Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Hannah Arendt üzerine bir araştırma Kızgınlık intikamını alamıyor, aşk katlanamıyor Berrak Coşkun’un kaleme aldığı “Hannah Arendt’te ‘Radikal Kötülük’ Problemi”nde, kötülüğün bilindiği gibi canavar ruhlu insanlar tarafından gerçekleştirilmediğinin altı çiziliyor. Sıradan bir şey olan kötülük, bireylerin tavrıyla alakalı potansiyel bir edim olarak tüm insanları tehdit ediyor. r Aysel SAĞIR ötülük, herkesi içine alan bir kavram. Kötü diye uzak durduğumuz kişiler, olaylar, durumlar olsa da bu bizim de kötü olmadığımız anlamına gelmiyor. Zira kötülük, başkalarının hayatlarının kırıldığı yerde başlıyor. Bu kırılmalardan da herkese bir pay düşüyor. Kötülük bir mekanizma olarak işlerken, “bencillik, açgözlülük, harislik, güç arzusu, namertlik” tarafından beslenmiyor artık. Çünkü bu saikleri de aşmış bulunuyor. Kötülük ince ince yayılıyor ve işliyor. Özellikle de toplumun olagelen haksızlıkları içselleştirdiği andan itibaren kötülüğün somut bir suçlusu bulunmuyor. Ardışık bir seyir izlemeyen kötülük, önemli sayıda bir insan kitlesini yaşamın dışına iterek, onları “gereksizleştiriyor.” Gereksizleştirdiği insanları, katiller, hırsızlar, tecavüzcüler olarak derliyor sonra. Vicdanı yok ediyor. En önemlisi de yok ettiği bu yer(ler)den besleniyor, gelişiyor. Kötülük yayıldıkça, paylaşılan bir şey oluyor. Artık herkes kötülük yapmaya başlıyor, ama yaptığı şeyin kötülük olduğunu bilmiyor. Berrak Coşkun, Hannah Arendt’te “Radikal Kötülük”Problemi’nde, çağımızın başat sorunsalı halini almış olan kötülükle ilgili önemli açımlamalar sunuluyor. Ama çağımızı esir alan kötülüğü kapitalistemperyalist sistem(ler) in yarattığı gerçeğinin de altı kalınca çiziliyor. Zira Arendt, yapısal anlamda kötülüğü buralarda analiz ediyor. Yapıtlarında da bunu açığa çıkararak inceliyor ve buna da totalitarizm zemininde şekillenen “radikal kötülük” adını veriyor. “Şu ana kadar her şeyin mümkün olduğu totaliter kanı, her şeyin yok edilebileceğini de ispatlamaya yönelik çabalarında, bilmeden insanların ne cezalandırılabildiği ne de affedebildiği suçların olduğunu keşfetmiştir. İmkânsız mümkün kılındığında, o artık anlaşılamayan ve bencillik, açgözlülük, harislik, dargınlık, güç arzusu ve namertlik motifleriyle açıklanamayan, cezalandırılamayan, affedilemeyen mutlak kötülük haline geldi ve buna bağlı olarak, kızgınlık intikamını alamadı, aşk S A Y F A 1 4 n 1 6 katlanamadı, arkadaşlık, dostluk affetmedi.” GERÇEKLİK YARA ALSA DA… Aslında Arendt, metinlerinde, yirminci yüzyılda insanlığın maruz bırakıldığı, kıyım, göç, katliam(lar), sistematik yok etme politikalarını gözlem altına alıyor. Buradan da, oldukça somut, aynı zamanda hep yanı başımızda durarak bir tehdit unsuru oluşturan kötülük problemine odaklanıyor. Hitler faşizmini ise bunun son noktası olarak görüyor. Ama aynı zamanda da, her şeyin mümkün olduğu bir ortamda gerçeklik ne kadar yara alırsa alsın, kötülüğü anlayıp onunla yüzleşmek gerektiği üzerinde duruyor. Bu noktada da, kişilere, onların sorumluluklarına büyük bir pay düşüyor. Zira kötülüğün yayılarak, hiçbir insanı suçlu kılmamasıyla, kişilerin sorumluluğu arasında tersinden bir ilişki bulunuyor. Kötülüğün buradaki özünü Kant’dan yola çıkarak, geliştiriyor Arendt. Zira “yeryüzünde olup biten hiçbir şeyin insanın kavrayışının dışında olamayacağı yargısı, tarihin, beylik, basmakalıp yargılarla yorumlanmasına” K yol açabiliyor. Ancak Arendt, tam da burada önemli bir gerçekliği teslim ederek; “aşırılıkları inkâr eden, olmayanı olandan çıkarsayan ya da görüngüleri benzeşimler ve genellemelerle açıklayan kavrama edimi, artık gerçeğin etkisinin ve deneyimin yarattığı şiddetli sarsıntının hissedilmediği anlamına gelmez. Tersine ne varlığını yadsıyarak ne de ağırlığı altında ezilerek yüzyılımızın omuzlarımıza yıktığı yük her ne ise onu incelemek ve bilinçle taşımak anlamına gelir” diyor ve şöyle devam ediyor: “Bu anlamda, Yahudi sorunu ve antisemitizm gibi küçük (ve dünya politikası bakımından önemsiz) bir fenomenin, ilkin Nazi hareketi, sonra bir dünya savaşı ve son olarak da ölüm fabrikalarının kurulmasında bir katalizör işlevi görmesi (bu sağduyuya aykırı gerçek); […] veya totaliter hareketlerin malum sinik ‘realizmi’ ile gerçekliğin bütün dokusunu bariz bir biçimde hiçe sayan tutumları arasındaki garip çelişki; yahut modern insanın (her zamankinden daha büyük, tam da evrenin varlığına meydan okuyacak kadar büyük) gerçek gücü ile modern insanların kendi kudretlerinin eseri olan bir dünyada yaşamak ve bu dünyayı anlamaktaki aczleri arasındaki can sıkıcı uyuşmazlık; bütün bunlarla yüzleşmek ve onları anlamak mümkün olmalıdır.” SÖZÜ EDİLEMEYECEK KADAR KORKUNÇ OLAN Adorno’nun da altını çizdiği gibi “sözü edilemeyecek kadar korkunç olana katlanmak isteyen bir bilinç, nesnel olarak sürüp giden çılgınlığa öznel olarak teslim olmak istemiyorsa tekrar tekrar o vahşeti anlama çabasına geri dönmek zorunda” kalıyor. Coşkun, Arendt’in Hitler rejiminden yola çıkarak incelediği kötülükle ilgili sesine, aynı problemi inceleyen ya da argümanlar sunan; Adorno, Bernstein, Susan Neiman, İoanna Kuçuradi, Nermi Uygur, Badiou, Zizek, Kant, Terry Eagleton, Walter Benjamin, Thomas Dürr gibi büyük düşünürlerin seslerini de katıyor. Böylelikle Coşkun okuyucuya, Arendt’ın kötülükle ilgili yaptığı analiz, saptama ve teorilerinden kapsamlı bir çalışma sunuyor. Zira Arendt, içinde yaşadığımız çağda insanlığı dumura uğratan yıkım ve kıyımların özünü açığa çıkarmakla kalmıyor, bunun sorumluluğunu da somut olarak birey(ler)e yükleyen bir düşünür olarak öne çıkıyor. Diğer bir deyişle, insanın içinde debelendiği daha doğrusu yok olduğu bir atmosferde, çözüme giden yolları ve insanı işaret ediyor. Buradan yola çıktığımızda ise, büyük toplumsal felaketlerin sadece bir sonuç olduğu gerçeği çıkıyor ortaya, Hitler faşizmi, bu sonuçları sağlayan felaket zincirinin başlangıç halkasını oluştursa da kapitalizmin rekabetçi zemininden beslenerek ilerlediği gerçeğini her zaman başköşeye yerleştiriyor. Hatta buradan hareketle, gerilere giderek Nazizmin cüretini, Batı emperyalizminin “gereksizleştirdiği” insan kitlelerini nasıl ortaya saçtığını, söz konusu “ayak takımının” Kara Afrika’da uyguladığı vahşete bağlıyor. Peki, bütün bunlar olurken insanlık ne yapıyor? Adorno, insanların “arka planda işleyip duran bilinçdışı sayesinde, hakikatin doğru olmadığına inanmaya daha yatkın” olduğunu söylüyor. Zira “uygar dünyada insanlar öyle bir umutsuzluk noktasına gelmişlerdir ki, dünya kendisinin ne kadar habis olduğunu itiraf etme görevini onların kötü yanlarına yüklediği anda, o pek çelimsiz iyi yanlarından da hemen vazgeçmeye hazırdırlar” diyor Adorno. KÖTÜLÜĞÜN SIRADANLIĞI… Arendt’ın hocası Jaspers’le, kötülük üzerine yazışmaları metnin önemli bir bölümünü kapsıyor. Yazışmalarında, birbirlerine verdikleri yanıtlar, Jaspers’in Arendt’in düşüncelerine ne şekilde katkı sunduğu, Arend’in düşüncelerinin gelişim seyri, bizzat kendisinin Auschwitz ölüm kampı baş sorumlusu Adolf Eichmann’ın yargılanması sürecinde, Eichmann’ın tavırlarından yola çıkarak vardığı sonuç görülüyor. Eichmann’ın hiç de öyle canavar gibi görünmemesi, binlerce insanın gaz odalarında öldürülmesini organize ederken tüm bunları “iyileştirme” saikiyle yaptığına inandığını göstermesi, Arendt’i “kötülüğün sıradanlığı”na götürüyor. “Eichmann’ı dinledikçe, konuşma konusundaki yetersizliğinin düşünme, daha doğrusu başkalarının bakış açısına göre düşünme yetersizliğiyle yakından ilişkili olduğunu daha iyi anlıyordunuz. Eichmann’la iletişim kurmanın imkânsız olmasının nedeni yalan söylemesi değil, kelimelere ve başkalarına karşı ve buna bağlı olarak gerçekliğe karşı en güvenilir zırhla sarılmış olmasıydı.” “Kötülüğün Radikal Doğası”, “Kötülüğün Sıradanlığı” ve “Radikal Kötülük Problemini Ele Alışta Arendt’in Kavram Ağı” başlıklı üç ana bölümden oluşan metinde, kötülüğün ne şekilde oluşup yol aldığı çok net görülüyor. Tabii, kötülüğün yanı başımızda durarak bizim tavırsızlığımızdan, sorumluluk hissini yitirmemizden nasıl beslenerek güçlendiği de. n Hannah Arendt’te “Radikal Kötülük” Problemi/ Berrak Coşkun/ Ayrıntı Yayınları/ 206 s. K İ T A P S A Y I 1248 Berrak Coşkun okuyucuya, Arendt’ın kötülükle ilgili yaptığı analiz, saptama ve teorilerinden kapsamlı bir çalışma sunuyor. O C A K 2 0 1 4 C U M H U R İ Y E T