Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Enis Batur’la yeni kitapları üzerine ‘Öncesinde yazdığım her şeyi 1973’te yok ettim!’ Enis Batur’un dört ciltte toplanacak “Edebiyat ve Sanat Üzerine Denemeler”inin, 19791994 arasında yayımlanmış yazılarından oluşan ilk iki kitabı, “Son Modernler Edebiyat Üzerine Denemeler I” ve “Yazının Sınır Boyuna Yolculuklar: Edebiyat Üzerine Denemeler II” yayımlandı. Üçüncü cilt, “Sanat Üzerine Denemeler”, dördüncüsü, “Edebiyat ve Sanat Üzerine Denemeler” başlıklarında yayımlanacak. Batur’un aynı zamanda “Dalgınlık Kursları”, “Davalı” ve “Mürekkep Zaman” kitapları da raflarda. Batur’la kitaplarını konuştuk. r Gamze AKDEMİR debiyat ve Sanat Üzerine Denemeler”inizin ilk iki cildindeki yazılarınızda, başlıca imledikleriniz arasında eleştiri konusu da geliyor. Eleştirinin pek az kişinin gözünde yazınsal bir tür olduğunu vurguluyorsunuz. Eleştiri ister istemez, bir üst dil olarak tanımlanmış, edebiyat eseri üzerine bir edebiyat eseri. Hem yararlı hem de kaçınılmaz bir yazı etkinliği eleştiri. Zaman içinde akademik bir boyut aldığı, üniversitenin ortamında gelişen bir yazı türü olduğu için edebiyatın kendisini üretenler tarafından da mesafeli durulmuş bir etkinlik. Öncelikle bir değerlendirme, yorumlama, çözümleme uğraşı olmasına rağmen bizde genellikle yermek için kullanılan bir kavram eleştiri. Bu da şairin, öykü, roman ya da deneme yazarının; eleştirmenin uğraşını küçümseyerek yergisinin bedelini ona ödetme çabasına girmesine neden olabiliyor. Ne olursa olsun eleştirisiz de olmuyor. Yapıcı ya da yıkıcı eninde sonunda edebiyat adamına yararı büyük. Üstdili düpedüz bilimsel bir söylev olarak ele alıp eleştiriyi kesinkes yazınsal bir üretim olarak nitelendirenler de var. Tabii, özellikle 1970’lerde ki öncesinde Ataç’tan süregelen bir çizgi de var eleştiri “Yazınsal bir etkinlik mi, bilimsel bir etkinlik mi?” tartışması gündemi bayağı işgal etmişti. Sonunda yazarına bağlı olarak her ikisi de ister istemez kabul görmek durumunda kaldı. Siz hangisine daha yakınsınız? Ben, birinin ötekinden bütün bütüne soyutlanamayacağı düşüncesindeyim artık. Dolayısıyla ikili bir gelişme söz konusu oldu. Bir yandan bilimsel eleştiri yanlıları da zaman içinde bu üslup sorununun önemini kavradı, bir ortak zemin buldu. “ELEŞTİRİ BORCUMUN OLDUĞU BİR ALAN” Eleştiride yönteminiz nedir? Bir kere zaman içinde eleştiri alanında gençliğimdeki enerjiyi sarf etmez oldum. Okumalarımı yazıma daha denemeci bir tavırla nakletmeye başladım. Öznelliğimin daha bir öne çıkmasını S A Y F A 1 4 n 3 0 “E istedim. Dolayısıyla eleştiri alanında marjinal bir yerim kaldı. Borcumun olduğu bir alan eleştiri. “Eleştiri ve hiza” konusundaki değerlendirmelerinizde “hiza”dan kastettiğiniz nedir? “Hiza” kavramını sanıyorum edebiyat dünyasına taşıyan benim. Şunu kastettim her zaman; işte Yahya Kemal, 12 yıl Paris’te kaldı ve o dönemde hem edebiyat hem de sanat alanında çok önemli değişimler yaşandı. Fakat bunların bir kısmını görmedi, göremedi. Aynı kahveye gittiği halde Apollinaire’in farkına varmadı. Yani kendi hizasında olup bitenleri değil, daha gerideki bir hizayı fark edebildi. Bu bizim edebiyatçımızın, sanatçımızın çok sık yaşadığı bir durum. Türkiye’de eleştiri alanında da uzun süre benzer bir geriden takip etme du rumu yaşandı. 1970’lerden itibaren ise hiza yakalandı. Dünyada ne konuşuluyorsa bizde de o konuşulmaya başlandı. Ama eğri ama doğru, en azından geride kalınmadı. “DAHA KISA METİNLER YAZMA ÖZLEMİM ZAMANLA ARTTI” Denemeyle ilgili “kıvılcım yazmalar”dan bahsediyorsunuz. Onu anlatır mısınız? Şöyle: Bir böyle küçük ateşler yakmak mümkün, bir de büyük yangınlar çıkarmak. Zaman zaman insanın hep büyük yangınların peşine düşmektense küçük ateşler yakmaya yönelmesini önemli buluyorum. Yaşım ilerledikçe daha da kısa, yoğunlaştırılmış metinler yazma özlemim arttı. Belki şiire daha yakın bir düzyazı arayışlarının sonuçları da olabilir. (Fotoğraflar: Uğur DEMİR) Klasik anlamıyla deneme, biraz dolgu da içeren, hatta zaman zaman gevezeliğe de meydan veren bir tür. Bunlardan kendimi ne ölçüde sıyırabilirim yoklamalarım sırasında o kıvılcım denemelere yaklaşmaya başladım. “EZRA POUND, BÜYÜK YANILMA ÖRNEKLERİ ARASINDA” Şiir ve politika kanadında, özellikle çağdaş şairin politik boyutta bağlanmayı seçmesini de konuşursak; kimler bağlanmıştı ve yanılmıştı mesela? Edebiyatın politik boyutta bağlanması yapıtı zaman zaman bağlayabildiği gibi bağlamayabilir de. Ama bağlanmanın ağır bedelleri olduğunu da görüyoruz. Örneğin; büyük yanılma örnekleri arasında sayılabilecek Ezra Pound... Yahudi düşmanlığı onu Mussolini’ye yaklaştıran faktörlerden biridir. Nitekim yaşlılık döneminde Allen Ginsberg’e “bir banliyö düşüncesi olan Yahudi düşmanlığına katıldığım için çok pişmanım” dediği söylenir. Politik zaviyeden bakıldığında zaten her zaman yanılmış biridir Pound. Amerikan politikasına bakışında da bu yanılgılar görülüyor. Ama tüm bunlar çok iyi bir şair olmasını, bir şiir devrimi gerçekleştirmesini engellememiş. Şanslıymış, korunmuş, yaşlanmayı hak etmiş ama diğer yanılanların hepsi için bunu söyleyemiyoruz. Bir Mayakovski (Vladimir), Yesenin (Sergey) çok genç yaşta intihar etmek durumunda kalmış. Mandelstam (Osip) neredeyse öldürülmüş. Cèline (Louis Ferdinand), La Rochelle’in (Drieu) Nazilere bağlılığını benimsemiştir ve hatta Pound’un aksine itiraf etmek bir yana yanılgısını kabul de etmemiştir. İntihar etmek zorunda kalır zaten Drieu, yoksa büyük ihtimalle öldürülecekti. Cèline tuhaf bir adam, ölmeden önce son yaptığı söyleşide de “Dünya’nın başına Çinliler bela olacak” demiş. Yani Yahudilerden vazgeçmiş Çinlilere dönmüş! İkinci Yeni... Gerçeküstücülüğün bir sonucu olmasa da temasa girmiş. Nasıl bir düzlemde buluşma söz konusu? “Hiza”dan hareketle biraz gecikmiş biçimde etkilendikleri söylenebilir. Daha doğrusu modernizme daha bir sokulma dönemi İkinci Yeni dönemi. Aynısını 1950 kuşağı hikâyecilerinde de K İ T A P S A Y I 1289 Enis Batur “Eleştiri ister istemez, bir üst dil olarak tanımlanmış, edebiyat eseri üzerine bir edebiyat eseri. Hem yararlı hem de kaçınılmaz bir yazı etkinliği eleştiri” diyor. E K İ M 2 0 1 4 C U M H U R İ Y E T