09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hans Fallada’dan ‘Herkes Tek Başına Ölür’ Küçük ve özgür insanların yazarı Herkes Tek Başına Ölür adlı kitabında Hans Fallada babanın oğlu, annenin kardeşi, eşlerin birbirini ihbar ettiği, içten içe çürüyen bir baskı imparatorluğunun nasıl yaratıldığının ve bu güçlü mekanizmaya karşı direnen insanların izini sürüyor. ? Neslihan GÜNGÖR üphesiz ki bir savaşın getirdiği yıkımı bir diğer savaşla karşılaştırmak gereksiz bir çaba olacaktır. Ama yine de can ve mal kaybı açısından değil, halkların bilincinde yaratılan düşmanlık ve uzun vadede insanlık tarihine bir utanç abidesi olarak geçmesi nedeniyle İkinci Dünya Savaşı’nın üzerinde özellikle durmak gerekir. Almanya’da yaşanan derin ekonomik krizi, komünizm korkusu ve ortak milli düşman söylemiyle iktidarının mutlaklaştırılmasında kullanan Hitler ve şürekâsı adım adım örgütledikleri bir korku toplumu yaratır. Sadece komünist ve sosyalistler değil, ırk, duruş ve varoluşlarıyla “ari toplumu” tehdit eden her bir unsur, bu acımasız sürek avında tespit edilecek, tecrit edilecek ve nihayetinde toplumsal bellekten tamamen kazınıp unutulana kadar yok edilecektir. 1933’te Hitler’in iktidara gelişiyle başlayan süreç, Gestapo, SS ve SA gibi kolluk güçlerinin baskısıyla ve bilim, kültür sanat gibi alanların da deforme edilmesiyle Nazizmin faşist söyleminin toplumun her bir hücresini nasıl bir cerahat gibi sardığına esefle şahit olan insanlar vardır. Her gün sokakta, otobüs kuyruğunda, okullarda rastlayacağımız türden, paltosunun eskidiğine hayıflanan, kirasını denkleştirmeye çalışan, âşık olan, sevişen, düş kuran… Goethe’nin, felsefenin, mühendisliğin anavatanında, diktatörlüğün kan ve korkuyla dokuduğu ağır örtünün altında, tatlı bir uyuşuklukla süre gidecek bir hayatı kabullenmeyen insanlar… Hans Fallada işte bu küçük insanların öyküsünü anlatır Herkes Tek Başına Ölür adlı romanında. ÇOK YÖNLÜ KARAKTERLER Kitap 1940 yılında Berlin’de yaşayan bir işçi ailesinin oğullarının cephede ölmesi üzerine yaşadıkları değişim ve bu değişimi nasıl Hitler rejimi karşıtı bir dizi eyleme dönüştürdüklerini konu alır. Fallada, romanı oluştururken bir Gestapo dosyasından yararlanmıştır. Gerçekte Elisa Hampel kardeşinin ölümüyle başlayan ve 1942 Eylülü’nde eşi Otto Hermann Hampel ile tutuklanmalarına kadar giden iki yıl boyunca, rejim karşıtı sözlerin el yazısıyla yazıldığı 200 kadar kartpostal ve bildiriyi posta kutularına ve binaların merdivenlerine bırakmışlardır. Yazar romanın başında yaptığı açıklamada, eserinin gerçeğe dayandığını ama yine de “işçi karı kocanın yaşamını gözünün önüne getirdiği gibi SAYFA 4 ? 1 ARALIK Ş anlattığını” belirtir. Bazı okurların romanı “insanların çok eziyet çektiği, çok insanın öldüğü, renksiz, hüzünlü bir tablo olarak” bulabileceklerini, “romanın hemen hemen üçte birinin hapishanelerde ve akıl hastanelerinde geçtiğini belirtir. Fakat yaşananları anlatırken onları renklendirmek” yazara göre gerçekdışı bir tavır olacaktır. Bahsi geçen yönelim gerek roman kişilerinin çok yönlü karakterleri çizilirken gerekse de dönemi tanımlayan detaylar verilirken elden bırakılmaz. Ana karakterler Otto ve Anna Quangel, oğulları Otto’nun ölüm