Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Erdal Atıcı’dan öyküler Evimizin Duvarları “Evimizin Duvarları”ndaki öyküler birbirinden farklı kurgularda, farklı temalı yine de estetiğin hiç bozulmadığı tablolar gibi duruyor. Tema ve köyden kente uzanan mekân zenginliğine karşılık, Erdal Atıcı’nın üslubundaki ahenkten bahsetmek mümkün. r Can GAZALCI ocam, arkanızdan kimse gelemiyor.” Son karşılaşmamızda, Köy Enstitüleri Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Erdal Atıcı’ya böyle dedim. Gerçekten de ona ayak uydurmak hiç kolay değildir: Bir insan hem öğretmen hem vakıf başkanı hem önemli birçok etkinliğin demirbaşı hem de nerede demokratik bir eylem var, orada olur mu? Bütün bunların üzerine, Atıcı’nın takmaktan hiç vazgeçmediği bir yazarlık şapkası da var ki sanıyorum bütün şapkalar vakti zamanı geldiğinde başkalarına devrolacak ama bu şapkanın altından daha nice güzel ürünler çıkacak. İşte bu farklı kimliklerle sürdürdüğü hayat, Erdal Atıcı’nın son öykü kitabına da yansımış. “Evimizin Duvarları”ndaki öyküler birbirinden farklı kurgularda, farklı temalı, yine de estetiğin hiç bozulmadığı tablolar gibi duruyor. Tema ve köyden kente uzanan mekân zenginliğine karşılık, Atıcı’nın üslubundaki ahenkten bahsetmek mümkün. Öykülerin tümünde dili zorlamayan ama Türkçenin olanaklarını fazlasıyla kullanmaya çalışan çarpıcı bir yalınlık var. Zaten ne kadar ayrı kulvarlarda da koşsa, her yaptığına bir insan duyarlılığı katan, itirazlarını dile getirirken yumuşak ama kararlı tavrını hiç bozmayan da aynı Erdal Atıcı değil mi sanki? Ben anlatıcısını seviyor Atıcı ama öyküleri birer anıya dönüştürmüyor, genç yazarların bazen birbirine karıştırdığı bu iki tür arasındaki fark için iyi örnekler sunuyor. İyi çevirmenler, yeniden yaratım sürecine girseler bile, nasıl yazarla okuyucu arasına girmeyip, bizim anlatılana odaklanmamızı sağlıyorlarsa pekâlâ yazarlık için de benzer bir denklem kurulabilir. Yazar, anlattıklarıyla okuyucu arasına girmeden, zaten üslubuyla yakaladığı derinlikle hep orada olsa da “Bak ben ne güzel, ne farklı yazıyorum” diye okuyucuya bağırmadığında, özellikle öykü türünde, usta işi ürünleri daha çok yakalıyoruz. İşte Erdal Atıcı, kitabındaki 13 öyküde de, bunu büyük ölçüde başarmak gibi zor bir işin altından kalkmış. Kitaba adını veren öyküde, kahraman, çocukluğunu aramak üzere yıllar sonra baba ocağına, Muğla Ortaca’ya gidiyor. Gerçekten çocukluğu oradaymış, küçüklük halini orada bulacakmış gibi bir tavrı var karakterin. Bir yandan büyümenin huzursuzluğuyla çocukluğunun peşinden koşan kahramanımız, bir yandan çocukluğunun da büyümesini istiyor: “İstiyordum ki, bir an önce büyüsün ve beni anlasın! İstiyorC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I “H dum ki; yaşamda iyi ile kötünün duvarlar ördüğü bir nehir yatağında kıvrılmadan akmanın ne kadar zor olduğunu bilsin, öğrensin!” (s. 11). Bu çelişkiyi çözmek için anne babanın insan sıcağı devreye girdiğinde, zihnimize çakılacak bir öykü okuduğumuzun farkına varıyoruz. Deniz, Zaman ve Ölüm öyküsü dostluk ve ölüm üzerine düşündürüyor okuru. Bu Sonbahar, Bu Sarı Yağmurlar öyküsünde de ölüm bizi kovalıyor. Erdal Atıcı gibi hayata olumlu yönlerinden bakmayı seven yazarların böyle ölümle haşır neşirliği, tanık olduğum kimbilir kaçıncı örnek, hele gidenlerin beraberinde götürdüğü sırlar arasında dolaşmak, hem yazarların hem okurların çok sevdiği bir uğraş, işte bize yeni, unutulmaz bir örnek daha… Atıcı’nın işi yalnızca ölümle değil tabii, yaşamla ölüm arasındaki çizgide de dolaşıyor kalemi, “Parkta Soğuktu Gece”de örneğin, yazar, yaşlı bir adamla beraber donduruyor bizi. Kitabın en sevdiğim öykülerinden biri de “Koyuncu” oldu. Atıcı, zenginken yoksulluğa düşmenin zorluğunu anlatırken atmosfer yaratmaktaki başarısını zirveye taşıyor: “Koyuncu’nun ağzından çıkan sözler birer kurşun... Kahvenin duvarları yankılanıyor çin çin… Herkes başını öne eğiyor. (…) Derin bir sessizlik çöküyor kahvenin önüne... Hep birlikte anılar denizine açıldık, yüzüyoruz. Bu sessizliği Koyuncu’nun kaderine kahreden çığlığı bozuyor” (s.107108). Öykü okumak, toprakta yalın ayak dolaşmaya benzer, bir an için her şeyi unutup bizim için kurulmuş hissi veren yeni bir dünyada ilerleriz. Ne var ki bu yolculuk, normalde basıp geçerken hissetmediğimiz ya da hissetmenin işimize gelmediği o keskin ama küçük taşları da bize batırıverir. Bazı öyküler vicdanımız olur çıkarlar, başkalarını gördüğümüzü sandığımız birer ayna olurlar. Erdal Atıcı’nın kalemine dolanan o umutlarımız ve düş kırıklıklarımız olmasa, evimizin duvarlarını hemen her gün yeniden yıkıp, dünyaya meydan okumak için yollara düşüp; geceye kalmadan, bu kez dünya içeri girmesin diye, yeniden inşa eder miydik? Atıcı’nın ustalığa doğru yol aldığı öykü kitabı için son bir notum da Kanguru’ya. Okurun hak ettiği özenli çalışma, iyi bir yayınevinin işinin yazarın gönderdiğini matbaaya iletmekten çok daha fazlası olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. n Evimizin Duvarları/ Erdal Atıcı/ Kanguru Yayınları/ 128 s. 1245 26 A R A L I K 2013 n S A Y F A 19