23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Gülten Akın’ın şiir yolculuğu Ağır, çok ağır dünya Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biri olan Gülten Akın, ellili yıllardan bu yana şiir yazıyor. Üstelik üretkenliği son hızla devam ediyor. En son geçen aylarda çıkardığı “Beni Sorarsan” kitabıyla okuyucusunu bir kez daha taçlandıran Akın’ın ilk dönem şiirleri kısmen İkinci Yeni izleri taşısa da yetmişli yıllardan itibaren toplumsal duyarlığa sahip şiirler kaleme alır. Bugün de aynı duyarlıkla devam ediyor şiirine. Toplumsal meseleleri kendisine dert edinen Akın, poetikasını da bu minvalde oluşturur. O, ezilenleri, çocukları, kadınları, ekmek parası için göçmek zorunda kalıp yolda hayatını yitirenleri, evleri, kentleri, doğayı şiirlerinde başat unsur olarak kullanmış, insanı ve hayatı anlatmıştır bize. Şiirin hayatı ve insanı değiştirebileceği inancıyla yazmış, bu nedenle de umudunu hep diri tutmuş bir şair. Ona çok şey borçluyuz. Özellikle de kadınların şiir yolunda çok uzun süren mücadelesinde bize cesaret vererek öncülük etmesiyle. Minnet ve sevgiyle… S A Y F A 1 2 n 2 O C A K r Deniz DURUKAN v sığınaktır çoğu kişi için. Dışarının gürültüsünden, keşmekeşinden kaçıp kendini rahat hissettiği özel bir mekândır. Senin olan ya da kendin olduğun yerdir. Anlamları çoğaltabiliriz. Ev şehrin de olabilir, ülken de ya da dünyan da... Bazen de tam tersi olur. Bu, o mekâna nasıl bir anlam yüklediğinle ilgili. Ya da hangi eksikliği tamamladığınla. Gülten Akın’ın evi tek bir şeyi işaret etmiyor. Çoğul anlamları var. İlk dönem şiirlerinden bugüne kadar olan süreçte ev imgesi, gerçek anlamının dışında, öncelikle onun aidiyet duygusuna tekabül ediyor. Geçmişle olan bağlarını, doğup büyüdüğü toprakları işaret ediyor. On yaşındayken babasının mesleği gereği Ankara’ya yerleşmeleri ve Yozgat’taki o büyük konaktaki özgür ve huzurlu yaşamı bırakmalarıyla başlayan sancının yansıması bir anlamda. Elbette bu sancı, o büyüdükçe farklı anlamlara evrilecektir. Ama temeli, bırakıp geldiği o Orta Anadolu şehrinin dingin, görmüş geçirmiş “mor baharlarına” sahip çıkmak ve unutmamak üzerinedir. Unutmamak diyorum, çünkü asıl meselelerinden biri olan özünü korumak, sahip çıkmak şu anlama geliyor: Doğadan koparılan insanın doğallığını yitirmesine karşı gösterdiği dirençtir unutmamak. Doğa onun en önemli mekânıdır. Ama bu bireysel bir seçim değildir. Çünkü şuna inanır: Sadece onun değil, insanoğlunun gerçek mekânı doğadır. Yani doğa insanın kendini tamamladığı, kendini bir bütün hissedebileceği önemli bir parçasıdır. Ve 2 0 1 4 E onun yokluğu bizi ezer geçer. Bundandır ki, kapitalizmin insanın doğayla bağını kopartacak bir sistem geliştirmesine başkaldırır. Onun şiirlerindeki izleklerden biri kentleşmeyle beraber gelen göç olgusudur. Evler o göç olgusuna ve ait olma hissine de tekabül eder. Özellikle ilk dönem şiirlerinde yabancılaşma ve göç kaynaklı yer ve mekân değiştirme meselesine değinir. Tüm bunlar kentleşme sorunsalıyla ele alınır. Göç olgusu gecekondulaşmayla ele alınırken, modernizmin bir getirisi olan yabancılaşma da çok katlı evlerin, binaların yükselmesiyle beraber onun şiirlerinde kendini gösterir. Ama yeni kitabı “Beni Sorarsan”da ev imgesi farklı bir anlamla karşımıza çıkıyor. Hem genelin durumuna, hem de kendi özeline bir göndermeyle karşılaşıyoruz. Mesela; “Beni sorarsan/ kış işte/ kalbin elem günleri geldi/dünya evlere çekildi/ içlere/ sarı yaseminle gül arasında/ dağların morbaharıyla/ sis arasında/ denizle göl arasında…” dizeleri Gülten Akın’ın özelinde yaşlanmayı imliyor. “Kış işte” dizesi yaşlanmaya ve zamanın yavaşlamasına göndermedir. Yavaşlama, dünyadaki sistem hızla aksa da şairin gündelik hayatının her zamankinden daha da yavaş aktığını imler. Kitabın önsözü diyebileceğimiz “Ağır, çok ağır dünya” başlıklı bir nevi iç döküş yazısı, kendi gündelik hayatından ipuçları verir, yani özelinden söz ederken, genelde de dünyanın gidişatıyla ilgili kaygısına şahit olmamızı sağlar. Bu “Önsöz Gibi” yazıda yine geçmişe, öze ve doğaya dönüş, yani o ilk duyguya bu sefer her zamankinden daha fazla sahiplenme söz konusudur. Bu genelde yaşlılıkla gelen bir hissiyattır. Ancak Gülten Akın’ın şiirinde hep var olan bu duygu; yani doğayla bütünleşme arzusu, yukarıda da sözünü ettiğim gibi daha önceki kitaplarından farklıdır ya da şöyle söyleyeyim: Başlangıç noktası aynı olsa da, zaman faktörünün daha ön plana çıkmasıyla farklılık gösterir. (Son dönem kitaplarında özellikle Sonra Yaşlandım İşte kitabıyla yaşlılık duygusu kendini gösterse de bu daha çok bilgelik olarak yansır şiirine) “Beni Sorarsan”da ev, doğa, zaman imgeleri; daha çok içe çekilme, suskunluk, uyuklama, geriye çocukluğa, ilk gençliğedönme, fotoğraflar, anılar ve nihayetinde bir eylem olarak da kente uzak, dağlara yakın bir süreç olarak yansır. Kısacası yaşlılığın fiziksel ve duygusal etkilerine göndermeleri olan bir çalışma olarak karşımıza çıkar. Özellikle kitabın en sert ve çarpıcı şiirlerinden olan “Diyaliz”de “Sen bir şeysin orda/ toz olmamak için direnen/ Kan kardeş olduğun makine/ elbet daha değerli” diye ifade eder hastalıkla ilgili durumu. Sözünü ettiği ilk bakışta hastalık ve yaşla birlikte bedenin çökmesidir. Ama daha da fazlası vardır. “Toz olmamak için direnen” dizesinden anlaşıldığı üzere, zamana karşı direnme ve yok olmama çabasındadır. Evrenin büyüklüğünde bir toz zerresi kadar olan insanın varolma çabasına da bir göndermedir bu ve zaman algısı kendini hissettirir. Çünkü zamanın geçişi; “zihnimizde aşınma, ölme ve yaşlanma” anlamını taşır. Sadece “ben”in değil, “ben”le birlikte sevdiklerimizin, tanıdıklarımızın yok olması anlamındadır. İnsan gençken gündelik hayatın koşuşturmasıyla zamanı unutur, belki de o nedenle, zamanı unuttuğumuz için genç kalırız. Gündelik hayat içinde verilen mücadeleler, iş, evlilik, başarı peşinde koşarken zaman unutulur. Ölüm de. O halde yaşlılık, zamanı hatırlamak anlamına mı gelir? Ya da buna bilgelikle, zamanı daha iyi kavramak mı demeliyiz? “ANNENİN YARALI KIZIDIR DOKTOR” Aynı şiirde “Açılan kapıdan girdin/ yapı içine çekti seni/ beyaz, yansız, buyurgan/ koşturan genç kadınlar /görmeleri bile gerekmiyor/ yerini alıyorsun…” diyor. İki farklı durum var burada. Bir meşguliyetle zamanı unutanlar, yani koşuşturan genç kadınlar, bir de endişeyle geçip giden zamanı hatırlayan şair. Kaygı sadece zamanı hatırlamayı içermiyor, aynı zamanda bu endişede hastalık psikolojisinin de etkisi var. O psikolojiyi hastane binasının tarifinden anlamak mümkün. Binanın beyaz ve buyurgan havası o binanın dilini de anlatır. Her binanın kendine has bir dili vardır. Bizde bıraktıkları izlenimler, bize hissettirdikleriyle doğru orantılıdır. Eğer bu yapı hastaneyse ve bize hastalığımızı, acımızı K İ T A P S A Y I 1246 C U M H U R İ Y E T Fotoğraf: Kâzım ÖĞÜN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle