Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Alberto Manguel’den “Okumalar Okuması” İşte bunlar hep Manguel Alberto Manguel, kurmaca yaratmaktan çok okumanın kendisiyle ilgilenen bir isim. Bir yazar olmaktansa iyi bir okur olmayı tercih ettiğini, “yazmadan yaşayabileceğini ama okumadan duramayacağını” söyleyen Manguel, büyük değil, yalın ama anlamlı sözlerin peşinden gidiyor. Sevin Okyay’ın dilimize kazandırdığı “Okumalar Okuması”, kitaplar ve okumanın Manguel’in deneyimini nasıl zenginleştirdiğini, o zenginliğin okumayı nasıl dönüştürdüğünü gösteren bir gezginlik güncesi. r Ali BULUNMAZ Fotoğraf: Hakan Ezilmez “Edebiyat ideal okurlara değil, sadece yeterince iyi okurlara bağlıdır.” “Coğrafyamın haritası okumalarımdır. Tecrübe, hafıza, arzu onu renklendirir ve biçimlendirir ama kitaplarım onu tanımlar.” (Alberto Manguel) “Bir yazar yazabileceğini yazar, oysa bir okur istediği her şeyi okur.” (Borges) azı yazarlara sık sık “Neden yazıyorsunuz?” ya da “Nasıl yazıyorsunuz?” diye sorulur. Alberto Manguel için bu sorulara takla attırılması ya da onların değiştirilmesi zorunlu. Ona sorulması gereken “Nasıl okuyorsunuz?” veya “Ne amaçla okuyorsunuz?” olmalı. Çünkü Manguel kendini bir yazardan önce bir okur olarak görüyor. Sadece bununla kalsa iyi, okuma üzerine düşünüp kalem oynatıyor. Hikâyelerin, sanat eserlerinin ve efsanelerin yazılmış veya aktarılmış olması yetmez; onları okumak, dolayısıyla anlamlandırmak da gerekir. Okumaya bu denli önem vermesinin altında yatan işte o düşünce: Manguel’in okuma üzerine okuması, keyifle ve ince ince yaptığı bir iş. Manguel delice bir yola girer; hem yazar hem de iyi bir okur olarak sözcük ve metinlerle sohbet etmeye koyulur, sorular sorar, yanıtlar ister. Bazen de ortada hiç soru yokken kenara köşeye notlar düşer, yorumlar ekler. Okuma, Manguel’in elinde sözcükleri yakalama uğraşına dönüşür. S A Y F A 1 2 n 1 4 K A S I M B Okuma, onun için yalnızca satırlar arasında gezinmenin çok ötesine geçmiş, özel okuma şekillerinin, alan ve mekânlarının da peşinden gider olmuştu. Böylece bir dünya deneyim biriktirip bunların etkisiyle (belki de çağrışımıyla) hayli sıkı metinler kaleme almıştı. Geceleyin Kütüphane, Kelimeler Şehri, Okuma Günlüğü ve Okumanın Tarihi, Manguel’in okurluk ve okuma üzerine eğildiği kitaplardı. Şimdi de karşımızda Okumalar Okuması var. Manguel bizi yine bir yolculuğa çıkarıyor. OKUMANIN ZARARI (!) Şunu baştan kabul etmeliyiz: Kitapları okuyup geçmeyen bir yazar Manguel, geriye dönüp bir daha bakan, bakmakla kalmayıp onlar üzerine düşünen ve her defasında tüm iyi okurların başına geldiği gibi oralarda yeni bir şeyler bulan biri aynı zamanda. Dolayısıyla Herakleitos’un o ünlü sözü Manguel’in yaşamında “asla iki kez aynı kitabı okumazsınız”a dönüyor. Belli bir zamanda işkence gibi gelen bir kitap sonrasında Manguel’i zenginleştirebiliyor. Elbette tersi de geçerli. Manguel için okuma yalnızca anlamayla eşleşmez. Onun biriktirmeyle ilgili bir yanı da var ama deneyim biriktirme ve oradan da adlandırma. Nerede bulunduğunu, nereye geldiğini ve 2 0 1 3 Alberto Manguel, “Okumalar Okuması”nda kitapların ve okumanın deneyimini nasıl geliştirdiğini anlatıyor. ne tarafa doğru gittiğini kavrama. İşte onlardan biri: “Devrimizin fakirleşmiş mitolojisi, yüzeyin altına gitmekten korkuyor sanki. Derinliğe güvenmiyoruz, vakit kaybettiren derin düşüncelerle alay ediyoruz. Ekranlarımızda ya da perdelerimizde korku imgeleri hızla gelip geçiyor ama onların yorumlarla yavaşlatılmasını istemiyoruz.” Oysa hikâyeler arasında dolanmak Manguel’e göre düşünmeyi, yorumlamayı ve belli bir derinliği gerektirir. Küçüklüğünün penceresinden baktığında, kitapların ona açtığı yolun ne kadar baştan çıkarıcı olduğunu fark eder. Dünyanın dört bir yanında geçirdiği çocukluğu kadar bir dolu kitap ve okuma arasında geçen zaman yazarda tadına doyulmaz izler bırakır: Gördükçe okur, okudukça nasıl bakması ve görmesi gerektiğini keşfeder. Başlangıçlar ve sonlar onu hep biraz daha yükseltir. Görünmez biri olarak Buenos Aires’te büyük yazarların (Borges’in, Ocampo’nun, Lynch’in, Mallea’nın, Bianco’nun ve Cesares’in) yanı başında biter. Okumayla kardeş olan dinlemeyi de o yazarların yamacında öğrenir: “Ocampo’yu dinledim: Küçük şeylerin, sıradan insanların trajedisinin neden karmaşık ve güçlü karakterlerinkinden daha dokunaklı olduğunu açıklıyordu. Lynch’in Çehov’dan, Denevi’nin Dino Buzzati’den Mallea’nın Sartre ve Dostoyevski’den tutkuyla, hasetle söz edişini duydum. Borges’in bir Kipling hikâyesini, değerli kadim bir aleti inceleyen bir saat ustası gibi nasıl birçok parçasına ayırıp yeniden bir araya getirdiğini dinledim. Bu yazarlar bana okuduğum ve sevdiğim şeylerin nasıl yapıldığını anlattı, ben de dinledim.” Manguel’in burada yaptığı şeylerden biri, okuduklarını masaya yatırırken kendisini de okumak: Kitaplar, yazarlar ve hikâyelerle sarmalanmış hayatında bugünden bakıp dünü yorumlar, geldiği yeri bize açar. Örneğin yazmaya hiç hevesli değilken ilk kitabın heyecanını yaşadığı günlere nasıl ulaştığını; kırk yaşından sonra dolabın kenarında köşesinde kalanları nasıl ortaya saçtığını aktarır: “Bitirdiğim kitap, hayal ettiğim kitap değildi ama artık ben bir yazardım. Artık ben de varlığım hakkında kitabından başka kanıtları olmayan ve sayfanın mutlak sınırları dışında sunabileceğim başka herhangi bir şeyi göz önüne almadan beni yargılayacak, bana ilgi duyacak ya da daha büyük ihtimalle beni bir kenara itecek okurların ellerindeydim.” Burası, Manguel’in de ayırdına vardığı gibi kurtlar sofrasıydı. Yazmak da farklı bir okumaydı bu anlamda; yumruğun nereden geleceğini sezebilmeyi öğrenmekti. Alice’in dünyasında gezinirken kendisinin kim olduğunu sorgulayan Manguel, okurlar tarafından artık kim olduğu sorgulanan birine dönüşmeye başlamıştı haliyle. Manguel ormanın derinliklerine doğru ilerlerken bir yanda okudukları öbür yanda yazdığı ve yazmayı düşündükleri yer alıyordu. Karşısındaki görünmez aynaya bakıp her defasında karnını ağrıtan soruyu da aynı vakitlerde daha sık sormaya başlar: “Sen kimsin?” Kendisi de hiçbir yanıtın bunun için yeterli olmayacağını bilir. Okumanın ya da okumayı gerçekten bilmenin zararlarından biri de bu (!) MUTSUZ “USTA” Okumayı bilmek, saygı ve sorumluluğu da omuzlara yüklüyor, Manguel de bunun farkında. Bu yüzden filmi geriye sarıp atladığı bir şey var mı diye bakıyor. Hem kitaplarını okuduğu hem de ona kitaplar okuduğu Borges, Manguel için önünde her dem saygıyla eğilinmesi gereken bir isim. Manguel’e göre yazdıkları kadar aşklarıyla da değerli biri Borges. Bu yüzden onu bir de bu gözle okuyor kitapta. Mutlu olaK İ T A P S A Y I 1239 C U M H U R İ Y E T