23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

hatırlatıyorsa, oradaki beyaz renk soğuk ve dondurucudur. Oraya aynı amaçla gelen herkese de eşit davranır. Buyurgan olması, hasta doktor ilişkisine de göndermedir. Adı konulmamış ama ağırlığı çokça hissedilen doktorun hasta üzerindeki otoritesinden söz edilir. Gülten Akın İktidar şiirinde o tahakkümden söz eder ve hastanın hastalığından dolayı doktoruna itaat etmesi, aslında daha çok da hastalığa boyun eğişine bir göndermedir. Aynı şiirde “Hasta düştedir sallanır/ verecek şeyleri vardır sanki karşılığında…” der. Hastalık hali, zaten hasta için yıkımdır ve kurtulmak için hekimine, tıbba teslim olmak durumundadır. Ne denilirse, hasta sorgulamadan onu uygular. Bir anlamda, şiirdeki gibi düştedir, bir bulanıklık hali hâkimdir. Hasta bir anlamda denektir, o yüzden de verecek şeyleri vardır karşılığında. Doktor ve hasta arasındaki hiyerarşiden söz eder şair burada. “Biri doktor, öbürü hasta/ tıp hışmını kuşanır” dizesi de buna örnek teşkil eder. Daha farklı bir okuma yaparsak, meselesinin doktorun kendisiyle olmadığını anlarız. Hastaneler, doktorlar kurumların temsilcisidir. Kurumlara ve otoriteye karşı olan başkaldırısının, içten içe yansımasıdır bu tavır. İktidar şiirinde “annenin yaralı kızıdır doktor/ hazır bulduğu…” derken, doktorun bir taraftan da iyileştirme gücüne, bilgisine atıfta bulunur, olumlar. Aslında bunu iki farklı anlamda kullanır. Doktorun iyileştirme yeteneğinden dolayı, annelerinin yaralı kızlarını tedavi etmesini bir anne yüreğiyle eşleştirirken, başka açıdan da ironide bulunur. “O kadar çok yaralı ve ruhen hırplanmış kadın var ki, tıbbın gücü bunu onarmaya yeter mi?” gibisinden bir söylem de hâkimdir bu dizeye. “Yaralı kız” tanımı kadın sorunsalına da göndermedir. Kadının her daim yaralı olması, ezilmiş ve ötekileştirilmiş olmasının getirdiği bir sonuçtur. “KÖTÜ PADİŞAH MI OLMAK MI İSTİYORSUN” Yine “Önsöz Gibi” yazısındaki “Kapılar ve perdeler akşamüstü kapatılıyor. Ev öteki evlere benziyor dışarıdan” sözlerinde, “akşamüstü”; günün ve hareketin, yaşamın geriye çekilmesi anlamına da geliyor. Perdelerin çekilmesi, kapının kapanması vedaya hazırlanış gibi. Dışarıdan bakıldığında, mesela, “ev öteki evlere benziyor dışarıdan” ifadesinden; her şey olağan ve kendi sürecinde ilerliyor sonucunu çıkarabiliriz. Öyle de. Ama Gülten Akın burada çift anlamlı kullanıyor sözcükleri. Evin, dışarıdan bakıldığında diğer evlerle aynı olması, yine zamana bir gönderme. Zamanın işleyişini sebep sonuç ilişkisiyle veriyor. Gün bitip akşam olduğunda doğal olanı, herkesin yaptığını yapıyor; perdeleri çekiyor, kapıları kapıyor. Bu bir refleks. Diğer anlamı; kitabın adını taşıyan açılış şiirindeki Beni Sorarsan’da geçen “kalbin elem günleri geldi” dizesini de açıklıyor. Perdelerin çekilmesi, ömrünün son demleriymiş hissiyatını taşıyor. Bir yanıyla sözünü ettiği yaşlılığı olağan bir süreç olarak değerlendirirken, “ev öteki evlere benziyor dışarıdan” sözleriyle de yaşlılığı hayatındaki yeni bir süreç olarak gördüğünü belli ediyor. Belki bunu kabullenmemek olarak da yorumlayabiliriz. Çünkü şiirin devamındaki “hiçbir iktidarı sevmesem de/ sobanın iktidarında/ çarpışa çarpışa nasılsa/ büyüyebilen kızlar/ uslu, sakin ölümü bekliyorlar…” dizeleriyle ölüme ve yaşlılığa boyun eğmek C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I zorunda kalmanın getirdiği huzursuzluk söz konusu. Zaman algısı hareketle vardır. Hareket azaldığında ya da yavaşladığında, zamanın da ağır ilerlediğini düşünürüz. Ya da yavaşladığını. Böyle baktığımızda, hayatı boyunca mücadele etmiş, emekçi bir kadın olan Gülten Akın için bu durum boyun eğmek anlamına gelir. Sobanın iktidarında usul usul ve sakince ölümü bekleyen o mücadeleci kızların yenilgisidir bir anlamda yaşlılığın gelmesi ve hareketin azalması. Elbette hüzünlü olan sadece bu bekleyiş değil. Ayrıca kitabın genel olarak verdiği his, nerdeyse bir bekleyişin kitabı olması ki, bu Gülten Akın’ın hiçbir dönem kabul etmeyeceği bir şey. O her zaman ve her dönem başkaldırının sesi olmuş bir kadın. O nedenle bu bekleyiş hissini verirken, bir yandan da bunu kırıyor. (Aslında bunu dinginlik olarak da ifade ediyor. Ona göre dinmek ne yok olmak ne de susmak, yeni yolculuklar için azık toplamaktır. ) Mesela; “Önsöz Gibi”de “Bedenim ‘hadi’ diyor, ‘yaşlılık da neymiş’, aklımın bir yanı havalanıyor uçurtma gibi, öte yanı ayağını yere sıkı basmış ‘akıllı ol’, diyor. Kışı unutma!” Sözleri direniştir. Çünkü o biliyor, gerçek ölüm bedenin ölmesi değil ki. Ruhun ölmesi! Üstelik ne çok ölü var, yaşarken ruhlarını kaybeden ve aramızda dolaşan. İktidar için, daha çok güç ve para için dünyayı kana bulayan kan emicileri o tanıyor. Ve yazmaya devam ediyor Öteki Sorular adlı şiirde: “Kötü padişah mı olmak istersin/ sakallı beş karış cüce mi?/ dünyanın köpeğe biçtiği anlam/ insanın köpeğe biçtiği anlam/ alçakça mı, haksızlıklar mı taşır/ peki nedir senin biçtiğin?...” dizeleri haksızlıkla ve otoriteyle mücadelesinin göstergesidir. Üstelik çok sert bir söylemle dile getirir Gülten Akın bunu. Yine aynı şiirin devamında: “Köpekleri kovdun, peki masalları sildin/ attın belleğini bilgisayarlar eğittin/ köpek, insan, cüce ve kötü padişah/ peki üstüne yazılsın/ ölümün adını neyle değiştirdin/ unutkanlıkla mı?” derken tüm hayatı kurgulamaya çalışanların yani hepimizi birtakım kodlarla yeniden düzenleyen sistem, otorite ya da egemenlerin kucağında insanoğlunun belleğinin, geçmişinin veyahut karakterinin unutturulmaya çalışıldığı bugünkü düzenden söz eder. Ve bu düzenin uygulayıcılarını ölümlü olduklarını hatırlatarak uyarır. Yine unutturmamak üzerine bir söylemle karşılaşırız. Kötülükle haşır neşir olanlar, kazanmak için bir diğerini yok etmek üzerine kurduğu hayatla öylesine meşgulken, kendisinin de bir gün yok olabileceğini unutur. Gülten Akın burada da bilgelikle hatırlatıcılığı üstlenir. Çünkü o biliyor, şairler bilirler “aşkı ve dünyayı hak edememiş / kavganın kuruttuğı insanlar/ sinekler gibi çarpıp camlara/ düşüyorlar yarı karanlıkta.” Bu hayatın zehridir ve panzehiri yoktur. Onlar oldukça bu dünya çok daha ağır kokacaktır. Beni Sorarsan kitabında, ev imgesinin yanı sıra, onun şiirindeki en önemli izleklerden biri olan kadın sorunsalı da yine ön planda. Ev ve kadın ilişkisi onun şiirlerinde sıklıkla geçer. Kadının ataerkil sistemde evin içiyle kuşatılmış olması ve kendine dair bir hayat, dünya kuramaması, aksine çocukla beraber eve daha çok hapsedilmesi onun en önemli meselelerinden biridir. Kadının özgürleşmesi, birey olabilmesi, kendini sadece evlilik yoluyla konumlandırması ya da 1246 öğretilmiş ve öngörülmüş evlilikle gelen statüyü reddedememesi üzerine kurar dizelerini. Kadına yüklenen asil görevinin annelik ve eş olmakla sınırlandırılmasına karşı mücadele verir. Hatta kadınlara, bu eş ve anne olma durumlarından kurtulmalarını da salık verir. O nedenledir ki zamanında yazdığı Kestim Kara Saçlarımı (1960) şiiriyle kadınlara özgürleşmenin yolunu gösterir. Bağımlı kadından özgür kadına doğru giden bu yolda saçların kesilmesi özelinde ona, genelinde tüm kadınlara dayatılan yasaklara, törelere, erkeğe biat etme durumuna başkaldırıdır. Saçlarının kara olması, bahtının karalığını, yazgısını değiştirmek anlamına gelir. Ve bir kadının değişime saçlarından başlamasını öğütlemesini en çok kadınlar anlar. Çünkü kadınlar hayatında bir değişiklik yapmaya karar verdiklerinde en önce saçlarından başlarlar işe. Bu her zaman böyle olmuştur. Gülten Akın kadının evlilik ve çocukla boyunduruk altına alınmaya çalışılmasındaki eleştirisi ataerkil sisteme yöneliktir. Bu nedenle kadınlara seslenir, kadının susmaması gerektiğini de imler. Susmak, randığından söz eder. Erkek olmanın da bu sistem içersinde koşulları vardır. Sert, güçlü, etken hatta ciddi tavırlı bir erkek olmalıdır. O öğretilmiş rolle erkek de kadının kendisine biat etmesini ister. Mesela; Leylâ şiirinde “Sen Leylâ değilsin, diyebilir Mecnun/ susar Leylâ ölümüne/ sen Mecnun değilsin diyemez/ çün sözden düşmüştür” dizelerinde kadının o itaatini görürüz. Onun sözünün bir değeri de yoktur. Kadın isyan etmez onun şiirlerinde. Edemez daha doğrusu. Ama şair isyana teşvik eder sürekli. Kadını uyarır. Çünkü kadınlar hâlâ o geleneksel algıyla davranır. Kadınların aşkı da bu bağlamda değerlendirilir. Kadın özgür olmadığı için, aşkında, sevdasında da özgür değildir. Daha çok evlilik yoluyla bir birleşme yaşayan kadınlardır onlar. Öyle öğretilmiştir. Evlilikle kuşatıldıkları için, aşk da bu kurum içersinde sıkışıp kalır. Çünkü aile, evlilik, miras ve mülkiyet gibi kurumlar ataerkil yapının bir parçasıdır. Ve bu yapının sürmesi erkek ve kadın rollerinin düzenlenmesi demektir. Ataerkil yapı erkeğin kadını denetlemesine izin verir, dolayısıyla namusunu da denetler. Namusun kadın üzerinden sorgulanmasının izlerini de görürüz Gülten Akın’ın şiirinde. Onun şiirinde kadınlar ayıp ve günah kavramlarından dolayı cinselliklerini yaşayamaz ya da dile getiremez. Aşk da sanki utanılacak bir şeydir. “AŞKIN ŞAVKIDIĞI DÜNYAYI İSTEDİM” Ses ve Gölge şiirinde “AŞKın şavkıdığı dünyayı istedim/ bir bile değildim hiç oldum/ ne utanç kaldı ne korku ne bağ/ AŞKı istedim/öyle yürekten istedim, yürek eridi…” der Gülten Akın. Aşkın parladığı bir dünyaya özlem duyar. Bunu tüm insanlık için ister özünde. Ama en çok da kadınlar için arzuladığı bir duygudur. “Bir bile değildim, hiç oldum” derken yine kadının birey olamamasından söz eder. Görünürlülüğünün olmamasından. Bunu büyük bir hüzün ve aşka özlemle söyler şair. Bir bile değilken, aşkla büyümeyi istemek ve çoğalmak, utanılacak bir şey değildir. Hiçlikten varolmaya giden yolu büyük harflerle yazar AŞKla. Hatta tüm utanma ve korkuları bir kenara atarak özgürce dile getirilmesinin gerekliliğini vurgular. Ama arkasından “AŞKı sesten olmuş bir gölgeye yükledim/ ten ayrı ve uzak durdu…” sözleriyle bir umutsuzluğun izlerini de sürer. Şiirin sonlarına doğru (hayat gailesi ve onun dayatmalarıyla) tenin alınıp götürülmesine “Dışardan baktım/ o kendini yaşadı/ ben AŞK diye ses gölgeyle kaldım” der. Geçip giden zamana ve kaçırdıklarımıza karşı bir hayıflanmadır bu. “Dışardan baktım” dizesi acıklıdır hepimiz için. AŞKın tüm bu hayat mücadelesi içinde kaybolduğundan, gerçek anlamda yaşanmadan tüketilmesinden dem vururken modernizmin götürüsüne de değinir. Ancak kadın sorunsalı da devreye girer bu söylemde. Ayıp ve yasaklarla kuşatılmış kadının özgürce, tene uzak bir aşkın izini sürmesinden daha ayıp ne olabilir ki? Ya da aşk diye aşkın evrendeki tınısına gölgesine kalmak trajik değil midir? O halde “öldünüz çoçuklar!” Korunaksız ve kederli… n Beni Sorarsan/ Gülten Akın/ Yapı Kredi Yayınları/ 80 s. 2 0 1 4 n S A Y F A 1 3 Gülten Akın’ın son dönem kitaplarında özellikle “Sonra Yaşlandım İşte” kitabıyla yaşlılık duygusu kendini gösterse de bu daha çok bilgelik olarak yansır şiirine. yok olmaktır ona göre. Mesela Beni Sorarsan kitabındaki Susma adlı şiirinde “Kadın görünmüyor, iki yanda da yok/ balkonda, verandada, hayır yok/ kapattı kendini yalnızlığıyla…” derken yine kendi içinde kaybolmuş kadından söz eder. Geriye çekilmiş ve görünürlüğü olmayan kadından. “Sustu kaldı, geriye geriye çekilerek/ biliyor/ her konuşma bir şeyi değiştirir hayatımızda” diye devam ederken şiire, kadının pasifize edilmesinin ve korkularının hayatının önüne geçmesinden söz eder. Kadının üzerindeki baskı o kadar yoğundur ki, değişime ve özgürlüğe kendini kapamak zorunda kalır. “Her konuşma bir şeyi değiştirir hayatımızdaki” dizesi, korkan, değişimden endişelenen kadının ruh halini de yansıtır. Zaten Gülten Akın’ın tüm şiirlerinde kadın; korkuları, endişeleri ve çekingenlikleriyle verilir. Kendilerine öğretilen, öngörülen, toplumsal değerlere göre yaşayan ve itiraz edemeyen kadınların sesi olur bu şiirler. Kadınların edilgin olmasının sebeplerini ataerkil sistemde arar Gülten Akın, sorumlusu bu yapıdır. Erkeğin de aynı sistemde öğretilmiş kodlarla dav2 O C A K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle