08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OKURLARA adlı kitabında Hans Fallada, babanın oğlu, annenin kardeşi, eşlerin birbirini ihbar ettiği, içten içe çürüyen bir baskı imparatorluğunun nasıl yaratıldığının ve bu güçlü mekanizmaya karşı direnen insanların izini sürüyor. Otuz yıldır savaşın ve işgallerin karnından ustaca kandırılan dünyaya gerçekleri satır satır geçen, Usame bin Ladin’le röportajdan tutun bölgedeki tüm güç odakları ve taraflarla canı pahasına yakın temastan kaçınmayan usta bir Batılı gazeteci Robert Fisk. Kim ki gerçek gazeteciyim diyor bilin ki onun yerinde olmak istiyor! Fisk ‘Büyük Medeniyet Savaşı: Ortadoğu’nun Fethi’ adlı yeni kitabıyla bölgede tüm vahşetiyle süregelen işgallere ilişkin kanlı bir günceyi paylaşıyor bugünlerde. Kitabı Gamze Akdemir değerlendirdi. Doğan Özlem’in son kitabı ‘Anlamdan Geleneğe Kimlikten ÖzgürlüğeKavramlar ve Tarihleri III’, daha önce yayımlanan ‘Kavramlar ve Tarihleri I’ ve ‘Kavramlar ve Tarihleri II’ kitaplarının devamı gibi. Bir hermeneutikçi olarak Özlem, kavramların tarihsel ve kültürel boyutlarını irdeleyerek, felsefe ve bilim etkinliğinin temel dayanakları durumundaki kavramlara yönelik belli bir tarih bilincinin oluşumuna katkıda bulunmaktadır. Kitabı Mustafa Günay’ın kaleminden tanıyoruz. Orhan Suda’dan bir özür daha: Dergimizin 3 Kasım 2011 tarihli ve 1133 sayılı nüshasında Orhan Suda’nın Yiğit Bener’in ‘Heyula’nın Dönüşü’nü değerlendirdiği yazısının son iki satırı yazının spotuna ulanmış. Şu iki satırı yazının sonuna eklerseniz seviniriz: “Bu romanıyla; asık suratlı olmayan, üstelik ezber bozan, hınzır bir bilgeliğin eşiğinde okurlara gülümseyen Yiğit Bener var karşımızda.” Orhan Suda ve okurlarımızdan özür dileriz. Bol kitaplı günler... Herkes Tek Başına Ölür’ ‘H P A ydınların tasfiyesine yol açan birden fazla dış gelişmeden söz etmek güç değil; üzerinde durulmayı gerektiren bir iç sorunu yabana atamayız: Aydınların yanılma payı’nın derecesi. ervasız Pertavsız ENİS BATUR Aydının yanılma payı “Entelektüel” kavramının Dreyfus olayıyla gündeme oturmasının üzerinden yüzyılı aşkın bir zaman dilimi geçti. Bir dönemden ötekine, solda ve sağda, merkezde ve uçlarda büyük yanlışlar yaptı aydınlar: Buyurgan yönetimleri, eli kanlı diktatörleri desteklediler; güç ve nimet uğruna iktidar sahiplerine arka çıktılar. Dahası; bir dönem kapandığında, sil baştan bir başka dönemin değer yargılarına şıpın işi destek vermekten çekinmediler. Cumhuriyet tarihini geçelim, bugünün ‘aydın tablo’suna bakalım: Kırk yıl önce Başkan Mao’ya, Che’ye, jakoben siyasete ya da Atatürk’e tapanların şimdi Hoca’ya, Usta’ya, Apo’ya ya da Mustafa Kemal’e kurtarıcı gözüyle bakmalarına nasıl inanacağız? On yıl sonra bambaşka bir görüşün, önderin, pragmatik çözümün peşi sıra takılmayacakları kesinlenebilir mi? ‘Değişim hakkı’nı kimsenin elinden almak değil tasam. Ama, bir uçtan ötekine, çoğu zaman da iyikötü nemalanarak geçenlerden aydın diye söz etmek güç görünüyor bana. Kişioğlu, yaşı ilerlerken tavırlarını ve inanışlarını elbet gözden geçirebilir; zaman zaman, kökten bir başkalaşıma uğrayan birkaç örnekle de karşılaşılabilir; buna karşılık, ortama egemen değer yargılarına neredeyse kolektif boyutta bir transfer hareketi gerçekleşmişse, bunu düşünce evrimiyle karşılamak kolay olmayacaktır. Türkiye’nin fikir yaşamında kişisel duruşları olanların kenara itildiği, zıt cemaatlar oluşturan grupların soldan sağa ufku kapladığı göze çarpıyor son yıllarda. Benzerleriyle papağan söylemi gerçekleştirenleri aydın kategorisine sokamayız, düşüncesindeyim: Bağımsız bireydir aydın; kendisine yakın görüşlere sahip olanlara da, taban tabana zıt görüşlerin sahiplerine de mesafeyle bakar, ama diyalog kurmaktan kaçınmaz. Gene de, asıl mesafesi iktidarlaradır: Muhalifliği öne çıkmayacaksa, aydına aydın niteliğini yakıştıramayız. Yıllar oldu, bir yerden bir yere papağanlar taşıyan bir kamyonet Boğaz köprüsünü geçerken kaza yapıp devrilmiş, özgür kalan papağanlar ortalığa dağılmıştı beni etkilemişti o haber. Dağılan papağanlar, sonunda kitle iletişim araçlarına konuşlandılar anladığım kadarıyla, o gün bugün kanaat önderliği yapıyorlar. Sonuçta dehşet sıkıcı, boğucu bir hal aldı papağanların söylemleri, ne de olsa kısıtlı bir yeteneği, ondan çok daha kısıtlı bir akıl yürütme gizilgücü var bunların. Durumlarını açığa çıkarıyor bir alakarganın söz alması: 1415 Ağustos 2011 tarihli Radikal nüshalarında İsmet Özel’le yapılan söyleşi iyi bir örnek. Ciddi papağanlar alay ediyorlardır şairle, kaçırdığını tekrarlayarak, gizliden gizliye öfkeleniyorlardır bana kalırsa. Yalçın Küçük için söylediğimin bir benzerini ifade edeceğim: Sözümona akıl fikir sahibi matların hiçbir özgün düşünme emâresi barındırmayan kakavanlıklarına, alakargaların saçmalamalarını yeğlerim: En azından ezber çarklarıyla karşılaşmıyoruz orada. Ve ben, kendi payıma, alakargaları seviyor, düşünsel kıvılcımlar çakabildikleri için papağanlara yeğliyorum onları. Öte yandan, ülkenin bütün alakargalarının şâkülden inhiraf halinde olduklarını ileri sürmek insafsızlık olur. Sözgelimi Doğan Kuban’ın Cumhuriyet’in BilimTeknik dergisinde yayımladığı yazıları yepyeni, dolgun sorular içeriyor: Berlioz dinlemeyen bir insan topluluğuna ne olur sorusu ilk elde tam bir alakarga saptaması gibi görünebilir, Kuban’ın yazısını okudukça derin bir soruşturma alanı açılıyor önümüzde. Bizim sorunumuz, papağanların çığrışmalarından alakarga seslerinin duyulamaz hale gelmesinden kaynaklanıyor. * Daha önce de yazmıştı Engin Ardıç, bugünkü yazısında tekrarlamış: “Enis Batur ‘ben Marksist değilim’ diye yazmıştı da, ufak çapta bir kıyamet kopmuştu... Şimdi marifet değildir ama, 1978 gibi bir yılda bunu söylemek müthiş bir yürek ve cesaret işiydi...” (Sabah, 11 Ağustos 2011). Sorun, bugün değişmiş sayılabilir mi? Benim konumum uzun boylu değişmedi zaman içinde: Batı Avrupa sosyalizmine, dolayısıyla bizdekine hiç benzemeyen bir sosyal demokrat yaklaşıma yatkındı düşüncelerim, şimdi de öyle. Türkiye’de, gönülden destekçisi olabileceğim bir siyasal oluşum gerçekleşmedi geçen otuz üç yıl içinde; bu, sonuç olarak, salyangoz satıcısı niteliğime uygun bir ‘soyutluk’a oturduğumu gösteriyor olabilir, bundan gocunmuyorum. Açmazımı böyle tanımladık diyelim, Türkiye’ninkine ne buyrulur? Günlük fikir dünyamızın gözde kavramları: Cuntacı, liboş, yandaş, jakoben, vatan haini, bölücü, satılmış olmadığında etiketlerle sınırlı: Liberal, muhafazakâr, devrimci, ulusalcı, milliyetçi, ayrılıkçı. Bir sürü kavanoz hazırlanmış, yapıştırılıyor ve bitiyor iş. Türkiye’nin dokunulmazları değişti topu topu, dokunulmazlığın kendisine olan mesafemiz aynı. Benim değer sistemimde, düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırı yok; oysa burada, düpedüz tek taraflı çalışmayı sürdürüyor o özgürlük, hiçbir şey değişmiyor kısacası. Eski kutsalların yerini hızla, aynı katılıkta, yeni kutsallarla doldurdular. Neyse adı koyalım, lütfen Demokrasi’den söz etmeyelim. ? TURHAN GÜNAY eposta: [email protected] [email protected] İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal/ Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya?Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1137 1 ARALIK 2011 ? SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle