Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ yoğunlaşmazsa, ‘beni sarmadı, abi’ deyip başka kanaldaki izlemesi kolay diziye kaçıverirler. Bir ünlü yapıtın ‘dizi’ olarak çekilme aşamasında bütün bu gerçeklerle yüzleşmek gerekli. Tiyatro eserlerinde tipin ve karakterin seyir sırasında etkili olduğu biliniyor. Özellikle epik tiyatroda öne çıkartılan kahramanlar seyircide iz bırakıyor. Haldun Taner de toplumsal ve bireysel yaşantıyla örtüşen eşzamanlı olgu ve olayları yazıyor. Ayrıca Taner çok önemli bir öykü yazarı da. Tiyatro eserlerindeki kahramanlarla öykülerindeki kahramanlar arasında nasıl bir ilgi kurulabilir? Haldun Taner Tiyatrosu kitabının ‘Öyküden Oyuna’ bölümünde, Taner’i kimi öykü kişilerini nasıl oyun kişilerine dönüştürdüğünü açıklamaya çalışıyorum zaten. En çarpıcı örnek, ‘Ayışığında Çalışkur’ öyküsünde gerçekçi bir yaklaşımla betimlenen kişilerin, ‘Ayışığında Şamata’ oyununda ‘epikleşerek’ tipik ‘toplumsal tavır’lar sergilemesidir. (Ayrıca, ‘Huzur Çıkmazı’ oyununda ‘dramatik’ yaklaşımla biçimlendirilen Memnun karakterinin ‘Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’ oyununda ‘epik’ yaklaşımla biçimlendirilmiş Vicdani’ye dönüşmesi de bu bağlamda anımsanabilir.) Ne ki Taner, epikgöstermeci yaklaşımı kullandığı oyunlarında oyun kişilerini çoğunlukla doğrudan doğruya tiyatro sahnesi için biçimlendirmiştir. Sözgelimi, Keşanlı Ali karakteri içinde yer aldığı oyuna özgüdür ve biriciktir. Haldun Taner tiyatrosu bize ait geleneksel öğelerle tiyatroda epik anlatımı zenginleştirmiştir denilebilir mi? Daha doğrusu, Taner tiyatrosu incelenerek epik tiyatro anlayışı yeniden kurumsallaştırılabilir mi? Taner, bize ait geleneksel öğeleri kullanarak epik anlatıma daha bir ‘seyir keyfi’ katmış, bu nedenle de oyunları seyirci tarafından kolayca benimsenmiştir. Ne ki, bu gerçek, Bertolt Brecht’in oluşturduğu epik tiyatro kuramına önemli bir boyut eklendiği anlamına gelmez. Taner, Türk seyircisinin mizacı ile oyun izleme alışkanlıklarıyla doğru dalga boyunda buluşan bir epik yaklaşım kotarmıştır. Bu yaklaşım, farklı kültürlerde ve Taner’inkinden daha keskin politik dünya görüşleri söz konusu olduğunda aynı etkiyi taşımayabilir. BRECHT HAKKINDA BİR TAHMİN... Geleneksel Türk tiyatrosunun epik tiyatro anlayışına sunduğu olanaklar yeterince kullanılmış mıdır? Bertolt Brecht geleneksel Asya tiyatrosunu değil de geleneksel Türk tiyatrosunu inceleseydi daha iyi bir noktaya varır mıydı? Bu konuda yalnızca tahminde bulunabilirim. Brecht’in beslendiği Alman kültürü, geleneksel Türk tiyatrosunun ‘oyunsu’ hafifliğini benimser miydi? Pek sanmıyorum. Uzakdoğu tiyatrosunun özelliklerinden yararlanmış olmasına karşın, ‘epik/diyalektik tiyatronun, Wagner operalarının ağırbaşlı ihtişamıyla ve yoğun bir felsefe art alanıyla beslenmiş bir kültürden doğduğunu unutmamalıyız. Haldun Taner’in ilk tiyatro eserlerinde bile, biraz da epik tiyatroyu bilmenin gereği olarak, geleneksel Türk tiyatrosundan, onun getirdiği ‘göstermeci’ özelliklerden yararlandığı görülüyor. Taner’in tiyatro yazarlığının belirleyici özelliği budur denilebilir. Yazarlığının ikinci evresi ve sonrasında ise günlük hayatın verimlerinden de yararlandığını söyleyebiliriz hiç kuşkusuz. Bu saptamaların doğru olduğunu umarak geleneksel Türk tiyatrosunun hâlâ işlenmeyi bekleyen büyük olanaklar barındırdığını, bu bağlamda yazarlarını beklediğini söyleyebilir miyiz? Bence bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. TEB Oyun dergisinin 10. sayısındaki ‘Gelenekte Yineleneni Yenileme: Haldun Taner ve Sonrası’ başlıklı makalemde söylediklerimi yineleyecek olursam: Taner, toplumumuzda çağdaşlaşmayı engelleyen ‘yanlış koşullanmalar’ı mercek altına alırken Batılı özellik taşıyan toplumsaleleştirel yaklaşımı benimsemiş, geleneksel tiyatromuzun örgelerini de bu yaklaşım içinde ‘yenileyerek’ ve içerikbiçim ilişkisini birinci elden gözeterek kullanmıştır. Her bir oyununun içeriği için uyguladığı biçim bu nedenle hep özgün olmuştur. Bir kez kullandığı bir geleneksel örgeyi, yineleyerek klişeleştirmekten hep kaçınmış, böylece her bir oyununu biçimsel açıdan kendine özgü kılmıştır. Geleneksel tiyatromuzun özelliklerini modern tiyatroda değerlendirirken içinden geçtiği ‘deneysel’ süreçler, Taner’in tiyatroyu çok iyi bilen bir sanat insanı olduğunun kanıtıdır. Yapıtlarının çarpıcılığı, derin kültürü, parlak zekâsı ve yazar kişi hünerleri yanında, kültür değerlerimizden yararlanırken gösterdiği saygının ve duyarlığın ürünüdür. Taner’in açtığı yolda aynı duyarlık sürdürülebilseydi, tiyatromuz sınırsız seçeneklerle zenginleşebilirdi. Bir başka deyişle, daha sonra, geleneksel tiyatromuzdan öğeler kullanılarak ‘açık biçim’de yazılan oyunlarda içerik gitgide cılızlaşmış, geriye yalnızca –durmadan yinelenen ‘kılıf’ kalmıştır. Sonuç olarak da, hem geleneksel tiyatromuza ayıp edilmiş, hem seyircinin beğeni düzeyi zedelenmiş, en sonunda da ‘göstermeci biçem’deki ‘açık biçim’ tiyatro eylemi iyice sulandırılarak televizyona düşmüştür. Bugün tiyatromuz, ‘var olan’ı ‘yineleme’ kolaylığını, sorgulama, değiştirme ve ‘yenileme’ sürecinin cefasına yeğ tutan, ‘hazır yiyici’, ‘tembel’ yanımızın bedelini ödemektedir. Haldun Taner geleneksel Türk tiyatrosundan yararlanarak bir tiyatro yazarlığı anlayışı, bir yazarlık ucu oluşturmuş durumda. Tiyatro düşüncesi ucu da denilebilir buna. Bu düşünce ucundan hareket edip Haldun Taner geleneğini sürdüren yazarlarımız var mı? Bu damarı sürdürmek Türk tiyatrosuna neler kazandırır? Önemli olarak nitelenebilecek her yazar, politik/ideolojik duruşuyla, düşünsel derinliğiyle, yazma hünerleriyle ‘kendine özgü’dür. Yine de Turgut Özakman’ın Taner’inkine koşut bir yazarlık çizgisinin özgün çeşitlemeleri sayılabilecek ‘göstermeci biçem’deki oyunları, Vasıf Öngören’in ‘Asiye’ ve öteki oyunları ile Oktay Arayıcı’nın, ‘Nafile Dünya’, ‘Rumuz Goncagül’, ‘Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi’ metinleri, geleneksel tiyatromuzun ‘açık biçim’ özelliğini ve ‘göstermeci’ biçemini sürdüren parlak örnekler arasında sayılabilir. Adı geçen yazarlar, geleneksel tiyatromuzdan aldıkları özellikleri, yaratıcılıklarıyla sarıp sarmalayarak yapıtlarına özgün boyutlar getirmişlerdir. Günümüzde ise Taner’in, Özakman’ın, Öngören’in, Arayıcı’nın, binbir emekle yoğurduğu içerikbiçim bütünlüğü yok olduğu gibi, akıllara estiği gibi, özensizce, hoyratça kullanılan geleneksel örgeler, artık seyir tadı vermeyen, şaşırtmayan ve güldürmeyen bir tekdüzelik içinde ‘yinelene yinelene’, tiyatromuzu hem yazarlık hem de sahneye koyuculuk açısından yavanlaştırmıştır. Oysa, geleneksel tiyatromuzun içerdiği zenginlikler, yaratıcı güçlerini kullanmayı bilen kıvrak zekâlı yazarlarımıza bugün de açıktır. ? 21 ŞUBAT 2013 ? SAYFA 15 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1201