Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Başar Başarır’dan yeni öyküler: “Teklifinizle İlgilenmiyorum” ‘Her zaman bir üst ilkede buluşamayız’ Cümlesi açık, kalemi tutuksuz yazarlardan Başar Başarır, yeni öykü kitabında her kesimden insanı ağırlıyor yine bütün zenginliğiyle. Dram ve mizahla bezeli dokuz öyküden oluşan kitabı “Teklifinizle İlgilenmiyorum”da yaşamın insanı köşeye sıkıştıran, canını yakan her parçasına başkaldırıyor. Başarır’la yeni kitabı üzerine söyleştik. r Gamze AKDEMİR rkeklerin “at, avrat, silah”ın “araba, icraat, saat” evriminde şöyle bir dalgalanmasında kat etmiş göründüğü ama iki adım gitmediğini fark ettiği “sözde modern” mesafeden dertli, zaman içinde maddi manevi hin, cin olmuş kocaları tarafından aldatıldığına emin iki kadının durum tespiti... Eskimiş bir eşya gibi hissetmenin sinir krizi eşiklerinde, ataklar eşliğinde kafaya dank edişler! Hele ki o çöküş... Ruhen giderek bir çöküşün izlerini okuyoruz kahramanı giderek dertlenen, kuleleri tuzla buz olan “Seher” adlı ilk öykünüzde. Başlamadan şunu söylemek isterim. Kendimi bir heykeltıraş yerine koydum. Aldım elime çekiçle keskiyi, devasa bir mermer bloktan kendi heykelimi yontmaya oturdum. İşe önce lüzumsuz fazlalıkları alarak kaba parçaları atarak başladım. Bir de baktım ki geriye mercimek kadar bir taş parçası kalmış. Onu da kırayım dedim, bitsin bu işkence. Bütün gücümle vurdum ama kıramadım. Çekicim yamuldu, keskim eğrildi. Bu kitap işte mercimek kadar kalan taş parçasından çıktı. Yazmaya ikinci sayfadan başladım. Hani şu renkli gazetelerde cemiyet haberlerinin gözümüzün önünden bir fotoroman gibi geçtiği pırıltılı dünyadan. Hayatın acı gerçekleri de var orada. Örneğin para. Geçen yıllar herkese eşit davranmıyor. Kredi kartı ekstreleri uzadıkça sohbetler, sevişmeler, paylaşmalar kısalıyor. İçinde yaşadığımız düzen paralı sınıfların dertlerini diğerlerinden ayrıştırıyor. Kariyer, mal, mülk, şan, şöhret derken neyin değerli ve temel olduğunu kaçırıyor günümüz S A Y F A 4 n 1 4 K A S I M E cin” Eytan’la hayat memat düellosunda şimdi. Eytan, vicdan gibi kanırtıyor Reha Bey’i. Hayatın hangi delta eşiğine yönelik nasıl bir öykü “Teklifinizle İlgilenmiyorum”? Ağacı kurt, insanı dert kemirir derler. Gövdesini kurtlar sarmışsa boyu ne kadar uzun olursa olsun devrilir o ağaç. Ya da içinden kurur, öyle bomboş kalır. Kitaba adını veren bu öyküyü böyle arada kalmış bir aile babasının açmazlarından yola çıkarak kurmuştum. Biraz çetrefilli bir sorgulama bu, kolayca taraf tutamayacağımız bir mücadeleyi merkez alıyor. Reha Bey çapkın değil. Bilakis. Halim selim. İşinde gücünde. Ama bir an geliyor, zurna zırt deyiveriyor. Aklına tereddüt düşüyor. Hayattan ne beklediğine, ne aradığına karar veremeyenlerin büyük hesaplaşması başlıyor. Genellikle “denizde daha çok balık var” diyenlerin meselesidir bu, Reha gibi ev tipi insanların değil. Dışa dönüklerin. Yenilik arayan, heyecan peşinde koşanların. Şöyle diyenlerin: Öyle de olur, böyle de olur... Şu da var, ama bu da var... Reha, tam o tip değil. Olsa zaten işi kolaydı. Dolayısıyla kendinden beklenmeyen bir sahnede sıkışıyor. Rejim yapıyor, kilo veriyor, havaya giriyor derken pozisyon icabı kendini arada buluyor. Yani piyango ona vurmuş bir kere, elden ne gelir. Sonunda kendince doğru yolu seçecek, yürüyüp gidecek. Ha bir de şu var: Doğru bildiği yoldan çıksa ne olur? Kötü mü? Yanlış mı? Haksız mı? Kişisine göre değişen yanıtları var bu soruların. Çoğu durumda hayatta tek bir “doğru”dan söz edemeyiz. Herkese, her zaman dayatabileceğimiz bir üst ilkede buluşamayız. Zaten edebiyatın işi de bu değildir, konusu da. “ERKEKLER DEĞİL İNSANLAR ARIZALI!” “Fotofiniş”... Çocukluğun bitişi... “Deli”kanlı olmak, misket yuvarlamaya elveda, ganyana merhaba... Toplu ayin gibi at yarışları, cümle mahalle erkekleri tiryakisi... Grav grav grav zamanların tayfası, hani hey gidinin duygusuyla kavrulu... Herkes hayatın hızında sona doğru at koşturmakta, muhabbetin dibi, rakının dibi, yarışın dibi, borcun harcın dibi, dibin dibi... Dipten yüze vuran bir dalga gibi hayatın içinden geliveren, mahallenin köşesini dönüverince karşımıza çıkıveren, sesleri tanıdık, insanları akraba, eş, dost bu öykünüz de. At koşar, baht kazanırmış ya. Bakalım bahtımız açık mı? Tekelci Cenk’in de küçük esnaf hâl tercümesi sokağa açılan bir kapının önünde yazıldı. Ben de oradaydım. Mahalle havası, komşuda pişen yemeğin kokusu, fırındaki ekmeğin buğusu... Tabii bir de kendini artık “oldum” sanan yeniyetmelerin kalp ağrıları eşliğinde. Ama uğruna onca belaya girip, iki tanker alkol içtikten, dünya kadar dayak yedikten sonra insan sevdalandığı kızın adını ya da yüzünü unutur mu yahu? Olur mu böyle bir şey? Kaç yıl geçerse geçsin aradan. Tuhaftır ama vakidir. Oluyor böyle şeyler. İnsan denen muazzam makine bunları da becerebiliyor. Bizzat kendim gördüm yaşadım. “Drakula”... Sağı solu dağınık bir K İ T A P S A Y I 1239 sosyetesi. Oysa bir kuşak, iki kuşak önce herkes ne denli başkaydı. Elbette ki olaylar ve kahramanlar tamamen kurgusal. Ancak gerçek hayattaki olay ve kişilerle benzerlikleri hiç de tesadüfi değil. “BİRDENBİRE BÜYÜR ÇOCUKLAR” “Müzedeki Çocuk” öykünüz.. Anne babası ayrılmış bir çocuk olmanın olanca karambolü... Annesinin çalıştığı müzenin loş koridorlarının tehlikeli gölgelerle dolu olduğunu hayal ediyor. Dokuz numaralı salonda yüz yıldır asılı tablonun içinden kendisine seslenen ise saçlarını tarayan, esprili, hayli kafa bir kız. Hayattan ne menem bir rüya koparımı “Müzedeki Çocuk”? Bu bir “zaman” meselesi. İnsan beyni nasıl da seçici. Dilediğimizde ne güzel unutuyor, kolayca siliyoruz geçmişi. Bir de aynı hadiseyi herkes nasıl da kendi arzuladığı gibi hatırlıyor. Çoğu kez sadece güzel anları, sıcak 2 0 1 3 duyguları hatırlamayı seçiyoruz. Oysa yaşarken hiç de öyle değildir o işler. Günboyu tek başına kalıp zamanın bir an önce geçmesini, akşamın hemencecik olmasını arzulayan bir çocuk, hoşuna giden “kafa” bir arkadaş buldu mu bütün sıkıntılarından anında kurtulur. Gördükleri onu içeri çeker. Başka bir zamana, yeni bir dünyaya geçiverir. Bu sefer akşam olduğunda bir de bakıyor ki hiçbir şey eskisi gibi değil artık. Büyümek, “birdenbire büyümek” böyle bir şey olabilir. “HAYATTA TEK BİR DOĞRU YOK” “Teklifinizle İlgilenmiyorum.” Reha Bey. Satın alma müdürü. Külyutmaz satın almacı. Görev adamı. Flörtöz, çapkın. Şefkatli bir koca ve baba. Kilolarıyla başı dertte. Rejim yaptı, spora da başladı, tipini yeniledi. Kendisini sıkı tehdit eden, her adımını izletmiş, hakkındaki her ince bilginin kurdu olmuş, hayatın deltasını çözmüş, belaltı muhabbetin ehilce gözüne de vurmuş “in C U M H U R İ Y E T