görüşü, yaşama bakışı açısından da önemli bir dayanak… Okuru kendine bağlamanın gizlerine ermiş bir yazar Mehmet Fırat Pürselim. Anlatıcısı aracılığıyla kurduğu roman evreninde gerçektenlik yayan içten satırlar, anlatıcının kendisini alaya alabilmekteki rahatlığı, metnin benimsenişine katkı sağlıyor. O halde anlatı sorunlarını aşmış bir yazarla karşı karşıyayız. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] Üç öykücü; üç ilk roman... Yıllar, yıllar önce romanlarda intiharlar bir ölçüde yazınsal fantezi olarak çıkardı karşımıza. Bunda, 1930’lar Türkiyesi’nde yazını, öteki sanatları yeniden yapılandırmaya dönük Halkevci tutumun da payı vardı kuşkusuz. Bu yüzden intiharlar yaşanmakla birlikte, özendirici olmasın diye bunlara vurgu yapılmazdı. D Ne Mehmet Can Şaşmaz var ki ilk sayfalarda daha okur M. Fırat Pürselim önüne apaçık bir yol haritası bırakıyor yazar. Ölü sevgilinin, üstelik salt anlatıma dayalı burası. “Canına olarak roman boyunca geztak ed(en) sadirilişi de bunun göstergesi. ati ileri sar(ar), Romanın kıvrak ama yetin‘Hadi eyvallah!’” mesiz karakteri Mehmet, Gönül Çatalcalı ile Sadık Aslankara (46) Ötesinde parıltılı söylemlerle okuru yazar, insanlar peşinden sürüklerken yer kadar atları da katar bu yer bir iç roman dokusuyla örtüşür nitelikeyleme… teki yan kişiler de özöyküsel anlatımlarıyla Bir yandan Güzey’dekarşımıza gelebiliyor. ki karakterleri tanıyıp Anlatıcının intihar eğilimi, girişimleri, onların derin vuruklarıyla rastlantıyla yaşamının kesiştiği pek çok tanışıyorsunuz, öte yankişide farklı zamanlarda yeniden ortaya dan güldür güldür akan çıkan kendini ya da ötekini yok etme dürbir roman okuyorsunuz. tüsüyle örtüşüyor. Ancak anlatıcı onları Bunda yazarın, yapıtını anlamaya çalışırken acılarını da sırtlanmak enikonu aykırı gerçekçi temele yaslamasızorundadır. Bunca karakter bolluğu, kişilenın da payı var kuşkusuz. Metin Kaçan’ın rin temellendirmesini güçleştirirken acıların Ağır Roman’ından, Berna Durmaz’ın Fasit paylaşımı bir sıcaklık yayacaktır ister isteDaire’sinden sonra Mehmet Can Şaşmaz mez… farklı bir dünya örüntüsüyle çıkıyor gerçekSonuçta Emanetimdeki Hayatlar ya da ten karşımıza. Acı Defteri, acılar çetelesi biçimine dönüKaymakam kadar sürekli intihar hülyaşen bir anlatımdan kurtaramıyor kendini. sıyla gezinen Devran karakterine de değiÜstelik temel kişi anlatıcı dışındaki roman nilebilir ayrıca… Yazar, bütün bunları trajikişilerinin acıları herhangi içselleştirmeye komik temelde, yabancılaştırma etmenine gidilmeden salt anlatımla veriliyor. Anlatıdayalı bir gerçeklik düzlemine yerleştiriyor cının, “Emanetimdeki hayatları başka türlü anlatısında. Bu yabancılaştırma üzerinde nasıl iade edeceğimi bilemediğimden sane denli durulsa yeridir bana göre. dece yazdım,” (50) deyişi bunu doğruluyor zaten. Roman, “Güzey” adını kasabanın konumundan almıştır zaten. Lanetlendiklerini MEHMET CAN ŞAŞMAZ… düşünür çünkü kasabalılar: “dedeleri(.) dağın kuzeyine yerleşerek sırtlarını kıbleye Sinemasal geçiş planlarıyla kurgusuna dönmüş(lerdir) bir kere!” (93) “Dağın kuzey akışkan tartım kazandırarak okunurluğuyamacı mesken tutulur mu? Tutulmaz, nu yükselttiği romanında Mehmet Can soğuk olur, gölgede olur, verimsiz olur; Şaşmaz, bir kasabada yaygın biçimde güzey denir!” (70) yaşanan intihar olaylarına yöneliyor. Ustaca yerleştirdiği bir kara anlatı/güldürü İşini iyi bilen bir yazar tarafından verimdamarıyla sıkıcı hale gelebilecek sorunsalı lenmiş bu sevimli roman, akıp giden şu böylelikle romana yerleştirmeyi de başarıgergin, gerilimli günlerde bir tuhaf distopya yor… Bu arada romana bir deli kaymakam oluşuna karşın ne yalan söylemeli yine de eklemeyi savsaklamadan. iyi geliyor insana… Sinemacılar da el atıp farklı, ama akışkan bir film yapabilir bun“Sanki herkes(in) cebinde saatli bomdan, söylememiş olmayayım… bayla dolaş(tığı)” bir kasabadır çünkü 1 2 9 3 27 GÖNÜL ÇATALCALI… Gönül Çatalcalı, İsimsiz adlı romanına, şimşek çakışı çarpıcı bir etkilemeyle giriyor; baam diye bir intiharla yüz yüze getiriveriyor okuru bir anda. Diyelim roman, o dik yarlı kanyonun en tepesinde, nehrin debisi doruktayken başlıyor, sonra da genişleyen kanyon içinde yazarın öykücülükten taşıdığı hünerle soğukkanlı, sakin bir dökülüşe kavuşarak kendi hüznüyle sarmalanmış anlatı halinde akıyor da akıyor… Aralarına eşikli basamaklar yerleştirdiği yapıtında yazar, öykünün dili, mantığı dışına çıkıp yılların romancısı edasıyla sürükleyici bir roman evreni, bu evrene yerleştirdiği karakterler getiriyor okur önüne. Koşut kurguya dayalı, yüksek tartımlı, polisiye örgüyle geliştirilip yükseltilmiş bir anlatı bu. Üstelik bunlara dilsel, ekinsel, budunsal, sınıfsal her boyutta bir ötekileştirme sorunsalı eklerken yanı sıra üzeri örtük de olsa diyalektik bir bakışla söz konusu evrene yerleştirmeye girişiyor bunları usulca. Çatalcalı, üç öykü kitabından sonra gelen bu ilk romanında zengin roman evreni, üzerine serptiği farklı, üstelik ilginç dünyalardan çekip çıkardığı karakterleriyle, bunları birbiriyle ilişkilendirmek için sarmaladığı serüvenlerle tek solukta okunuveren bir roman koyuyor böylece ortaya. Yapıtta baştan sona gezinen karakteri “Gül(, daha işin başında) zarını atmış, o güzel ‘çocukkadın’ yaşama karşı oynayabileceği en büyük ‘oyun’u oynamış, yok oluşunun soru işaretlerini yaşayanların sırtına yükleyerek gitmişti(r). Nereden ve nasıl başlanacaktı(r) bu düğüm çözülmeye?” (44) Gerçekten Gül, ölü olsa da ölü bir ruh halinde gezinmez, tam tersine romanın ilerleyen sayfalarında yeniden yaratılarak ete kemiğe büründürülür, sonunda tam anlamıyla farklı bir karaktere dönüşmüş biçimde karşımıza çıkar. Bu arada özellikle Gül’e bakış odağında romana katılmış kadınlar aracılığıyla yazarın, bu yan kişilerden kalkarak ilginç bir çevrinti oluşturduğu, bu çevrintiyle adeta bir “kadın oyunu” ortaya koyduğu da söylenebilir. Böylelikle kitap, bir yanıyla bir kadın sorunsalı romanı olarak okunabilir pekâlâ… Hatta Adalet Ağaoğlu’nun Kozalar oyunuyla eşleştirilen bir okumaya da girişilebilir… Bütün bu anlatılanların ülke gerçekliğiyle içlidışlı yapılandırılışı romana ayrı değer kazandırıyor kuşkusuz. İsimsiz’de intihar olgusu ardına geçerek biz de yurdumuzun geniş ölçekli fotoğrafına ulaşıyoruz aynı zamanda. Yıllar, yıllar önce romanlarda intiharlar bir ölçüde yazınsal fantezi olarak çıkardı karşımıza. Bunda, 1930’lar Türkiyesi’nde yazını, öteki sanatları yeniden yapılandırmaya dönük halkevci tutumun da payı vardı kuşkusuz. Bu yüzden intiharlar yaşanmakla birlikte, özendirici olmasın diye bunlara vurgu yapılmazdı. Geçmişte deniz, orman içselleştirilmeden nasıl manzara gibi durursa, bununla örtüşür tutumla işlenirdi intihar. Ama özellikle 1980, değiştirdiği yaşam kadar “yok etme” güdüsüyle intiharı, ölümü, yok etmeyi de sıradanlaştırdı. Artık olağan bir edim toplumda intihar. Kaldı ki töre, kışla, iflas, aşk, genç vb. intiharları artış gösterirken yazarlarımızın bunu sorun bağlamında almasından daha doğal ne olabilir? İş, bunun David Vann gibi yapılandırılıp yapılandırılamadığı… İşte size üç ilk roman! Yalnızlığımızı, acımızı alacak; bize sanatın rolünü bir kez daha anımsatacak üç sarsıcı anlatı… n 2014 n S A Y F A 21 K A S I M
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle