04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

görürüz. Daha yaklaşma çabasının ağır bastığı bir dönem o da. Neler devşirebiliriz diye bakmışlar. Kimilerinin ileri sürdüğü gibi olumsuz değil, akıllıca etkilenmeler söz konusu. Ama tek bir odak olarak da Gerçeküstücülüğün, İkinci Yeni üzerinde ağır bastığını söylemek en azından benim gözümde yanlış olur. Belli yararlanmalar söz konusu ama etkilenme alanı geniş İkinci Yeni’nin. Bu sayede de daha özgün ürünler ortaya koyabilmişler. Kimileri Lorca’dan (Federico Garcia) etkilenmiş, kimileri Ayhan (Ece) gibi atonal müziğe, sinemaya merak salmış. “ORHAN VELİ’NİN ŞİİRİNİ ÖNEMSİYORUM AMA YAKINLIK DUYMUYORUM” İkinci YeniOrhan Veli etkitepki hattı ekseni konusundaki görüşünüz ne? Orhan Veli için çok fazla bir şey söyleyebilmek zor. Bu kadar erken ölmüş bir şairin sonra nasıl bir evrim geçireceğini kestiremeyiz. Buna karşılık yola birlikte çıktığı iki şair; Melih Cevdet ve Oktay Rifat, uzunca yaşadıkları için bize bazı göstergeler sunuyorlar. ‘Oradan başlayan bir şiir nereye doğru evrilebilir’i o iki örnek üzerinden görebiliyoruz. Dolayısıyla Orhan Veli de kendi açtığı yolu bütün bütüne terk etmese bile büyük olasılıkla başka bir çizgiye doğru gidecekti. Başlarda, I. Yeni’den soğurduğunu önemsemiyorsunuz denilemez öte yandan. Önemsiyorum, hatta çok önemsiyorum ama yakınlık duymuyorum. O tarz bir şiire yakınlık duymam güç. Zaten o şiir de belli bir zaman dilimi içinde görevini yapıp yerini bir başka şiire bırakmak durumunda kalmış. Ben, onu sadece tarihsel açıdan dönüp önem verebileceğimiz bir şey olarak görüyorum. Tabii buna katılmayanlar var. Örneğin, dostum Can Alkor hâlâ Orhan Veli’nin en önemli şairlerden biri olduğunu düşünüyor ve bana bu konuda arada bir dirsek atmayı da seviyor. “YENİ TÜRKÇÜLÜK, İSLAMCILIK VE SOSYALİZM: TÜRK ŞİİRİNİN ÜÇ ANA YATAĞI” Türk şiiri en çok hangi “hareketler”le ilgili olmuş? Serveti Fünun sonrasından başlayacak olursak bir kere siyasi gelişmelerden çok etkilendiğini görüyoruz. Türkçülük akımı, İslamcılık akımı ve sosyalizm, Türk şairinin üç ana yatağını temsil ediyor. Kısa süreli de olmadılar. 120130 yıldır. Hâlâ bugüne kadar uç verdiğini gördüğümüz şeyler. Dolayısıyla şiirden söz ediyoruz ama dünya görüşü, siyasal perspektif şairlerin kendilerini yer olarak tanımlamalarında büyük rol oynamış. Bu da ister istemez akımlar olmasa bile öbekler yaratmış. Akım tabii daha geniş bir tanım, bizimkilere akım demek ne kadar doğru olur kestiremiyorum. Sonuç olarak Batı’dan devşirdiğimiz bir kavramdır. Belki İkinci Yeni için bu biraz söylenebilir. Majör beş, altı figürü vardır fakat İlhan Berk, Behçet Necatigil ve Oktay Rifat gibi kendisinden önceki kuşaklardan da katılan olmuştur çünkü. Hiçbir zaman “katıldık” demeseler de. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I İlhan Berk diyordu halbuki. “DALGINLIK KURSLARI, BİR İÇ KONUŞMA!” Dalgınlık Kursları kitabınız... Kendinizle ve okurla yer yer otobiyografik en çok da Paris kesitli bir tür iç konuşma, paylaşma diyebiliriz sanırım. Diyebiliriz. O iç konuşma zaman zaman yalnız başına oturan bir kişinin aklından geçenleri farkında olmaksızın yüksek sesle söylemesi gibi bir sonuca ulaştı. Bu metinlerin özelliklerini belki böyle tanımlamak daha doğru. İnsanın gücünü sınaması yolunda önermeler ve okuma yolunda zihin için savunma metotları da ortaya koyan metinler pek çoğu. Geniş zamanlara dipnotlar içeren dar zamanların alıştırmaları niteliğinde de diyebilirim. Başta konuştuğumuz o kıvılcım yazmalar burada hayli geçerli. Bir enstantane, dışarıda gördüğüm bir yüz, işittiğim bir ses, gözüme çarpan bir havyan tetikleyici unsur olarak devreye giriyor. Bir de genelde odamda ve masamda yazan biriyim ama bu metinlerin çoğunu dışarıda yazdım. İşte kahve masalarında, zihnimi harekete geçiren birtakım imgelerden yola çıktım. Küçük bir cep defterim vardır, ona notlar alarak ilerledim. Bir yılı biraz aştı yazmam. Olasılık düşleri de söz konusu. Çoğu ölmüş yazar için “yaşasaydı ne duyumsar, nerelere takılır, nelerden ilham alır hele ki İstanbul’a gelseler nasıl olurdu” gibi. Doğru. “Dokunup birtakım şeylerin çizgisini değiştirebilir miyiz, varsayımlar yoluyla ölmüş olan insanlara yeni yaşama alanları yaratabilir miyiz?” Bunlar beni hep kurcalıyor. “Davalı” adlı kitabınız... “İlk ciddi sinema yazım” dediğiniz “Orson Welles’in Sinema Devrimi”, Ulus gazetesinde, Mart 1971’de yayımlanıyor. O yazınızın Welles üzerine kurduğunuz ve 1973 başı yok ettiğiniz küçük bir kitabın ikinci bölümünü oluşturduğunu öğreniyoruz. 1973 başında hayatım açısından çok önemli bir karar aldım; yurtdışında yaşamak. Türkiye’nin kültürel, siyasal, toplumsal ortamının sıkışıklığının beni tıkayacağı düşüncesiyle böyle bir adım attım. Dört, beş yıldır edebiyat, sanat alanlarında gerek şiirler, gerek başka metinler yazıyordum. Gitme anım yaklaştığında bir süre tarttıktan sonra o güne kadar yazdığım ama günışığına çıkmamış her şeyi yok etmeye karar verdim. Günışığına çıkanları da örneğin Ulus’ta çıkan yazılarım elimde olsaydı yok ederdim. Bir çeşit kendimi sıfırlama, sıfırdan yola çıkma amacıyla yok ettim. Zaman zaman pişmanlık duyarım, zaman zaman duymam. Franz Kafka, “Dava”yı bitiremedi ve yakın dostu Max Brod’a teslim etti. Burada Brod’un bir ihanetinden söz ediyorsunuz. Kafka, Max Brod’a bitmemiş, ya1289 yımlanmamış tüm kitaplarını yok etmesini vasiyet ediyor. Brod bu vasiyeti çiğnedi ve Kafka’nın elinden çıkan her şeyi bize ulaştırdı. Buna karşılık bazı şeyleri okura göstermiyor yayıncılar. Franz Kafka imzalı “Dava” diye bir kitabı elimize aldığımız zaman ancak işin uzmanları biliyor ki o yapıtın bu düzenlemesi Brod’a ait, Kafka’ya ait değil. Kafka belki o bölümleri farklı sıralayacaktı, bazılarını kullanmayacaktı ya da yeniden yazacağı bölümler olacaktı. Bu yokmuş gibi tamamlanmış, bitmiş bir kitap gibi “Dava”yı ya da Amerika’yı okuyoruz. Buna da dikkat çekmek istedim. Orson Welles’in yorumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendi yorumunun Kafka’nın yorumu olmadığının farkında Welles. Psikolojik katmanda kendi suçluluk duygusuyla yüzleşmesinin hikâyesi gizli bu filme girişmesinde. Bir de siyasi davranışları nedeniyle Amerika’da artık hoş görülmeyen bir adam olmasının doğurduğu sonuçlar var. Tüm bunların harmanlandığı bir bakış açısı söz konusu. Yani Kafka’nın kendi suçluluk duygu ve düşüncesinin biraz dışına sarkan bir yorum var. Çok öznel bir girişme Welles için; Kafka’yı bir tür bahane olarak görüyor orada. “OTOBİYOGRAFİMİ ALTI KİTAPLIK DÜŞÜNÜYORUM” Mürekkep Zaman... Başka Yollar’la başlayan otobiyografik yazı serüveninizin ikinci cildi. Tam bir otobiyografi gibi değil. Evet, ta başında kronolojik bir yaşamöyküsü yazmamaya, odak noktaları seçerek ilerlemeye karar verdim. Bu odak noktaları aynı metnin, aynı bölümün içinde ileri geri hareket etmemi, tek bir zaman dilimine hapsolmamamı sağlıyor. Bir de hayatımı bir bütünmüş gibi görmek ve göstermek istemedim. Çünkü bir bütün değil, bir mozaik aslında her hayat. Onun için bu öbekleri koruyarak devam etmek istiyorum. “Mürekkep Zaman”da da belli kesitler yer aldı. Bunlardan bir tanesi Eskişehir’de geçen çocukluğumla ilgiliydi. Ama bir şimdiki zamana bağlanmak kaydıyla yazdım. Bir başkası Kuveyt Savaşı olageldiği sırada bir türlü başaramadığım bir iç savaşla; sigarayı bırakma savaşıyla ilgiliydi. Üçüncüsü de bir roman kahramanın Yourcenar’ın (Marguerite) “Zenon”unun bende bıraktığı kalıcı etki üstüneydi. Bunlar hayatımın içinde açılan tabakaları iyi açımladığını düşündüğüm kesitler. Notları geniş çapta alınmış pek çok böyle odak var. İlk ikisi oldukça hızlı ortaya çıktıktan sonra üçüncüsü son derece tırısta gidiyor ne yazık ki. Niyetim altı kitaplık bir bütünlük içinde otobiyografiyi tamamlamaktı. Ama işte tek başıma yazıyorum. (gülerek). Şu an hangi kitaplar var tezgâhta? Basımevinden gelmek üzere olan Oktay Rifat kitabı var önce. İki yeni şiir kitabım var sonra: Yanık Divan ve A Capella. n [email protected] Son ModernlerEdebiyat Üzerine Denemeler I/ Enis Batur/ Sel Yayıncılık/ 654 s. Yazının Sınır Boyuna YolculuklarEdebiyat Üzerine Denemeler II/ Enis Batur/ Sel Yayıncılık/ 548 s. Dalgınlık Kursları/ Enis Batur/ Kırmızı Kedi Yayınları/ 158 s. Mürekkep Zaman/ Enis Batur/ Kırmızı Kedi Yayınları/ 196 s. Davalı/ Enis Batur/ Norgunk Yayıncılık/ 16 s. “Türkiye’de eleştiri alanında da uzun süre benzer bir geriden takip etme durumu yaşandı. 1970’lerden itibaren ise hiza yakalandı. Dünyada ne konuşuluyorsa bizde de o konuşulmaya başlandı. Ama eğri ama doğru, en azından geride kalınmadı.” 3 0 E K İ M 2 0 1 4 n S A Y F A 1 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle