Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K E itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Tiyatroda Eleştirinin gücü: Dikmen Gürün... leştirinin “cefa”lı, ama “vefa”sız bir iş olduğu söylenir. Bana sorulursa eleştiri, sanatta var olma bilinci, kendini gerçekleştirme ülküsü taşıyan aday ya da sanatçı bu yola gönül koymuş kişinin ilkin kendisi için sağlam bir dayanak sayılmalı, pahası nece ağır da olsa. Bu, şu demek; eğer sanat yapma kararı almışsanız, kaçınılmaz biçimde eleştirmenliğe soyunmanız gerekeceğinin de bilincinde olacaksınız demektir, en azından kendiniz için… vun(uyor).” (9 vd.) Beşir Fuat’ın da (1852–1887) bu tarihlerde eleştirileri ile yazınımızda göründüğü göz önünde tutulursa ciddi bir başlangıç sayılabilir bu; çünkü tiyatro sanatının doğrudan kendisine, içine yönelik bir yakalayış söz konusu burada… Oysa “1840’larda Ceridei Havadis gazetesinde zaman zaman seyirciyi eğitme amacını güden yazılar yayımlanıyor…” Sonrası geliyor kuşkusuz. Gürün, örneklerle Ahmet Vefik Paşa’yı, Namık Kemal’i anıp, “1908’den sonra tiyatro yaşamının hareketlenmesiyle birlikte tiyatro eleştirisinde” “bir canlılık görül(düğüne)” getiriyor sözü. Kimi adları sıralıyor, derken, “Muhsin Ertuğrul(’un,) eleştirmenliğin bir uzmanlık işi olduğunun altını sık sık çiz(diğini)” vurguluyor: “Bu bir meslektir, bir sanat işidir, bu güzel sanatlar içinde en güç dallardan biridir, derin inceleme ister… Böyleyken, hiçbir meslekte dikiş tutturamayanlar, birtakım sütun karalamacaları, bu alanı boş bulmuşlar, çalakalem yürüyorlar. Onlara artık höst demek lazım.” Dikmen Gürün, 1940’lara, 50’lere geliyor; Ataç’tan İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu’na geçip özellikle Adnan Benk’te duruyor. Bu arada, artık “[u]lusal tiyatronun yerli oyun yazarlarıyla var olabileceği görüşü temelde birleşilen husustur, ama sonuca varmak için izlenen yollar farklıdır.” “Bu yıllarda tiyatro bir sanat dalı olarak tüm boyutlarıyla ele alınmakta, tartışılmakta, sorgulanmaktadır” zaten. Adnan Benk’in, neredeyse savsöze dönüşmüş olan, “…[K]usurlu eserleri seyretmeye katlanmayacağız… Halk sanatçının tecrübe tahtası değildir” deyişini aktaran Gürün, onu şu satırlarla tanıtıyor okura: “Adnan Benk doğru saptamaları, ödün vermeyen tavrı ve sert üslubuyla dönemin fırtına gibi esen eleştirmenlerinden biridir.” Ya günümüzde ne durumda tiyatro eleştirimiz? Gürün, şunları söylemekten alamıyor kendini: “Günümüzde bu kesinlikte eleştirilere sıkça rastlamadığımız bir gerçek. (…) 1980’lerden bu yana gözlemlediğimiz ılıman tavır, bir noktada da sanatçılarla eleştirmenler arasında bulunması gerekli mesafenin kalkmış olmasıyla bağlantılı değil mi?” Tiyatro eleştirisi bağlamında, ayrıksı yere sahip çalışmalardan biri de kuşkusuz Gürün’ün Tiyatro Yazıları. Bu doğrultuda oyunlar üzerine yazdıklarına yer vermiyor belki yazar, ancak çok yönlü yapısıyla dikkati çekiyor yine de kitap. Çalışma üç ana başlık altında Dikmen Gürün Evet, eleştiri, önce kişinin kendisinin adam olmasıdır! Yok, eğer bundan kaçıyor, kendi eleştirmenliğini bile yapamıyorsa biri, ayırdında olmasa da köksüz ağaç gibi besinsiz kalacağını, sanat emeçlerinin cılızlaşacağını öngörebilmeli. Bunları bilmek için, kim bilir, belki de eleştirmen olmak gerekiyordur ille, bu da ayrı… Eleştirmenlerin atak ama olgun, dik duruşlu ama alçakgönüllü, soğuk ama sevecen duruşları da bundan kaynaklanıyordur belki, bilemem artık… Bunca sözü, yaşanan cefanın, buna karşın eleştirmenlik için enikonu ekonomik güce sahip olmak gerekliliğinin ötesinde aslında eleştirmenin bir değerbilmezlik duvarıyla çevrili olduğunu vurgulamak için de söylediğimi ekleyeyim. Doğrusu kırk yıl düşünsem, değerbilmezlik duvarına bir taşı da kendi elimle koyabileceğimi yine de getirmezdim usuma. Ama öyle yapmışım, kadın yazarlarımızla ilgili kaleme aldığım dizide sözü kadın eleştirmenlerimize getirip liste vermeye giriştiğimde adını bile anmamışım Dikmen Gürün’ün. O Dikmen Gürün ki, doktorasını bile tiyatro eleştirisi alanına özgüleyerek gerçekleştirmiş, “erbabı kalem” olmanın ötesinde, eylemli bir aydın aynı zamanda… Bugüne dek yüzlerce yazısı içinden bir araya getirdikleriyle ortaya koyduğu seçkisi Tiyatro Yazıları (MitosBoyut, 2000) bunu ele vermeye yetiyor kanımca. Gürün’ün Türkiye’de Tiyatro Eleştirisi 19501975 (Doktora Tezi, 1978; AÜ. DTCF Tiyatro Bölümü) başlıklı çalışmasını okumak şöyle dursun, görmüş de değilim… Gürün, Tiyatro Yazıları’nda, satır başlarıyla bu çalışmasından kimi ipuçları aktarırken, alana döktüğü emeği yansıtıyor bir bakıma. Gelin ilkin bu yanından yaklaşalım yapıta, sonrasında Gürün’ün bizim için getirdiği öteki bölümlemelere göz atalım… TİYATRO ELEŞTİRİSİNİN YÜZ ELLİ YILI... “Tiyatro eleştirisinin ilk örneklerini 1871 yılında Teodor Kasab Efendi’nin çıkarttığı Diyojen gazetesinde görüyoruz. Teodor Kasap, Güllü Agop’un Osmanlı Dram Kumpanyası’na yönelik eleştirilerinde Türk tiyatrosunun yüzünü körü körüne Batı’ya değil kendi geleneksel türlerine çevirmesi gerektiğini saSAYFA 18 ? 4 EKİM 2012 toplanmış: “tartışmalar, eleştiriler, sorgulamalar…” TİYATRO SANATINI AHLAKSALLIKLA TAÇLANDIRMAK Dikmen Gürün, tiyatro sanatından kalkarak genelde sanatın ahlaksallık temelinde yaşadığı çöküntüyü vurgularken yalnız bu alanın üreticilerini değil, yanı sıra sahnenin bu yakasında, salonları dolduran seyircileri de uyarıyor bir bakıma: “1960’lı yıllarla birlikte, tiyatro dünyasında yaşanan dinamizmin duraklamaya uğradığı yıllardır 1980’ler. Her anlamda gözlemlenen hızlı değişim, doğaldır ki, kültürel yapıyı acımasızca hırpalamış, olumsuz yönde etkilemiştir söz konusu dönemde. Peki noktalandı mı bu süreç? Sanmıyorum.” (7); “Ülkemizde sanatçı enflasyonunun akıl almaz boyutlara eriştiği bir dönemden geçiyoruz.” “Acaba dünyanın neresinde bu denli rahat, bu denli umursamaz bir tavır içinde her önüne gelene yapıştırılıverir ’sanatçı’ yaftası? ‘Sanatçı’ olmak bu kadar mı kolay?” “1980’lerle birlikte zembereği iyice boşalarak tırmanışa geçen yozlaşmanın sonuçlarından biridir bugün her alanda hesaplaşmak durumunda kaldığımız kavramlar karmaşası. Bir yanda, ürkütücü boyutlara varan bu karmaşa bir çığ gibi büyürken, suya atılan bir taşın yaydığı halkalar halinde genişlerken, öte yandan da bir avuç insan inandıkları doğrular adına, yitip gitmesine asla izin vermeyecekleri değerler adına uğraş veriyorlar. Bu, ‘sanat’ adına verilen bir uğraştır, bir direniştir.” (43) Uğraşıp didinen bir avuç insandan biri de hiç kuşkusuz Dikmen Gürün. Yapıtında tiyatro sanatından eleştirisine, oyun yazarlığından tiyatro yayıncılığına hatta dramaturgiye, ödenekli tiyatroların yönetiminden özel tiyatrolara devlet yardımına uzanırken, kimi söyleşileriyle, festivallere yönelik saptamalarıyla ufuk açıcı yaklaşımlar sergiliyor bu arada. Gürün’ün, tiyatrolarımızın öteden beri yaşadığı baskı, yasaklama, sansür vb. karşısında tiyatrocularımızdan beklenebilecek ahlaksal tutumun altını çizdiğini de özellikle eklememiz gerekiyor. Hem “Tiyatroda Baskı ve Sansür” hem “Tiyatroda Eleştiri”, bağımsız birer kitap olarak da sergenlerde yerini alabilmeli. Bunu ekin dünyamızın birer adası kabul edebileceğimiz Dikmen Gürün ile T.Yılmaz Öğüt’e önermek gereği duyuyorum şuracıkta… Nitekim baskı, sansür başlıklı yazıları eleştiri alanında olduğu gibi derine inilmiş yetkin bir çalışma olduğunu ele veriyor. Haldun Taner’den şu alıntıyı aktarıyor Gürün: “Zaafını, hasta bencilliğini, hiçbir esasa dayanmayan böbürünü korumak… için zora başvuran bu yaratıklar, akıldan çok duygu ile hareket ederler. Sade politikada değil, düşünce ve ahlak alanında da bütün ulusa kendi, sınırlı değer ölçülerini dikte ederler. Gayrısına tahammülleri yoktur… Sade diktatörlerin baskı rejimlerinin değil, sözüm ona güdümlü demokrasilerin de aydın sanatçı düşmanlığı buradan gelir. Onlar için bir oyun yazarı, ya akşam yemeğinden sonra iri göbeklerini hazma yarayan hoplatışlarla güldüren bir eğlendiri uzmanı, ya da… o ülkede yerleştirilmek istenen değer ölçülerinin bir yayıcısı, bir tempo tutucusu olmak zorundadır.” (82) Dikmen Gürün, baskılar, yasaklamalar, saldırılar karşısında şöyle haykırıyor ahlaksal bir duruşla: “İnanıyorum ki, her şeye karşın ‘ölümsüz tiyatro’ süreç içinde tüm ülkeye yayılacak; kentlerde, semtlerde, ilçelerde tiyatro salonları açılacak, köy meydanlarında tiyatrolar oynanacak, ülkenin her yöresinden tiyatrolar fışkıracak ve 1964’te tiyatro basan, 1986’da tiyatro yakan zihniyetin hortlamasına izin verilmeyecektir.” (94) Ancak 2012–13 tiyatro mevsimine de baskı, sansür, yasaklamalarla giriyoruz yazık ki… DİKMEN GÜRÜN ADININ TİYATROMUZDAKİ ANLAMI Dikmen Gürün, Türk tiyatrosunun festivalle ilişkilenişine de farklı boyutlar getiren yaklaşımlar sergiliyor. Bu bağlamda tiyatromuzun yurtdışı deneyimlerine dönük kazanım, tiyatro sanatına yönelik işlevsellik öne çıkıyor yazılarda.Gürün, eylemli yapıp etmeleri önemseyen, yazılarını kitaplaştırıverme kaygısından uzak duran bir tutum sergiliyor izleyebildiğimce. Gerek içinde yer aldığı veya yönlendirdiği tasarımlarda gerekse üniversitede, öteki kuruluşlarda öncülük yaptığı işlerde, öne çıkmaktan çok işi önemseyen, bunlardaki başarıyı gözeten tutum yansıtıyor hep. Yazıların ille bir araya getirilip kitap olarak yayımlanması gerekmiyor elbette. Çünkü yazılar, ilk yayımlandıkları köşelerde de değerlerini hem koruyor hem de zamana karşı direnebiliyor. Adnan Benk’in yazılarını da yıllar sonra okumadık mı bizler? Mehmet Rifat’ın yayına hazırladığı Eleştiri Yazıları III (Doğan, 2000, 2002), bunları önceden okuyanların kitaplığına kattığı, yenice okuyanlarınsa bir biçimde hemen dağarlarına aldığı kitaplara dönüşmedi mi? Türk tiyatrosu, şimdiye dek gördüğü bunca baskıya, yasağa, korkuya, gölgeye, kendi içinde yaşadığı özsessizliğe eklenebilecek yeni yeni sindirmeler karşısında bakalım ne yapacak, eleştirmenler bu olup bitenlere nasıl tepki verecek? İyi ki tiyatromuz salt uslu çocuklardan oluşmuyor, iyi ki tiyatromuzda uslu tiyatrocularla eleştirmenler de var! Hikmet Altınkaynak, Nurullah Ataç’ın, “bir üniversite düzeyini bile geride bırakacak ölçüde büyük oldu”ğunu vurguluyor. Türk Edebiyatında Yazarlar ve Şairler Sözlüğü’nde. (Doğan, 2007) Türk tiyatrosu, eleştiriyle var, eleştiriyle güçlü! Dikmen Gürün de Türk tiyatrosu için önemli bir değer kuşkusuz! Nece uzağında da kalsak, bunca yakınımızda parlayışı bunu göstermiyor mu? ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1181