Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O Örümcek Kapanı Cemil Kavukçu’nun “Örümcek Kapanı” değişik bir kitap. Türler arasında bağlar kurup kendine yeni bir biçim yaratıyor. Kitabın kapağında tür olarak “deneme” yazılması da o nedenle çok uygun. taç’tan, Nermi Uygur’a, Salâh Birsel’den Enis Batur’a önemli denemecilerimiz olsa da deneme çok ihmal edilmiş bir türdür edebiyatımızda. Artık çok deneme yazılmıyor yazılsa da hakkı verilip denemelerde dil ve anlatım açısından yeni arayışlara girilmiyor. “Deneme” denince ortaya çıkan daha çok makale ile köşe yazısı arası bir şey. Bu nedenle ilk anda biraz soğuk yaklaştım “Örümcek Kapanı”na (Eylül 2013, Can yay.). Cemil Kavukçu Akşam Kitap’ta yayınlattığı yazılarını derlemiş diye düşündüm. Ama okumaya başlayınca farklı bir kitapla karşı karşıya olduğumu anladım. Cemil Kavukçu denince akla öykücülüğü gelir. Kendine has, duru, sakin bir anlatımı vardır. İlk öyküsü “Pazar Güneşi” 1981’de Ankara’daki Sesimiz dergisinde yayımlamış. Otuz yılı aşan bir öykücülük serüveni var. Bu serüven sırasında öğrendiklerini paylaşıyor denemelerinde Cemil Kavukçu. Arka kapakta da yazdığı gibi “Her şey öykü olur mu? Yazar, tanık olduğu, yaşadığı, işittiği her ilginç olaydan bir öykü çıkarır mı? Öykü fikri nereden gelir, nasıl gelişir ve okuru büyüleyen bir metne nasıl dönüşür?” gibi öykü yazanların karşılaştığı temel sorunlara açık yürekli cevaplar veriyor. Ama bununla yetinmiyor Kavukçu, öykü yazmanın inceliklerini anlatır, yazma yöntemini açıklarken bunu yaşamından örneklere, anılara dayandırıyor. “Örümcek Kapanı”nı değişik bir kitap yapan da bu. Doğup büyüdüğü İnegöl’ün, mesleği jeofizik mühendisliğinin, karada ve denizde evden uzakta geçirdiği yılların, yaşadıklarının, gözlemlediklerinin, anların ve imgelerin öykülerine nasıl yansıdığını ve öykücülüğünü belirlediğini yazarak başlıyor. Çocukluk, gençlik çağlarından “işte bundan öykü olur” diyebileceğimiz “bunu neden öyküleştirmemiş” dediğimiz anılar anlatıyor. Dostları akrabaları da benzer sorular sormuş, “Bu yaşadığımız öykü S A Y F A 10 n 14 K A S I M kuduğum Kitaplar METİN CELÂL A Kavukçu, öykü yazmanın inceliklerini anlatır, yazma yöntemini açıklarken bunu yaşamından örneklere, anılara dayandırıyor. “Örümcek Kapanı”nı değişik bir kitap yapan da bu. olur mu?” demiş. Cemil Kavukçu yaşananların nasıl öyküleşeceğini ve neden çoğunlukla öyküleşemiyeceğini bu anılardan yola çıkarak anlatıyor. Yani anlattıklarını somutlaştırıyor. Böyle olunca da soruların cevabı çok daha iyi anlaşılıyor. İşin bir de yönü daha var; Kendinin öykü kahramanı yapıldığını sananlar. Cemil Kavukçu bunlarla ilgili olarak da çoğu tatlı bazısı buruk anılar anlatıyor. Öykü kahramanlarına verilecek isimlerin bile nasıl sorunlar, tatsızlıklar yaratabileceğini örnekliyor. “Örümcek Kapanı”nındaki denemeler Cemil Kavukçu’nun öykü uğruna denemeciliğini hatta eleştirmenliğini de feda ettiğinin kanıtı. Anılarla, yaşamöykülerinden parçalarla harmanlayıp öykücülüğün sorunlarına cevap aradığı denemelerinin yanında başta bu yıl Nobel Edebiyat Ödülünü kazanan Alice Munro olmak üzere James Joyce, Andre Gide, Ernest Hemingway, Antonio Tabucci, Bulgakov, Muzaffer Hacıhasanoğlu, Didem Uslu gibi yazarlardan yola çıkarak yazdığı denemeler okuduğu eserleri nasıl eleştirel bir gözle inceleyip yorumladığını örnekliyor. “Örümcek Kapanı” öncelikle öykü yazmak isteyenler için tatlı dilli bir el kitabı. Ama bunun yanında Cemil Kavukçu’dan anılar okuyup onların öykülerine nasıl yansıdığını ya da yansımadığını öğrenmek isteyenlerin de keyifle okuyacağı bir kitap. Hepsinden önemlisi “Örümcek Kapanı” anlatı ile düzyazının karışımından yeni tatlar yaratan iyi bir deneme kitabı. 2013 TÜRKÇE ŞİİR KİTAPLARI BİBLİYOGRAFYASI Gaye Belkız Yeter ve Selçuk Çıkla “1839 1928 Yılları Arasında Basılmış Türkçe Şiir Kitapları Bibliyografyası”nda (2013, Kurgan Edebiyat) Tanzimat’ın ilanından Latin alfabesine geçtiğimiz 1928 yılının sonuna kadar yayınlanmış şiir kitaplarının kapsamlı bir bibliyografyasını oluşturmuş. Kitapta 18391928 yılları arasında “Osmanlı Türkçesi” ile yazılıp basılmış 1000’den fazla şiir kitabının dökümü yapılıyor. Özellikle Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı’nda çalışan araştırmacılar için bir kaynak eser. 1839’da Tanzimat’ın ilanı ülkemiz için bir dönüm noktası olduğu gibi edebiyatta özellikle şiirde derin etkileri olan bir tarih. Toplum devletle birlikte geleneksel hayatından kopup yüzünü tamamen Batı’ya dönüyor. Yenileşme ve modernleşme dönemi başlıyor, belki de bu nedenle Batı’da “Osmanlı Reformu” diye anılmış. 1 Kasım 1928’de “Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında Kanun”un kabulü ile ise yüzlerce yıllık bir yazma alışkanlığı gerçekten de “devrim” diye nitelenebilecek bir hamle ile çok hızlı ve köklü bir biçimde değiştiriliyor. Arap alfabesinden Latin alfabesine geçilmesinin toplumsal yaşamdan daha çok edebiyatı etkilediği düşünülebilir. Gaye Belkız Yeter ve Selçuk Çıkla’nın çalışması sadece tarihle değil belirli bir alfabe ile de sınırlı “1839 1928 Yılları Arasında Basılmış Türkçe Şiir Kitapları Bibliyografyası” dense de aslında kendi deyimleri ile “Osmanlı Türkçesi”, yani Arap alfabesi ile basılmış şiir kitaplarını içeriyor bibliyografya. O dönem yaygın olarak basılan Ermeni alfabesi ve az da olsa Latin alfabesi ile basılan Türkçe şiir kitaplarını almamışlar. Bununla da yetinmemişler Arap alfabesi ile basılmış olsa bile Ermeni, Rum, Yahudi ve Fransız şairlerin Türkçe kitaplarını da çalışmalarına almamışlar (s.31). Dil ve alfabe sınırlamasını anlayışla karşılayabiliriz ama bir edebi çalışmada ırk, hatta din (çünkü Arap ve İran kökenli şairlerin kitaplarını almışlar) temelinde bir ayrımı kabul etmek mümkün değil. “İlk Türkçe roman” tartışmasında görüldüğü gibi edebiyatta ırk ve din ayrımı yapmak akademisyenlerimiz arasında çok yaygın. Bu anlayışa göre çalışmanın adı “1839 1928 Yılları Arasında Arap Alfabesi ile Basılmış Türk ve Müslüman ŞairlerinTürkçe Şiir Kitapları Bibliyografyası” olmalıydı. Hangi ırk ya da dini anlayışta olursa olsun eğer bir şair Türkçe yazıyorsa onun eserleri “Türk Şiiri” olarak değerlendirilir. Edebi eserler ırk ya da din esas alınarak değil dil esas alınarak sınıflandırılır. Bibliyografya için yapılan diğer sınırlama şairlerin doğum ve ölüm tarihleri. Doğumu 1800 sonrası olan ve 1839’dan sonra ölen şairlerin kitapları listelenmiş. Örneğin Fuzuli’nin 1839 1928 yılları arasında basılmış Türkçe bir şiir kitabı varsa bibliyografyaya alınmamış. 1839’dan vefat eden bir şairin kitabı ölümünden sonra yayımlanmış ise o da alınmamış. Yani bu zaman diliminde yayınlanmış tüm kitapların bibliyografyası yok kitapta. Birçok sınırlama sonucu 1000 kitaplık bir bibliyografya oluşmuş. Giriş yazılarında bibliyografyada tam olarak kaç şairin kaç şiir kitabının yer aldığı bilgisini ise bulamadım; “1000’den fazla şiir kitabı” denilip geçiliyor. Bibliyografya, isim sırasına göre düzenlenmiş. Bu düzenleme şair adlarına göre “İçindekiler” bölümünde verildiği gibi şair ve eser adlarına göre bir dizin de var. Yıllara göre ayrı bir düzenleme daha yapılsaymış hangi yıl kaç kitap yayınlandığı, hangi şairlerin hangi kitaplarının aynı yılda basıldığı gibi önemli bilgilere de daha kolay ulaşabilirdik. Akademik eserler her yeni baskıda yenilenip gelişmekle kalmaz hatalarından da arınır. Bu bibliyografyanın da yeni baskılarda gelişirken hatalarından arınacağını umarak bu eleştirileri yazıyorum. Bibliyografyadan edebiyat tarihi açısından birçok önemli ve ilginç bilgi edinmek mümkün. Örneğin 1839 1928 yılları arasında kitapları basılmış Türk ve müslüman şairlerin pek azının bugüne kalabildiğini, yüzlerce şairden sadece 34’ünün kadın olduğunu, kitapların sayfa sayısının 7’den başladığını, en çok basılan kitapların beşer baskı ile İbrahim Alaettin Gövsa’nın “Çocuk Şiirleri” ve Leyla Hanım’ın Divan’ının olduğunu öğrenebiliyoruz. Gaye Belkız Yeter ve Selçuk Çıkla “1839 1928 Yılları Arasında Basılmış Türkçe Şiir Kitapları Bibliyografyası” dönemi ve çağdaş Türk şiirinin gelişimini merak eden araştırmacılar için önemli bir kaynak. n K İ T A P S A Y I 1239 C U M H U R İ Y E T