Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Mircea Cartarescu’dan üçlemenin ilk kitabı Cin şişeden çıkarken Mircea Cartarescu, “Orbitor Göz Kamaştırıcı: Kelebeğin Sol Kanadı”yla büyük üçlemesinin ilkini okurlara sundu. Kitap, kahramanlarını dünyaya atıyor, rüyalara yatırıyor, cazcılar, sirkler ve pilotlarla uyandırıyor. Tabii biz de oluşan bu tabloda, Romanya tarihinde ve sokaklarında, derin ve kalabalık bir gezintiye çıkıyoruz. r Ali BULUNMAZ “Belki de bu kitabın çekirdeğinin çekirdeğinde sarı, göz kamaştırıcı, mahvedici bir çığlıktan başka bir şey yoktur...” (Kitaptan) ircea Cartarescu Rumen edebiyatının efsanesi. Kendi ülkesiyle beraber, yazdıkları pek çok coğrafyada ses getiren bir isim. Topraklarının membağından beslenmesi bir tarafa, yarattığı karakterler ve onların hayattaki yerini anlatışı da hayli sağlam. Romanya’da edebiyat tarihi üzerine yaptığı araştırmalar ve bu konudaki uzmanlığı kitaplarına da yansıyor. Türkiye’de Travesti isimli kitabıyla tanınan Cartarescu bu romanını, cinsel kimliğini keşfedip bunu yaşamaya başlamasıyla çeşitli sorunlarla yüzleşen Victor karakteri üzerine kurmuştu. Zaman zaman heyecan, zaman zaman da eğlence dozu yükselen Travesti’de, yazar yine dayanamayıp Rumen motiflerini kullanmış ve Romanya’yla dünyanın geri kalanının bağlarını güçlendirmişti. Cartarescu’nun bir önemli özelliği de romanlarında renklere; kişilerin renkli ve hoyrat yanlarına elini korkak alıştırmadan yer vermesi. Dolayısıyla bu da imge ve metafor bolluğunu beraberinde getiriyor. Romanlarında yalnızlık ve çokluk da bu yolla şenleniyor. Cartarescu’nun asıl bombası ve Nobel için adının daha güçlü telaffuz edilmesini sağlayansa Orbitor üçlemesi. Kitaplar için Romanya tarihinin romana yedirilmiş hali desek pek abartmış olmayız. Çünkü işi epey gerilerden alıp (daha doğrusu geri dönüşlerle yürütüp) büyük ve eski bir yapı inşa ediyor. Bu nedenle hemen her satırda karşımıza çıkabilecek ilginç kişi ve gruplar var. Bunlar kimi anlarda rüyalara ve hayallere kimi anlarda ise ülkenin mistik nehirlerine dalıyor. OrbitorGöz Kamaştırıcı: Kelebeğin S A Y F A 1 0 n 2 7 M Sol Kanadı, ergenliğini anımsayan ve oradaki görüntüleri sıraya dizmeye uğraşan Mircea’nın anlatıcılığıyla şekillenen bir tür hatıra toplamı. Eskimiş kıyafetler, ölüseviciliği ve sürekli olarak yollardaki garip kokulu babayla hiç durmaksızın herkesin arkasını toplayan ve yemek pişiren nötr anne gibi imajların gezindiği zihninden taşanların yansıması. Bükreş’in telaşlı sokakları ise Cartarescu’nun bize bir lütfu sanki. “Mircica”nın hikâyesi ve o zamana dair hatırladıkları biraz tuhaf. Çünkü ona bu isimle seslenen komşu kadınlar “Mircica”yı kız gibi görüp öyle davranıyor. “GEÇMİŞ HER ŞEYDİR, GELECEK HİÇBİR ŞEY” O yıllardan aklında kalanları derlerken Mircica, ölmüşlerin ruhuna bir iki kelam edip yürüyor ve Romanya’nın karanlık topraklarında gezinerek bazen mistik bir tını bazen de Çingenelerin hüzünlüeğlenceli müziğini duyuyor. Elbette her adımını “YALNIZLIK, DELİLİĞİN BİR gözünün önünden hiç eksik etmediği DİĞER İSMİ” solgun sarı aile fotoğrafındaki büyükleriyle atıyor. Kulağında sürekli çınlayan bir söz+ Cartarescu, bir çılgının gözünden, daha onu hiç rahat bırakmıyor: “Geçmiş her çılgın bir dünyayı anlatmaya koyulmuşken şeydir, gelecek hiçbir şeydir, zamanın başsahneye caz orkestraları ve akıp giden ka anlamı yoktur.” parçalar çıkıyor. Bunlar da kurulmaya “Mircica”nınki, “zaman kavramını devam eden evrenin bir kenarında konumiçine alan, stoklayan ve yok eden evrensel lanıyor. Garip bir ailenin Bükreş’te nefes hafıza”nın bir parçası. Anlattıkları ise hem alıp vermeye başlayan yaşamının sancıları kendi ailesinin tarihine hem de ülsüredursun bildiğimize eklenen, yabancısı kesinin geçmişine bir giriş. olduğumuz dünyada bombalar, savaş ve Tıpkı insanın oluşumu ve yıkım da bize bir yerlerden tanıdık geliyor. evrimi gibi. Cartarescu, Karmaşık gibi görünen bu tablo aslında bir ailenin toplanmasıhepimizin belli zamanlarda bocaladığı nı, bu süreçle bağlantı bir döneme denk düşüyor. Mutlukurarak anlatıyor luk ve tedirginliğin tuhaf birlikteliği sanki. “Dünya toz Cartarescu’nun romanına aynı hayave gaz bulutuydu” tımızdakine benzer biçimde hâkim demese de mevzuyu oluyor. Kaygan zemin ve değişken eskilerden başlatımekânlar da cabası. Bükreş sokakyor ve bu anlatım, larından New Orleans’taki caz bizde konuyu kulüplerine uzanırken o dönüilk defa duşümü fazlasıyla hissediyorsunuz. yuyormuşuz Mircea, Maria ya da Cedric; izlenimi hepsi söz konusu dönüşümden uyandırıyor. payını alıyor. Anlayacağınız Mircea’nın kitabı bir tür anılar toplamı. K A S I M 2 0 1 4 Böylece “Mircica”, beynindeki kuyuya düşüyor, hatırlıyor ve tıkandığı noktada uyduruyor. Rüyaya yatıyor, uyandığında var olduğu topraklarda manzara değişiyor, tabii ismi de. “Mircica”, çok önceki zamanlardan kulağına fısıldandığı gibi Mircea oluveriyor. Daha doğrusu kendini buluyor: “Önceden belirlenmiş bir yolda yavaş ilerliyordum ve biri, etrafımda bir varlık oluşturuyordu, metafizik bir sanatkâr saniye saniye milyarlarca ayrıntıyı icat ediyordu; hayat dolu ve çekici bir sahne dekorunu, belki de ötesinde homojen bir aydınlık veya tanımlanamaz şeylerin bulunduğu gökkuşağı tonlarıyla parlayan bir alanı meydana getiriyordu.” Cartarescu’nun öbür yapıtlarında bir şekilde karşımıza çıkan kimlik sorunu burada da bizi yokluyor. Mircea “delilik”, “sirk” veya “illüzyon” dediği yaşamda “Kimim?” diye soruyor, “Niye bu deliliği anlıyorum?” sorusuyla ayaklanıyor. kitabın adındaki göz kamaştırıcı tablo ve illüzyon, kuruluşu son sürat devam eden evrende tümünü etkisi altına alıyor. Mircea’nın bu illüzyona tutulmasını sağlayansa annesinin kıçındaki kelebek şekilli lekeyi gördüğü güne denk düşüyor. Zaten doğumunu böyle anlatması bile başlı başına bir çılgınlık değil mi? Çılgın dünyaya yakışan bir başlangıç. Üstelik Maria da aklının kendisine ait olmadığını; oyun içinde bir oyunda, deyim yerindeyse bir aktris olarak rol aldığını çok sonraları fark ediyor. Bu da o çılgınlığın bir parçası ve analojinin kaybı. İş burada fantastik bir havaya bürünüyor. Şişeden çıkan cin, kime neyin içinde olduğunu söylüyor: “Bağırarak da kıvranarak da o zaman var olduğunu, bir yerden gelen ve bir yere, hatta başka korkunç bir acıya götüren bir tarihin parçası olduğunu biliyorsun.” O tarihse bizi başka bir gerçeklikle buluşturuyor: “Yalnızlık, deliliğin bir diğer ismi.” Böylesine bir delilik veya yalnızlık rüyaları, sürekli tekrarlanan görüntüleri, bombardıman uçaklarının pilotlarını ve onların yıktığı şehirleri de hatırlatıyor ergenliğin ilk hareketlenmelerini de. Mircea’nın geçirdiği evreler, katman katman oluşan yeryüzünü ve aileyi işaret eden metaforlarla yüklü. Doğumdan başlayarak fırlatıldığı dünyada çaresiz dalgınlıklardan, günlük ve mutsuz hayata uzanan bir süreç bu. Başlangıçlar her zaman zordur gibisinden bir hatırlatmada bulunuyor Cartarescu. Onun en açık kanıtı, Mircea’nın hikâyesinin ilk adımlarının yer aldığı bu “kısa” kitap. Bir sayfada yazdığı gibi “göz kamaştırıcı” ama bir o kadar da sıkıntılı. “DÜNYANI KENDİN BULMALISIN” Cartarescu, mevcut sıkıntı vurgusunu güçlendirmek için pek çok yola başvuruyor. Örneğin sözü edilen cazcı ve pilotlardan başka hastane ortamı, Çavuşesku’nun sarsıcı hâkimiyeti ve zombiler. Kolay kolay bir araya gelemez görünen ya da “Bunlar ne alaka?” sorusunu sorduran anlatım, açılıp saçıldıkça her şey yerli yerine oturuyor: Kutsal kitapları tersyüz eden bakış, kurallar ve yasakların ardına gizlenip akıtılan kanı önümüze serpiyor. Cartarescu bu yolla varlığımıza karşı hazırlanan komploya dokunuyor ve gerçekten yaşadığımıza ikna etmeye çalışanların ipliğini pazara çıkarıyor. Dolayısıyla Mircea ve öbür karakterlerin önüne dikilen koca duvarı resmediyor. Onların ağzından ufak bir öğüt vermekten de geri durmuyor: “Sen çıkıp daha önce bulunmuş olduğun ve farkında olmadan özlediğin dünyanı kendin bulmalısın. Çıkışı aramalısın, hayatın amacı ve oyunun kuralı bu.” Yani hiçbir dinin, kilisenin ve sarayın kılavuz olamayacağı bir yol. Zamanı geldiğinde Tanrımızı öldürüp yediğimize göre inanç cinayete dua da çarmıha gerilmeye dönüşüyor. Tüm bu karmaşa, Cartarescu’nun Latin Amerika’daki büyülü havayı Karpatlara taşıdığı kitabındaki büyük doğumla birleşiyor. Kendi evreninde gezinen Mircea ve öbür karakterler hatırladığı, gördüğü ve bazen sadece yorumladıklarıyla bir yolculuğa çıkartıyor bizi. Her şey kuruluyor; orada rüyalar, savaşlar ve Romanya’nın tarihi yatıyor. Aklımızda ise bir soru: Acaba Cartarescu dizinin sonraki kitaplarında bize nasıl bir dünya hazılıyor? n alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr OrbitorGöz Kamaştırıcı: Kelebeğin Sol Kanadı/ Mircea Cartarescu/ Çeviren: Sunia İliaz Acmambet/ Ayrıntı Yayınları/ 464 s. K İ T A P S A Y I 1293 C U M H U R İ Y E T