haberini bildiren mektubu taşıyan postacı Eva Kluge, Otto’nun nişanlısı Trudel, insanların trajedilerinden kendine faydalar çıkaran Borkhasusen, günlerini at yarışı oynayarak geçiren tembel Enno, bozguncuların yakalanmasını bir onur sorunu haline getiren Gestapo Şefi Escherich ve tüm diğer yan karakterler yalın bir gerçekçilikle herhangi bir şablona düşmeden tanımlanır. Romanın sade ve özgün anlatısında yazar, karakterlerin eylemleriyle okura doğruyu gösterme yönünde bir görev edinmelerine izin vermez. Gerçek hayatta halk mahkemesi tarafından “ahaliyi demoralize etmek ve vatana ihanet” suçlarıyla idama mahkum edilen O. Herman Hampel’ın, polis sorgusunda, “Hitler ve rejimini protesto etme fikrinden mutluluk duyduğunu” belirtmesi gibi romanda can bulan karakteri de eylemini basit bir gereklilik üzerinden açıklar. “Fakat şimdi merak ediyorum, bundan sonra ne yapaca ğım” diye hesaplaşır kendi kendisiyle partideki görevinden istifa ettikten sonra. “Mutlaka bir şey yapacağım, bunu çok iyi biliyorum. Bilmediğim tek şey ne yapacağım.” Anlatıyı derinleştiren bir diğer yön de karakterleri destekleyen arka planın mükemmel bir işçilikle, bir sinema karesi gibi ince ince işlenmesinden kaynaklanır. Yazar birçok bölümde uzun uzun karakter tahlilleriyle yaratılabilecek gerilim duygusunu ve toplumun bir dizi ihbarcılık eylemiyle kokuşan yapısını, basit betimlemelerle okura geçirir: “Upuzun, rüzgârlı, beyaz badanalı duvarları afişle kaplanmış bir koridorda duruyorlardı. Quangel sesini çıkarmadan dururken dikkatini Trudel’in hemen arkasındaki kocaman afiş çekiverdi. Kara harflerle yazılmış olanları okudu: ‘Alman Milleti adına’ sözlerinin altında üç isim ve vatana ihanetten idama mahkum edildiler. Quangel hemen Trudel’i omuzlarından tuttuğu gibi kenara çekti. O afişin altında durmasını istemiyordu.” ONURLU BİR ÖLÜM İÇİN Yazar rahatlıkla dönemin insanlık dışı uygulamalarının yaratacağı duygudaşlığa gitgide duygu sömürüsüne sığınmaz. Öyle ki Antisemitizm konusunda bile, kocası Gestapo tarafından tutuklanan yaşlı kadın Rosenthal özelinde ele alınırken son derece dikkatli davranılır. Bu motif kitabın temel izleği olan “küçük insanların” dillendirilmesi ve dürüstlük, namuslu olmak niteliklerinin belirlediği bir duruş çizilmesinden farklı bir amaç gütmez. Fallada’nın küçük insanları, koşullar ne olursa olsun güçlüdürler. Fakat bu güçlülük hali onların şüpheye düşmesine ya da yanlış kararlar almalarına engel değildir. Trudel kayınpederinin “Bizler kaç kişiyiz, onun ise milyonlarda destekçisi var. Hiçbir şey yapamayız biz!” çıkışı karşısında şöyle diyecektir: “Biz çok şey yapabiliriz. Bizler iş makinelerini bozabiliriz, bizler kötü ve yavaş çalışabiliriz, astıkları afişleri yırtıp atar, yerlerine insanları nasıl aldattıklarına dair başka afişler asabiliriz. En önemlisi de, bizlerin onlardan başka olması, onlar gibi düşünmemesi ve hiçbir zaman onların tuzağına düşmemesi. Onlar bütün dünyaya el koysalar bile biz Nazi olmayacağız!” Buna rağmen Trudel basit bir nedenden dolayı çalıştığı hücreden ayrılacak, taşrada eşiyle Gestapo tarafından öldürüldüğü güne kadar basit bir hayat sürmeyi tercih edecektir. Girişinde “çalışmak özgürleştirir” yazan toplama kamplarıyla dönemin Almanyası’nda, çalışkan, disiplinli, ülkesine ve Führer’e bağlı vatandaş ideası yükseltilirken tembel ve kumarbaz Enno sıra dışı ve insani bir figürdür. Mükemmel değildir elbette ama sebep olduğu tüm fenalıklara karşın dönemin kan dökücüleriyle kıyaslanınca, tek hayali bir parça daha tembellik edip kadınların tombul bedenlerine yaslanıp keyif sürmek olan Enno son derece naif bir duruş çizer. Otto Quangel’e göre kartpostalları hazırlamak tıpkı yıllarca sabır ve özenle sürdürdüğü fabrikadaki işi gibi sonuçlarına bakmaksızın elbette yakalandığı zaman kendisini bekleyen sonu bilmektedir ve etkisini hesaplamaksızın nihayetinde dağıtmış olduğu kartların hemen hemen hepsi korku içinde polise teslim edilmiştir eylemini sürdürecektir. Bu yönüyle bakıldığında eylemin sonuçlarından çok, bekledikleri etkiyi yaratamadıkları apaçık ortadadır, eyleme geçmiş olmak değer kazanmaktadır. Karısıyla kartların hazırlanması evresinde “yapmaya niyetlendiklerini biraz önemsiz” bulan eşini Otto, “Herkes elinden ne geliyorsa onu yapmalıydı. Önemli olan karşı çıkmaktı” diye yanıtlar. Gerçekten de yazar yürekli bir biçimde ve herkesin karşı durabileceği her malzemeyi kullanarak safını belirlemesini fikrini, roman boyunca değişik kişilere, değişik şekillerde söyletmiştir. Kitapların yakıldığı, klasik müziğin gaz odalarında ya da mahkumlar üzerinde yapılan sözde bilimsel amaçlı deneklerde bir fon müziği olarak kullanıldığı, tüm sanatçı, aydın ve bilim adamlarının ancak “ari topluma” hizmet ettiği ölçüde varoluşlarını sürdürebildikleri dönemde, en az Plutarch okuyan emekli yargıç Fromm kadar, Nazi gençliğine üye olmayıp, taşraya kaçan KunoDieter de bu sağlam duruşu pratiğe geçirmektedirler. Kitaptaki bir diğer enteresan kişilik yazarın kendisini doğrudan ifade edip yer yer ağzından konuştuğu Aktör Max Harteisen’dir. Goebbels’le yaşadığı sürtüşme nedeniyle iş bulamayan aktör, sadece basit bir fikir uyuşmazlığı yüzünden, bakanın onu tehlikeli bir düşman gibi görmesini aklı almıyordu. “Mevkisini kullanıp, düşüncelerine karşı çıkan çıkan birinin yaşama sevincine aniden son vermesini de bir türlü anlamıyordu. (İyi yürekli Harteisen, 1940 yılında Nazilerin ülkede farklı düşünen her bireyin değil yaşam sevincine, yaşamına da anında son verebileceğini hâlâ anlamış değildi.) Aktörün başına gelenler, Nazi yönetimi tarafından istenmeyen yazar ilan edilen ve bu nedenle uzunca bir süre sadece çocuk hikâyeleri yazarak tehlikesiz sularda kalmaya çalışan yazarın durumuyla örtüşür. Sonuçta hem tek tek karakterler üzerinden hem de romanın tamamında “Herkes tek başına ölse” dahi onurla bir ölüme gidilen yolda dürüst, korkusuz ve sağlam bir hayat savunuluyor. Bu yönüyle tablo yazarın kendisinin belirttiği gibi karanlık olsa da karamsar değil, aksine umutlu. Nâzım Hikmet’in, türkülerin ve paylaşımın anavatanında karanlığa mahkum günler yaşamamak için defalarca okunup üzerinde düşünülmesi gerek bir kitap. ? Herkes Tek Başına Ölür/ Hans Fallada/ Çeviren: Ahmet Arpad / Everest Yayınları / 608 s. Hans Fallada, romanı oluştururken bir Gestapo dosyasından yararlanmış. 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1137 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle