Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K Bir yazar, bütün öykü kitapları içinde çıtayı en yükseğe çıkardığı kitabıyla anılsa bile bunun içinde de en yüksekte görünen birkaç öyküsü bulunacaktır elbet, gölgede kalanların da olabileceği gibi. er öykücünün yola çıkar çıkmaz, öykücülüğümüzü sıygaya çekip çomaklamaya kalkmasından daha doğal ne olabilir söyler misiniz bana? Gençliğinde isyan etmemiş, her gün yeniden yeniden öykücülüğümüzü yıkıp yeniden kurmaya girişmemiş bir öykücü ileride, erişkin yaşlarında mı yapacak bunu? Öyleyse bizim genç öykücülerden her gün yeni manifestolar beklememiz gerekir zaten. Adları, öykücülüğümüzün ustaları arasında anılan, kimileri artık yaşamayan nice öykücünün çizilip atılmasını, tartaklanmasını da doğal saymak gerekir bu nedenle… Onlar, bu genç yaşlarında putları yıkmayacak da kravat takıp “resmi”leştiklerinde mi girişecek bu işe? O halde genç öykücüler bu tür davranışlar gösterdiğinde, bununla örtüşen tutumlar sergilediğinde onları anlayışla karşılamak yetmez, getirdikleri eleştiri, öneri, kırıp yıkma, var olan kanonik kavrayışları yere indirme gibi çabalarına bakarak kendilerini anlamaya çalışmamız, dikkate almamız da gerekir… Anne babalar gösterdiği hoşgörüyle eğitmez mi evlatlarını, ileride kendi çocuklarına karşı onları da hoşgörülü olmaya yöneltmez mi? Gençlerden öykücülüğümüzü, bütün dönemlere yayılmış konumuyla, simge bağlamında öne çıkmış adlarıyla tanıması, bilmesi beklenir belki koşul olarak… Yani yalnızca bir dönemle yetinerek, bu dönem öykücülüğüne değgin bilgiye, yazarlarının öykülerine yaslanarak bütünsel çerçevede bir manifesto ortaya koymanın pek de gerçekçi olmayacağı sezdirilebilir belki, o kadar… Öykü eylemcisi genç yazar, ne denli sert tutum sergilerse sergilesin erişkin onu bağrına basabilmeli, eylemci de köktenci tutumunu, öykücülüğümüzden beslenen kaynağa dayandırmaya çalışarak ortaya koymasını bilmeli… Denebilir ki elbette genç öykücüler öykücülüğümüzü sürekli yenilemek gibi bir işin birinci dereceden görevlisidir… Ama bunu yapabilmek için yenilemeye çalıştıkları öykücülüğümüzle birlikte, eskimiş sayılacak öyküleri de koluna takarak onları da yenilenmeye yönlendirmek zorunda değil midir? Pek çok öykücünün Türkiye’yi diyelim, terk etmesi gibi bir olasılığa karşın hiçbirinin de Sait Faik ülkesini terk etmeye girişmemesi ne anlama geliyor acaba? Bu bağlamda iki genç öykücümüzle birlikte olacağız; Pelin Buzluk (d.1984), Umut Sağlam (d.1978). Pelin Buzluk, ilk öykü kitabıyla ikincisini bir arada yayımlamış. Can tarafından yayımlanan Deli Bal ile Kanatları Ölü Açıklığında başlıklı öykü kitaplarının her ikisi de “Ekim 2012” tarihini taşıyor. Umut Sağlam da ilk öykü kitabıyla selamlıyor bizi: Öykünün Nar Suyu (Artshop, 2012)… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com ÖYKÜCÜLERİMİZ ARASINDA2 H Öyküyü yenilemek, öyküyle yenilenmek... Ancak ikinci kitabı Kanatları Ölü Açıklığında ile farklı düzlemde öyküler kaleme almaya girişiyor Pelin Buzluk. Çünkü bu kitabında yazar, imgesel anlatımlarını nasıl ne türden evrenlere yerleştirmesi gerektiği konusunda farklı tutum sergiliyor görüldüğü kadarıyla. Söyleyiş zenginliği de önceki öykülerine göre yankılanarak yükseliyor. Yazarın, şiire yönelik emeği de bu ikinci kitabında daha yoğun zaten. Öte yandan kadın yaşamından sızan dramatik kırılganlıktan erkeklerin “başa bela” (Kanatları…, 37) erkekliğine dek uzanan bütüncül yaklaşım üzerinde de durulabilir Buzluk’un bütün öyküler toplamında. İlkinde öykülerini bağlamlı kılmanın getirdiği dar hendeseye sıkışmışlığın, bu giysi içinde rahat adım atamamanın huzursuzluğu vardı belki öykücüde, bu kez rahatlamış görünüyor yazar. Nitekim ikinci öykü kitabında zaman, uzam kaydırmaları çok daha dikkat çekici açılımla geliyor okurun önüne. Bütün bu verilerin ardından, sözünü ettiğim iki öykü kitabına dağılmış yirmiyi aşkın öyküsüyle Pelin Buzluk’un öykü alanındaki birikimi yenilemek, en azından yenileşmeye açılmasını sağlamak gibisinden sav taşımaya yatkın görüntü verdiği söylenebilir sanıyorum. Bu arada genç yazarın “Göz Hareketleri” (Deli Bal), “Kanatsız”, “Düğün Gecesi” (Kanatları Ölü Açıklığında) gibi birkaç unutulmaz öykünün de yazarı olduğunu eklemeden geçmeyeyim… Elbette üzerinde önemle durulması, gelişimi dikkatle izlenmesi gereken bir genç öykücümüz Pelin Buzluk… Pelin Buzluk PELİN BUZLUK’LA ÖYKÜYÜ YENİLEMEYE GİRİŞMEK... Pelin Buzluk’un ilk öykü kitabıyla ikincisi arasında verimlenişleri bağlamında nasıl bir zaman farkı vardır bilemem ancak iki kitabın nitelikçe birbirinden ayrı yerlerde durduğu söylenebilir baSAYFA 16 ? 21 ŞUBAT na göre. Aynı tarihte yayımlanmış görünse de söz konusu öykü kitaplarını notladığımızda net bir resim olarak görülebiliyor çünkü bu. Genç öykücü, tümcelerinden yansıyan doygunluk, dolulukla dikkati çekiyor ilk ağızda. Sıkı ilmekle örgülüyor bunları. Algıyı genişletip derinleştiren bir yapı kuruyor böylece. Bağlamlı konum sergileyen kimi öykülerinde Buzluk, biçemsel örtüşmeyi, çakışmayı öngörüyor daha çok. İçeriksel anlamda belki birbirine yakın duyuşlar, düşünüşler söz konusu ancak bunlarda süreğenlik yerine bağımsız, genişlemiş bir yelpaze açılımıyla karşılaşılıyor. Bu bakımdan hiçbiri kendine özgü biçemsellik getiremiyor öykülerin, oysa farklı ilineklerle örüntülenen öykülerin de biçemsel farklılık sunması gerektiğini düşünüyor insan. Bağlamları açısından öykülerin biçemsel örtüşme sergileyişine bakarak yazarın asıl amacının bu olduğu kestirilebiliyor kolayca. Tuhaflık da burada çıkıyor. Öyküler, taşıdığı düşünsel yoğunluk bağlamında dikkat çekmeyi başarırken biçemsel çakışmalar nedeniyle birbirinden sıyrılması da bu oranda güçleşiyor yazık ki. Öyküler, varoluş çevresinde gelişip biçimleniyor. Ancak bu, öylesine ortak bir izlek ki yazınımızda, bunun ayırıcı bir içeriksel değişke dizgesi olduğunu düşünmek zor. Nitekim yalnızlık, kimsesizlik, çaresizlik hemen bütün öykülerde örtüşme gösteriyor. Zaten yazar, farklı kişiler olsa bile onları da bu karakteristik özelliklerle öykü evrenlerine yerleştiriyor hep. Böylece tek evrenli, tek karakterli bir öyküleme çıkıyor karşımıza. Anlatıyı besleyip kamçılayan tek kışkırtıcı yan ise ölümcül bir yalnızlığın yol açtığı, neredeyse tırnak diplerine dek işlemiş korku, hatta ötesinde ölüm morartısı. Umudun tozlanması, iyimserliğin ancak düşlerde sürmesi; hem bireysel hem toplumsal yönelişte tam anlamıyla karamsar bir tablo sergilenişi böyle bir öykülemenin doğal sonucu olarak çıkıyor ortaya. Bunların ötesinde görece karabasan öyküleri toplamı olarak da nitelenebilir ayrıca Deli Bal. 2013 UMUT SAĞLAM’LA ÖYKÜDE YENİLENMEYE GİRİŞMEK... Geçen hafta yer açtığım Gülçin Göktay Manka’nın Gelincik Kutusu (Kanguru, 2012) başlıklı öykülerinde Eskişehir’in, öykü kişisi konumuyla öykülerde önemli karakter olarak göründüğünü söylemiştim. Umut Sağlam imzalı Öykünün Nar Suyu başlıklı ilk öyküler toplamında da İzmir kenti önemli role sahip. İzmirli öyküler kaleme almış önceki öykücüler bir yana İzmirlilik algısıyla farklı öykülere imza atmış bir yazarla daha karşı karşıyayız. Bu kez İz mir’i öykünün, aşkın, emeğin, özgürlüğün, düşlemlerin kenti olarak da algılayabiliyoruz… İzmirliliğin yanına, Umut’un, yaşlılar dünyasına yönelik el atışının da dikkat çekici olduğu söylenebilir. Bir güzel yan da öykülerin sevecenlikle, sevgiyle örülü oluşu, iyimserlikle kuşatılışı anlatının. Kişilerin de, çektiği sıkıntı ne olursa olsun umutlarını yitirmeyişi. Bütün bu verilerin ardından Sağlam’ın öykülerinden hem yerli hem yerel bir buhar yükseliyor denebilir. Ancak yazar, olgusal, yaşantısal anları öyküsüne buyur ederken sıradan insanı, öykü evreni içinde yeniden kuran tutumuyla anlatıya ferahlık da kazandırıyor. Nitekim önde anlatır göründüğü öykü evreniyle içine yerleştirdiği kişileri öylesine soyutlayıp dönüştürüyor ki arka planda anlam dalgalanmalarıyla farklı katmanlara yerleştirdiği sızıntı, kanama vb. yoluyla öyküyü zenginleştirici öbekler oluşturabiliyor kolayca. Gülümsetirken göz buğulandıran bir anlatı düzeni de diyebiliriz bunun için. Kısa tümcelerle sıcak esintiler yayıyor Umut. Bir anda karşımıza çıkan, bize kesmelerle evrenler arasılık duygusu yaşatan, öykü kişilerinden farklılık sergileyenlerini farklı öykü evrenlerinde de harmanlayan tutumla. Öylesine okurun kılıyor ki bunları yazar, bakıyorsunuz, siz de gezinmeye koyuluvermişsiniz bu evrende. Onun başarısı, anlatmaya çabalamadan öyküyü kurabilmesinde yatıyor da denebilir. Evrenlerdeki yalınlıkla, kişilerdeki sıradanlıkla ama bunların yaydığı gerçektenlik duygusundaki yükseklikle alabildiğine etkili öykülere dönüşüyor anlatı. Bu bilinçle de görünenin ardına geçmeye çabalıyor hep. Öyküde asıl kurulması gerekenin anlatılan olmadığını, bize kendini duyurup duyumsatan, sezdiren gerçeklik olduğunu biliyor çünkü. Şu da başta kabullenilmeli; bir yazar, bütün öykü kitapları içinde çıtayı en yükseğe çıkardığı kitabıyla anılsa bile bunun içinde de en yüksekte görünen birkaç öyküsü bulunacaktır elbet, gölgede kalanların da olabileceği gibi. Bu nedenle Umut Sağlam’ın bu ilk öyküler toplamında “Beklemek” gibi keşke yer almasaydı denilebilecek öyküleriyle de karşılaşılıyor doğal olarak. Sonra örtüşen öyküler de görülebiliyor, “Günay Hanım’ın Mektupları”, “Sabah Kahvaltısı” gibi… Öykücülüğümüzde kimi klasik yazarların anlatımlarını çağrıştıran ancak bir çalım bunu anımsatsa bile bir biçimde yazarı tarafından bir kez daha yenilenmeye girişilmiş bu öykülemeyle genç bir öykücüyü daha tanıyoruz. Böylelikle klasiklerin anlatımlarını yenileyip bunların dışına çıkarak öyküde tazelenmiş hava estirebilecek öykü erkesine sahip olduğunu duyuruyor genç yazar. BİR LOKMA BİR HIRKA, ÖYKÜNÜN ABDALI OLMAK... Görülmüyor olamaz, genç öykücüler, günümüz öykücülüğü içinde yalnız önemli erke oluşturmuyor, yanı sıra bu yönde üretilen erkenin vektörel eğrisini belirlemede, gide gide öykücülüğümüz içindeki yönsemelerde bütüne yayılan işlevsel etkiyle de büyük rol oynuyor. Genç öykücülerin özenli davranması gereken yan, bir yandan putları yıkmaya girişirken beri yandan öykü sanatının bir lokma bir hırka abdalı olduklarını da göstermeleri gerektiği… Ardılı olunmadan öndeki yıkılamaz çünkü… Ardılı olunan usta, şu bu, her ne ise tam olarak tanınmazsa nasıl yıkılacak, kestirebilir misiniz? Bu yazıyı kaleme aldığım sıra, yani Dünya Öykü Gününün kutlandığı günlerde, kargodan bir kitap daha gelip konmasın mı masama? Genç öykücü Kerem Alp Usal’ın (d.1989) Fikir Uçurtması (Truva, 2013)… Bilmiyorum buna ne zaman gelecek sıra, ama herkes işte biraz daha yaşlanıyor, baksanıza, öykünün gençlik bayrağını doksan doğumlular taşıyor artık! Analar ne öykücüler doğuruyor değil mi? Ne ki elde fener arayıp bulmak onları, bu karanlıkta yine öykücülere düşüyor öncelikle… Hey, oradaki, sana söylüyorum, saklanmaya kalkma, görüyorum seni; öykü okuyorsun, anladım, genç öykücülerden haberin var mı peki, kaçını tanıyorsun? Efendim?.. ? Umut Sağlam CUMHURİYET KİTAP SAYI 1201