23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ “2011, Türk Kültürü Araştırmaları Ödülü” ve Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu , “2012, Türk Halk Kültürüne Hizmet Ödülü”. Onun gerçek rolünde aşk ve edebiyat hep baş köşede olmuştur. Çocukluğunda aşkı tatmış, çocukluğunda acıyı iliklerinde duyumsamış ve kendisine uçsuz bucaksız bir masal dünyası yaratmış. Bu dünyayı nasıl yarattı? Kendisinden dinleyelim: “Evimizin kapısı, gelip geçen misafirlere açık olur, yemekler birlikte yenirdi. Kars’ın o karlı, uzun kış gecelerinde babam halk hikâyeleri ve masallar anlatırdı. Arkadaşlarına romanlar okuduğunu anımsıyorum. Daha radyo yaygınlaşmamıştı, televizyon yoktu. Toydüğün, günlerce sürer, kız erkek ayırmadan gençler birlikte halay tutar, diz kırıp oynardık. Yaz aylarında ise yaylaya göçerdik, lacivert gökyüzünün yıldızlı gecelerinde nağıl (masal) ninelerin, nağıl dedelerin anlattığı masalları dinlerdik. Kurtlar koyun sürümüze dalar, hırsızlar öküzleri çalar, kartallar tavuk ve kazlarımızı kaçırırlardı. Ata biner kurtları kovalar, hırsızların peşine düşer, kanat takıp uçmak isterdik. 1959 yılında öğretmen okuluna başladım. Karın göbeğe çıktığı, fırtınanın esip savurduğu bir gün kızakla okula giderken kurtlar, atlara saldırmış, atları dörtnala sürerek canımı zor kurtarmıştım. Dayım İsmet Gülyiyen ise pedagoji öğretmeni, bölgenin ilk Aydınlanmacısı, kitaba ilgiyi hep canlı tutardı. Bu ve benzeri hayat hikâyemiz masallara karışmış ve macera doluydu. Belki de bunlar derleyeceğim ve yazacağım masalların sahnelerini kurmaya zemin hazırlıyorlardı; kim bilir...” Yücel Feyzioğlu, zihninde derin izler bırakan masal dünyasına işte böyle girmiş, kâh anasının kâh da babasının ışıklı, hüzünlü ama hep ümitli olan gözleriyle dünyaya bakabilmiştir. O masaldan öbür masala gidip geliyorum. Feyzioğlu o kadar masal derlemiş, o kadar masal yazmış ki... Hangisinden başlamalı? Murkumomo’dan mı, Dimitraş ile Pıtıraş’tan mı? Yoksa daha daha uzaklara gidip, Altay Dağları’nın karlı zirvelerinden süzülüp gelen İrustu ile Ak Kağan’dan mı? 600’den fazla masal, koca bir dünya... Bir üniversitenin ancak başarabileceği eşsiz bir çalışma ve emek... O, çocuklara ‘yalanın gerçekten çok olduğu’ masallarda, ‘yalanları çuvallara doldurup’, gerçeklere yakın fantezi ile karışık masallar anlattı.’Karttan kurttan, yakası kabuktan, düğmeleri turptan, burnu havuçtan…’ olan masal kahramanlarını... Balkanlar’ın şehirli çocuklarından Hakas’ın, Tuva’nın at üzerinde doğan çoban adayı çocuklarının dinlediği masalları derleyip yeniden yazdı ve yaydı. Bu yazış, bu yayılış, bu bir ırmak gibi akıp giden çoşkulu gizler çocuklara bilinmezlerin kapılarını açtığının da farkındadır Feyzioğlu. Sizi bu masallara götüren asıl nedenleri bize anlatın lütfen. “1828 yılı Türkmen Çayı Antlaşması ile Azerbaycan ikiye bölünmüş, kuzey parçasını Ruslar, güney parçasını Farslar işgal etmiş. Türk toplulukları arasında kültür akışı bütünüyle kesilmiş. Doğu Türkleri Rus ve Çin kültürüne, Batı Türkleri de Batı kültürüne gereğinden fazla yönlendirilmiş, bizim masallar unutulmaya terk edilmiş. 150 yıldan beri de bazı zengin ülkeler masallarını en hızlı bir biçimde dünyaya yayarak çocukları kendi kültürel arka bahçesine çekmişler. Bilim insanları kendi geleneksel kültürüyle büyütülmeyen kuşakların barışçıl toplum kuramayacağı görüşünde. Hiçbir toplumda olmadığı kadar çatışmalı bir toplum olmuşuz. Spor alanında, aile içinde, sokakta, politik arenada, okulda, Çemçe Dağı’nda çatışma... Bu durum insanın ruhunu parçalıyor. İşte beni masallarımıza götüren en büyük sebep bu.” Bu konuyu biraz daha açmasını istedim. “Okullarda dört tane masal kahramanımızın adını sayın, dediğimde öğretmenler dahil çocuklarımız, Keloğlan’dan başkasını bilmiyorlar. Şirince Şeşen’i, Er Tapıldı’yı Öksüz Oğul’u, Bir Karış Boy İki Karış Sakal’ı Yanık ile Dilek Boncuğu’nu, Murkumomo ile Çomotay’ı, Alp ile Asamat Köprüsü’nü, getirdim’ seslenişini duyar gibi olurdum. Yücel Feyzioğlu’nun kitaplarını okudukça, gerilerde kalmış o sesleri, o şefkatleri, o merhametleri yeniden duyumsadım; o temiz duyguları ve renkli, masal kokan hayatı yeniden yaşadım ve umutlandım. MASALLARIN YURTDIŞINDAKİ ETKİLERİ Yücel Bey’in kalemi ve onun tatlı anlatımıyla Avrupalı çocuklar da bizim ‘Keloğlan’ı, ‘Cırttan’ı, tanımış ve sevmiştir. “Sihirli Limon” adlı kitabı, Alman Eğitim ve Bilim Bakanlığı tarafından “...çocukların kafasında fantastik dünya açan, etkileyici 20 kitap listesi”ne alınarak Bakan Gabriele Behler tarafından basına tanıtıldı ve çocuklara tavsiye edildi. Almanya’nın en önemli ve en çok okunan gazetelerinden West Deutsche Algemeine Zeitung’un yazarlarından Rolf G. Lange bakın onun için Yücel Feyzioğlu’nun kalemi ve onun tatlı anlatımıyla Avrupalı çocuklar da bizim ‘Keloğlan’ı, ‘Cırttan’ı, tanımış ve sevmiştir. Ayıkulak’ı, Yarım Horoz Kardeş ve Yartı Kulak’ı ve daha yüzlerce masal kahramanımızı bilen yok. Bunlar dünya çapında karakterler. Batı’da Noel Baba ne ise bizde Hıdrellez odur. Hıdrellez hakkında tek kitap yok. Başkasının kültürüyle büyüyen çocuk kendine nasıl güvenebilir?” Einstein, ‘Bilgi sınırlı olduğu için fantezi bilgiden daha önemlidir’ derken masalların insan dünyasında ne kadar öneme sahip olduğunu da vurgulamış olyordu. Yücel Feyzioğlu, ‘Şengülüm ile Mengülüm, Cırttan ile Çilbik, Yartı Kulak, Aldar Köse’ isimli masal kitaplarını bana verdiğinde beni bütün üzüntülerimden, kederlerimden kurtararak bir çocuk saflığına ve mutluluğuna götürdü, hayallerim kanatlandı. ‘Şengülüm Mengülüm Şüngülüm’ masalını 67 yaşlarında iken anamdan dinlemiştim. Aklımda öylesine yer etmişti ki, her ana gördüğümde masaldaki o fedakâr ana keçiyi anımsar gülümserdim. Şefkatli bir söz duyduğum her an o ananın o ballar balı, Şengülüm Mengülüm Şüngülüm aç kapıyı men geldim, dilimde türkü, boynuzumda ot, mememde süt neler yazmış: “Yazar, öğretmek için yazmıyor, gösteriyor, etkiliyor, duygulandırıyor, düşündürüyor, okumaya ilgiyi artırıyor... Çocuklardan önce biz Alman büyükleri onu okumalıyız.’ O, masal toplamaya ve kendi ifadesiyle, “Kaşgarlı Mahmud’a özenerek” tam 30 yıl önce başlamış... Otuz yıl bir ömür demek. Bir ömür boyu çocukların dünyası ile birlikte büyüklerin de dünyasına girmeye ve dünyada daha başka tadların, güzelliklerin, renklerin olduğunu göstermeye çalışmış. İnsan, Çin’den, ta Avrupa içlerine kadar uzanmış halkımızın duygu ve hayal dünyasının zenginliğine hayret ediyor. Doğal olarak biraz halkbiliminden haberi olan bir insan bütün bu çalışmalara sadece ‘masal’ deyip geçebilir mi? Masallar anamızın ak sütü gibi temiz dilimizin kaynağı, duygularımızın ve düşlerimizin hayat bulduğu dimağlarda akan ırmaklar, binlerce yıllık kültür birikiminin hazinesidir. Astrid Winter, masalların insan ruhunda ve beyninde şifalı etkiler yarattığını yazar ve sağlıklı bir çocuk ruhunun masalsız olamayacağını belirtir. Yücel Feyzioğlu Balkanlar’dan Sibirya’nın uç21 larına kadar yeniden ele aldığı, yazdığı, yeni renk ve müzik kattığı Türk masallarına, bu şifadan bol bol katmış. Masalları ayıklamak, onlara yeni bir üslup katmak, onları çocuk ruhunun zarifliğine uygun hale getirmek, engin bir dil sevgisi ve bilgisi ile yoğurmak yoğurmak Feyzioğlu gibi bir ustanın elinden gelirdi ancak. Bizim yüzyıllarca öksüz kalan ancak ve ancak ninelerin dillerinde yuvarlana yuvarlana yaşayabilen ama ham, bölük pörçük, yaralı kalan masallarımız ne yazık ki çok geç derlenmiş ve toparlanmıştır. Bu derlemelerde Pertev Naili Boratav gibi ustaların emeklerini yâd etmemek haksızlık olur. Ama bütün Türk yurtları masallarının derlenmesi, yeniden yazılması ve gerçek bir masal diline kavuşması Yücel Feyzioğlu’na nasip olmuştur. Altaylardan Alplere, Uygurlardan Anadolu içlerine kadar hiçbir Türk topluluğunu dışarıda bırakmamıştır. Ayrıca Kürt, Süryani masallarını da toplayıp onlara yeni bir can katmış, yayına hazırlamıştır. Onlara da yüreğindeki sözleri katar. Umutlu, gelişgen ve doğurgan sözleri... Yayımlandığında nasıl bir ortak kültür yarattığımız hayranlıkla görülecek, bu dışlanma nedir diye herkes kendine soracaktır. Küreselleşme denilen körleşme, esrikleşme, yitip gitme çağında, anadilini, ulusal hafızasını, ruhunun şifrelerini unutmamak için, bu kadar benzetme, uyak, deyim, atasözü ve dilin bütün incelikleriyle zenginleştirilmiş masallardan daha önemli bir yaşam aracı ne olabilir diye düşünüyor insan. Bütün bunların dışında uçsuz bucaksız Sibirya’daki bir Yakut çocuğu ile İstanbul’un daracık ve kalabalık sokaklarında sıkışmış kalmış bir Türk çocuğu arasındaki söz alışverişi, düş alışverişi, cesaret ve dürüstlük alışverişi kadar güzel ve değerli ne olabilir? Yücel Feyzioğlu’nun ‘Şaman Dede ile Oğul’ isimli masalından bir tadımlık tadın bakalım ne güzeldir, ne hoştur. ‘Çadırı söküp beyaz bir ata yüklemişler. Az gitmişler, uz gitmişler, vara vara yalçın dağlara varmışlar. Her yan orman, derelerde şarıl şarıl akan sular, diz boyu dağ laleleri... Şaman Dede: ‘Bu güzelliği görüp geçmek olmaz oğul, dur konaklayalım,’ demiş. Dağların başı bulutlu, hava soğuk. Çadırı indirip otağı kurmuşlar. Hava kararmış. Ocağı yakmışlar. Dağın başı ışık... Işık, her yana yayılmış...’ O ışıklı dağın başı neresi? Masaldaki bir dağ mı? Hayır! Bu dağın başı halkımızın yurdudur. Işıklıdır ve konukseverliği, insancıllığı, merhameti, gülüşü ile yer yer ışık yaymaktadır. Peki son bir merak olarak, bu güzelliği, bu yüceliği yaratırken Kaf Dağı’nın ardındaki Sonja’yı buldu mu Yücel Feyzioğlu? “Yirmi yıl geçmişti aradan. Ona tam yaklaştığım sırada frene bastım. “Bırak bu çocukluk sevdası güzel bir anı olarak yaşasın! Hayallerin yıkılmasın!” diye düşündüm. Geri döndüm, derlediğim masallara onun sevgisini kattım, belki senin keşfettiğin bu olsa gerek. Belki Ankaralı kızımızı kendine çeken de bu.” ? ŞUBAT 2013 ? SAYFA 5 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1201
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle