Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K eray Şahiner, Hanımların Dikkatine başlığı altındaki öykülerini, hem bağlamlı olarak bir araya getiriyor, hem de bu başlığı bir temel örge düzleminde kullanıp bunu yaşamın içinden çekerek öykü evrenlerine yayıyor: “Hanımların Dikkatine; overlok makinesi, ayağınıza geldi. Halı, kilim, yolluk, paspas kenarına, halıfleks kenarına overlok çekilir. Beş dakikada yapılır, hemen teslim edilir.” Öykülerin tümünde yer almasa da hem temel örge bağlamında kullanılışı, hem de giderek imgeye dönüşüp sonrasında metafor olarak öykülerin şifresi haline gelmesi “anons”un kendisine de önem kazandırıyor. Şahiner’in ikinci öykü kitabı bu. Pek çok yazarın ilk kitabı üzerine küçük değerlendirmeler yaparken Şahiner’in ilk öykü kitabını da konuk etmiştim “Kitaplar Adası”na: Gelin Başı (Can, 2007). Seray Şahiner, ikinci öykü kitabını yayımlarken bunun tarihine denk bir zaman diliminde, yine ilk öykü kitabı üzerinde durduğum bir başka genç öykücümüz Seviye Merih de ikinci öykü kitabını yayımladı: Çakıltaşları (Kanguru, 2010). Onun da ilk öykü kitabı Oralarda Bir Yerde (Kanguru, 2008) için kısa değerlendirme yapmıştım Cumhuriyet Kitap’ta. Şahiner de Merih de iki öykü kitabına sahip yazarlar olarak, öyküde varlık göstereceklerini bir kez daha duyuruyorlar böylece… Denebilir ki tek kanatlılardı da yayımladıkları bu kitapla ikinci bir kanat takıp öykücülüğümüzün hava sahasından içeri dalıverdiler… Her iki öykücü de “fesleğen”leriyle yerleşti diyebilirim usuma. Birbirinden ayrı yerlerde dursa, farklı anlam öbekleriyle buluşsa da fesleğen, sonuçta her iki yazarın da imgeleştirdiği ortak öykü gereciydi bir bakıma. Seviye Merih’in ilk kitabında, kısa bölümlerden oluşan bir uzun öykünün adıydı “Fesleğensiz”. Seray Şahiner’in ikinci kitabındaki öykülerden birinin başlığı ise “Fesleğen”… Öyleyse gelin onların öykülerine, fesleğenlerin araladığı bu kapıdan girelim… “FESLEĞEN”Lİ, “FESLEĞENSİZ” ÖYKÜLER... Seray Şahiner’in daha ilk öyküsünün itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Öyküde çift kanatlılar... S (“Ceylan Yürüyüşü”) ilk satırlarında, “tül perdeler rüzgârda salınıp pencere önündeki masada duran fesleğene çarpıyor”dur… (11) Bir ev içi görüntüsüdür. Öykünün kahramanı Reyhan’dır belki, ama ötekinde (“Fesleğen”) sürer öykü, tabii fesleğen de… Sibel, “fesleğeni masadan alıp mutfağa götür”ür. (48, 49) “…[S]ararmış yapraklarıyla ömrünü doldurduğunun işaretini veren” (50) bir fesleğendir bu. “Ne kadersiz çiçek(tir) bu fesleğen, kadersizliği, kolay ele gelir olmasından(dır)… (…) …[G]üneş gördüğü anda açıverir minik çiçeklerini; her şeyini bir anda göstermenin akıbetindeki çıplaklığı yaşar sonunda. Artık sunabileceği bir şey kalmamıştır. Soluverir. Gene de naza çekmez, başına geleceği bile bile okşatır kendini.” (56) Sibel, “Bana benziyor garibim” (61) diye düşünür. Sibel, fesleğenle arasında koşutluk kurarken eğretileme gerecine dönüşür fesleğen bu arada. “Kolay ele gelir” kadın, fesleğenle simgeleşir. Metaforik yanıyla fesleğen, burada durmaz, öykülere yayılıp dal budak sarar. Artık öykülerin her biri, birer fesleğene özgülenmiştir, insanın yüreğine hüzün salan görüntüler eşliğinde… Seviye Merih’in “Fesleğensiz” başlıklı öyküsü ise, her şeyin yerlerde süründüğü ortamda, alçakgönüllü ama içten, sıcak bir değeri yansıtır bir koku belleği verisi olarak. Çünkü yoksul annenin ellerinden akan kokunun adıdır fesleğen… Öyküde, yoksul Hasan’ın ağzından, ana oğlun köydeki yaşamları, ilişkileri getirilir önümüze. Büyük çoğunluk yoksuldur zaten. Bu yoksullukla anne yatağa düşer, küçük Hasan doktor olup annesini iyileştirmenin düşlerini kurar ya, olası mı bu? Gün günden kötüleşir kadın. En çok “[f]esleğen kokulu ellerini” (97) özler Hasan onun. Ne ki o fesleğen kokulu ellerle birlikte fesleğenler de solmuştur. Nitekim Hasan, “[k]apımızın önündeki teneke kutulara anamın elleriyle diktiği fesleğenler kurumuş! İkisi de…” der. Günler sonra “fesleğenleri hiç sevmeyen bir küçük yıldızım/ koyu karanlık gökyüzünde” (119) diye içlenir. Çünkü anne ölmüştür, sevdiğini yitiren her çocuk gibi onu simgeleyen nesne bağlamında fesleğeni sevmediğini söyleyecektir küçük Hasan, deli gibi aradığı halde bu kokuyu… Geçiciliği gözle görünüp kavranan “fesleğen”e, iki kadın öykücünün de “kalıcı” nitelik yükleyip bunu eğretileme gereci bağlamında öyküye buyur etmesi, anlamlı görünüyor. Ancak Şahiner’de bu bir metafora dönüşürken, Seviye Merih’te olgusal imgeye karşılık geliyor. Şimdi daha geniş bir açıya çıkarak Hanımların Dikkatine (Can, 2011) ile Çakıltaşları başlıklı ikinci öykü kitaplarında getirdiklerine bakıp Seray Şahiner’le Seviye Merih’in öykücülüklerine göz atmaya çalışalım kısa notlarla… DİŞİ VARLIĞIN TUTUKLULUK HALİ: ERİL EVREN... Hiç kuşku yok ki yayımladığı her öykü kitabıyla ille farklı yazar portresi çıkarması, farklı öykücülük sergilemesi gerekmiyor bir yazarın. Bu yöndeki kararı kendisi verecek. Seray Şahiner, yaydığı gerçektenlik duygusuyla tüm anlatıyı sırtlayıp taşıyan, güçlü, etkileyici kadın karakterlerle kuruyor öykülerini. Yazarın öykülerindeki iki taşıyıcıdan biri buysa öteki de dildeki özgünlük… Özetle söyleMAYIS 2012 necek olursa onun öykülerinde, 1. Kadınlar, 2. Dil öne çıkıyor. Kadınlar üzerinde duralım ilkin. Onların küçük hilelere, sıradan kurnazlıklara dayalı yansıtımlarına bakarak öykü evrenlerinin dişil olduğu kanısına varılmamalı yine de. Burada tanıdığımız kadınlar bir açıdan eril erke bağımlı, kendilerine burada yer ayrılması karşılığında pek çok ödün vermeye aday varlıklar. Yeter ki erkekleri elde etmeyi, onları avuçlarında tutmayı başarıp bunu sürdürebilsinler… Temel örge (“Hanımların Dikkatine”) yönünde bunu belirleyen, kadınları hizada tutan eril erk öğesi bir tecimsel ilişkiler zinciri de Demokles’in kılıcı gibi tepesindedir ama kadınların. Şahiner’in öykülerinde kadın karakterler, kendi içlerinde yaşayıp sürdürdüğü düş kırıklıklarıyla incinik hüzün kraliçeleri gibi görünürken hemen her öyküde önlerini eril evrenin bekçisi aptal, çıkarcı, yalancı, ikiyüzlü ne var ki erki kendilerinde toplamış erkekler keser. ERİL EVRENE KARŞI ŞAHİNER’İN DİŞİL DİLİ... Alaysamalarını Şahiner, yer yer kara anlatı, güldürü düzlemine taşıyıp hüzünlü, buruk, hatta tersine bir mizah duygusu yayıyor öykülerinde. Bir karakterine söylettiği gibi öyküsünün adeta mizahını yapıyor. (101) Bir anlık “espri” biçiminde alınabilecek çok ince, ama dikkat edildiğinde derin yarılmaların, kırılmaların izinin sürülebileceği bir mizah duygusu eşlik ediyor anlatıya. Bu dil üzerinde nece durulsa yeridir. Okuyabildiğim kadın yazarlarımıza bakarak söyleyecek olursam hiçbirinde göremediğim bir dille çıkıyor karşımıza yazar. Bir kadın argosu değil, taşlaması değil, sokak, mahalle ağzı, dedikodusu değil, ama belki tümünün birden katıldığı, bütün bunların bambaşka düzleme taşındığı bir dil bu… Bu yanıyla elbette çok özgün… Cinlik fışkıran, biraz da çılgın, uyumsuz ama hoş, esintili bir dil… Peki yazınsal bir dil mi bu? Değil. Neden değil? Çünkü hep aktaran, bütün olup bitenleri, üstelik kullanımlık iletişim diliyle sıralayan, olay, ilişki aktaran bir dil. Hayır, yazarın iki ayrı karakterin konuşmasına yerleştirdiği “şarj”, “şarz” (116) gibi iki farklı kullanımla yansıttığı hüneri görmemiş değilim. Ama yine de soyutlayıma dayanmayan, dönüştürüme yol açmayan, özgünlük taşısa da yazınsal sayılamayacak bir dil bana göre bu… Ne ki onun öykülerinin ana taşıyıcısı bu dil de değil zaten; kişiler. Kadınlar öylesine güçlü karakterler, gerçeklik duygusu öylesine yüksek kişilikler ki, öyküler bu karakterlerle yol alıyor, yazınsal olmayan dille değil. Şahiner’in öykülerindeki dinamizm de böyle çıkıyor ortaya. Üstelik bu güçlü dinamizm yazarın, başkalarının metinlerinde yadırganabilecek dipnotlu düşünsel getirileri bile tartabiliyor. Kadın karakterleriyle kendine özgü diyebileceğimiz bu dili birbiri içinde harmanlayan yazar, geri dönüşlerine, ileri sarışlarına karşın öyküde sıçramalı, göndermeli bir anlatım ağı kurmuyor genelde. Bu durumda anlamlandırmanın koygun dokusu yerine artalana yayılan bir burukluk kalıyor yalnız. Buna lirik burukluk demek daha doğru belki. Bunun dışında yığma ayrıntıya, dolgu anlatıma dayalı bir boğuntu çıkıyor karşımıza. Tıpkı filmlerde, örneğin bir yemek sahnesinde tüm ayrıntıların eksiksiz sunuluşuna ben Seviye Merih zer biçemle örüyor öyküsünü yazar. Kuşkusuz atmosfer kurmak için gereksinim duyuyor buna. Farklı bir biçemle, adeta kara anlatı olarak çekilen film gibi yapılandırıyor anlatısını. ERİL ERKİN EGEMENLEŞEN SÖMÜRÜSÜ... Seviye Merih, öykülerinde çocukluğu öne alırken hem çocuk bakışıyla hem de aradan zaman geçip erişkinliğe varıldığında yetişkinlik ölçeğiyle çift yönlü değerlendirip işliyor bunu. İlk kitabında da bu yönde öykülerle karşılaşmıştık yazarın; çocuk kırılganlıklarıyla. Şahiner de kadınların kırılgan yaşamlarına yoğunlaşıyordu ilk öykü kitabında. Seviye Merih’teki her kırılgan çocuğun ardında –pek çoğu kız bunların birer anne/kadın var yine de. Çaresizlik, yoksunluk ellerini bağlamıştır onların. Bu arada kimi öykülerde baba/kız ilişkilerinden yansıyan duyarlılığın, dokunaklılığın da dikkat çekici olduğu söylenmeli. “Ayrıkotu”, “Düşlere Siyam’ın Nice Düştüğüdür” vb. örneklenebilir. Öyküsünü, her kezinde “anlatılan”, “hikâye edilen” olmaktan çıkaran tutumla kuruyor Seviye Merih. Birden bir anlamlandırmaya kayılıvermesi öyküde, bundan kaynaklanıyor. Toplumsal dokuyu önemseyen, artalanı bununla sıkılayıp öyküyü bu temel üzerine oturtan bir yazar o. Öykü kişileri, bu doğrultuda kurulan evrenlerin temel öğesi. Diyeceğim kişiler, öykü evrenlerinin ortaya çıkardığı karakterler. Bu nedenle anlamlarını bu evrenden alıyorlar. Oysa Şahiner’de kadınlar, hep kendileri için “olmak” isteseler de sonuçta öykü evreninin –ki bu her iki yazarda da eril evren olarak alınabilir, içinde boğulup gidiyor. Bir türlü çıkış bulamıyor kendilerine. Seviye Merih’in “Yokkitap’ın Hiçöyküleri” başlıklı anlatısı, bağlamlı öykülere benzer bir dizileme biçiminde alınabilir. Ara metinlerle, kurulan köprülerle öyküler birer masal, söylen diline yaklaştırılıyor çünkü. Kadın öykücülerimiz üzerine epeyce kalem oynatmış oldum… Yine de böyle bir koyu yeşil fesleğen mevsiminde Seray Şahiner’le Seviye Merih’in öykülerine yönelmek doğrusu ya mutlu etti beni. Ama “Kadın Zamanı” da eklendiğinde bunlara, haftalarca sürdü yazılarım. Biraz da erkek yazarlarımıza, onların verimlerine dönelim, değil mi? ? Seray Şahiner SAYFA 28 ? 24 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1162