29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kemal Sadık Göğceli ile Mehmet Raşit Kemali Öğütçü… Yani Orhan Kemal ile Yaşar Kemal… Nasıl tanışıyorlar? Tabii 1943 yılı.. Bursa Cezaevi’nden çıkmış Adana’ya geliyor Orhan Kemal. Ramazanoğlu Kitaplığı’ndan “Goriot Baba” kitabını ödünç almak istiyor Orhan Abi. Dışarı kitap çıkarılması yasak diyerek vermiyorlar. Yaşar Abi almasını sağlıyor. Orhan Abi 12 yaş falan büyüktü, Yaşar Abi onu halihazırda yapıtlarından tanıyordu, hayranıydı. İlerde can ciğer olacak dostluk o gün orada başlıyor. Zaman içinde yazdıkça hikâyelerini okutuyor Orhan Abiye. Dolaşa dolaşa okuyor Orhan Abiye, yıllar sonra Nâzım’a da öyle okuyacaktır. Orada çok önemli bir şey oluyor; Yaşar Abi yazıyor ama ne adına, ne amaçla yazdığının farkında değil. Orhan Abi okuduktan sonra soruyor: “Yahu Kemal Sadık sen kimden yanasın? Bunları yazarken, hikâyede kimden yanasın? Cemil Ağa’dan yana mısın yoksa bunlardan yana mı?” Yaşar Abi için o an çok önemli, kafasına dank ediyor ve diyor ki ”Evet, bunlardan yanayım”. O anda yönünü çizmiş oluyor. “ARİF DİNO’YU TANIMIŞ OLMASI BÜYÜK ŞANSTIR” Dino ailesinin hele ki Arif Dino’nun altını çok çiziyorsunuz kitapta. Hatta en çok Arif Dino denilebilir. Öyle. Yaşar Abinin en büyük şanslarından biridir Arif Dino’yu tanımış olmak. 1941’de tanışıyorlar. Müthiş bir dostlukları oluyor. “Ustam” diyor onun için. Arif Dino’yu biz aslında hiç tanımamışız, bize anlatmamışlar onu. Hep Abidin Abi öne çıkmış. Oysa onu Abidin Dino yapan da, Yaşar Kemal’in Yaşar Kemal olmasına hizmet eden de Arif Dino. Orhan Kemal’e de çok katkısı var. Tanışmalarının öyküsü kitabın en matrak bölümlerinden birisi. Arif Dino’nun Yaşar Kemal’e bir sandık kitap hediye etmesi hele ömürlük.. Çok güzeldir o. İlk tanıştıkları günün ertesinde getiriyor kitapları Arif Abi. Yaşar abi alıp eve götürüyor, bir bakıyor bir kitaptan beş tane var; Cervantes’in “Don Kişot”u. “Yanlışlık var bu işte” deyip öbür gün dört tanesini geri götürüyor. Arif Dino da “Yanlışlık yok, bu kitap çok mühimdi, hayat boyu okumalısın diye öyle verdim” diyor. Yıllar sonra “Don Kişot’u hâlâ okuyor musun” diye sordum Yaşar Abiye “Okuyorum” dedi. KOMÜNİST KEMAL! TELSİZİN NEREDE? 194050 arası Yaşar Kemal’in hayatında önemli bir aralık.. Öyle. Yorucu, gerilimli. Hele 1950 berbat.. İki defa karakola alınıyor. Evet. Birincisi Osmaniye’de. Orada o komisere verdiği yanıtlar da süper! Komiser de âlem yani... Komünist misin diye elli kere sorması... İkinci karakola alınışında ise işkence görüyor.. O berbat tabii. Epey badire atlatıyor. Sonra hapse giriyor. Jandarma sanki aleyhinde ifade varmış gibi belge düzenleyip alıyor içeri. Bir kere mimli ya, komünist Kemal! Hayır bir de millet C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I artık ona sadece komünist demiyor, casus da diyorlar daha da aşağılamak için. Evinde telsizle Sovyetlerle konuşuyor falan filan diye iftiralar.. Halk öyle inanmış ki bekliyorlar evden telsiz çıkacak diye, oysa öyle bir şey yok. Ne çıktı? Ağıtlar tabii ne çıkacak? (gülüyoruz) Kopyası tabii… Hah işte, kopyası.. (gülüyoruz). Başka bekçileri satın almışlar hep, Yaşar abi ise dürüst, onu satın alamıyorlar tabii. Düşman kesilmişler. “KENDİSİ GİBİ MİMLENMİŞ OLAN ARİF DİNO, ORHAN KEMAL GİBİ DOSTLARLA PLANLAR YAPIYOR” O dönem ilk daktilosunu da alıyor. Artık Arzuhalci Kör Kemal... O müthiş bir olay. Yani o da bir şans. Hikâye bulmak açısından, yaratıcılık açısından çok önemli bir şey arzuhalcilik. Herkesin öyküsünü dinliyorsun, derdini yazıyorsun. Sürekli yazıyor. Üslubunu bulmaya da çalışıyor. Buluyor da: “Bebek”. Ve İstanbul’a gidiyor. Mecbur da kalıyor çünkü çalıştırmıyorlar oralarda, dışlanıyor. Baskıdan da artık yılmış, sinirleri de bozuluyor iyice. Adana’da tıpkı kendisi gibi Arif Keskiner’in, Yaşar Kemal’le altmış yıla yakın bir dostluğu var. Keskimimlenmiş olan ner, usta yazarla anılarını unutmamak için epeydir notlar alıyordu, Arif Dino, Orhan Kemal gibi dostlarıyla konuşuyor, planlar yapıyorlar. Arif Dino sen git bir ay sonra da ben gelirim diyor ve Yaşar Abi bir akrabasının kamyonuyla Ankara’ya gidiyor. Doğrudan Abidin Abilere gidiyor, Oktay Rifat da var evde. İşte İstanbul planlarını anlatıyor, cebinde sadece beş lirası var. Abidin Abi ve Güzin hanım para biriktirdikleri bir keseyi veriyorlar Yaşar Abiye. İstanbul’a öyle gidiyor. Ama 50 lira nedir ki, otel parası falan derken bitiveriyor. GÜLHANE’DE BİR SAÇAK ALTI, KÖPRÜ ALTINDA BALIK AVI VE CUMHURİYET! Bundan sonrası Vittorio de Sica mı demeli, Federico Fellini ya da Woody Allen hikâyeleri de olur, tam filmlik! Doğru. Hayatı bırakmaz, koyvermez Yaşar Abi. Gülhane Parkı’nın Sarayburnu tarafının kapısının üstünde bir saçağı var. Orayı buluyor, onun altında bekçiler falan var. Ben burada kalacağım diyor. Oraya yerleşiyor, yerleşiyor dediğim de açık havada yani. Orada yatıp kalkıyor, gazete kâğıtlarının üstünde. Arif Abi gelene kadar idare etmeye çalışıyor, onu bekliyor. Hatta “Godot’u geçti bekleyişim” der Yaşar abi. Sonra köprü altında balık tutmaya başlıyor, bilmediği halde. Olta filan alıyor zar zor. Balık ekmek satıyor. Önce Orhan Abi geliyor sonra Arif Abi İstanbul’a. O şey de matraktır; şimdi Cumhuriyet gazetesine gitmek üzere Arif Abiyle Le Bon pastanesinde buluşuyorlar. O sırada pastaneye Behçet Kemal Çağlar 1245 da geliyor. Arif Abi bu arada Arif Abi çok önemli bir adam tabii, herkes onu tanıyor “Bu, Kemal Sadık” diyerek tanıştırıyor Behçet Kemal ile. O da “Tanımaz olur muyum ‘Ağıtlar’ını biliyorum” diyor. Arif Abi “Onu Nadir Nadi’ye, Cumhuriyet gazetesine götüreceğim” diyor. Behçet Kemal de “ya nasıl olacak, sen komünistsin, o komünist, adam ne yapacak sizinle. Yok, almaz. Ben de geleyim, size destek olayım” diyor. Sonra da “Sen gelme” diyor Yaşar Abiye, çünkü Yaşar Abinin üstü dökülüyor, ayakkabılarından parmakları çıkıyor falan, böyle bir halde. O yüzden memnun bile oluyor kendisinin gitmesine gerek kalmamasına. Arif Abi ve Behçet Kemal “Bebek” hikâyesini götürüyorlar Nadir Nadi’ye. Nadir Bey okuyunca dehşete düşüyor, müthiş bir dil zenginliği var tabii hayran kalıyor. Nadir Nadi yanıtı yor. Nadir bey iltifatlar ediyor, dilini çok beğendiğini, Türkçenin zenginliği açısından hele Babıâli’nin onun gibi kalemlere ihtiyacı olduğunu söylüyor. “Sen bize gel röportajlar yap” diyor. Diyarbakır’a gönderiyorlar, 1500 lira da para veriyorlar ki o tarihte çok para. Gidip Nadir Bey’e bu çok fazla bana 300 lira yeter diyor bir kere dürüst ya. Nadir Bey gülüyor ve “Merak etme, al” diyor. Hemen köprü altına gidip onar lira arkadaşlarına dağıtıyor abim. Nadir Nadi gibi Doğan Nadi’nin de kanı ısınıyor Yaşar Kemal’e. Tabii. Doğan Nadi “Sen Türkçeyi en iyi yazan adammışsın. Nadir söyledi, o söylediyse doğrudur” diyor. “Sen röportajlarını yap, her birini birer günlük yaz, uzatma, ertesi güne devretmesin” diyor. “Bana gönder, önce ben okuyayım, sonra gazeteye basarız” diyor. Röportajları büyük ses getiriyor. Böyle bir şey ilk kez yapılıyor çünkü. O Anadolu’daki göç anlatılıyor, sefalet, ağaların zulmü, ezilenler anlatılıyor. Tabii sosyalist edebiyatçı Yaşar Kemal’in diliyle onlar olağanüstü, tüm gerçekliğiyle dile geliyor. Adnan Menderes’in epey canını sıkıyor yani. “NÂZIM’LA PARİS’İN ALTINI ÜSTÜNE GETİRİYORLAR” Nâzım Hikmet ile Paris’te buluşmaları… Burada da anlatmanız nasıl rica edilmez.. Birbirlerini su gibi içmişler adeta.. Aynen öyle. Nâzım pek çok yazı yazmış Yaşar abinin hikâye ve romanlarıyla ilgili ama ilk kez 1962’nin Aralık ayında tanışıyorlar yüz yüze, Nâzım’ın ölümünden kısa süre önce. O da şöyle; Yaşar Abinin “İnce Memed” yurtdışında basıldı, önce Fransızcası sonra İngilizcesi basıldı. Uluslararası olmanın gereği biraz da dilin olması lâzım tabii. İşte İngilizce öğrenmek için Cambridge’e gidiyorlar Tilda’yla. Sencer Divitçioğlu ile eşi Sevgi’ye rastlıyorlar. Sencer Divitçioğlu Cambridge’de doçent. Cevat hoca (Çapan) ile eşi Gönül orada. Onlar oradayken bir haber geliyor ki Nâzım geliyor. Tabii Yaşar Abi müthiş heyecanlanıyor. Nâzım Hikmet de aynı coşkuyla karşılıyor Yaşar Kemal’i. Tabii. Çok seviyor. Kitaplarını heyecanla okumuş, hatta Bulgarca ve Rusçaya çevrilmesine aracılık da yapmış daha hiç tanışmamışlarken bir de ve bir şey var, Nâzım’ın sağlık sorunları nedeniyle doktoru her gün yürümesini söylüyor. Zaten Yaşar abi her gün 1015 km yürüyor, tam ona göre bir durum yani yürümek hem de Nâzım’la yani. Kol kola bunlar Paris’in altını üstüne getiriyorlar her gün. Ve Yaşar Abi ona sürekli anlatıyor ama sürekli. Hani birbirlerini su gibi içmişler dedin ya öyle. “Beni Yaşar Kemal yapan Yunus Emre’ler, Pir Sultan’lar, Karacaoğlan’lar, Dadaloğlu’lar, Nâzım Hikmet’ler, Arif Dino’lardır. Onlarsız ben Yaşar Kemal olamazdım” diyor Yaşar Abi. Sonra mektuplaşmalarına da yer verdim kitapta. Bu söyleşi bitemez Arif Abi. Kaleminize sağlık. Senin de Gamze, sağ ol. n [email protected] Binbir Renk Binbir ÇiçekYaşar Kemal’li Anılar/ Arif Keskiner/ Doğan Kitap/ 480 s. 2 0 1 3 n S A Y F A 1 7 için Arif Abi ve Behçet Kemal’in kendisine bırAktıkları adrese yani Adalet Cimcoz’un Maya Galerisi’ne mektup yazıyor. Galerinin üst katında Sabahattin Eyüboğlu oturuyor. Yaşar Abi Sabahattin Beyi Ankara’dan tanıyor, çok iyi dostu, o da Yaşar Abinin hayatında çok önemlidir. Neyse gazeteye gidiyor kapıdaki görevli, Nadir bey yurtdışında, şurada burada deyip birkaç hafta gelgit yaptırıyor, görüştürmüyor. Yaşar Abi de önceleri işkillenmiyor ama sonra bir tuhaflık olduğunu anlıyor. Sonunda bir şekilde Nadir Beyle görüşmeyi başarı2 6 A R A L I K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle