08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cem Yılmaz Budan’la ‘Gidenlerin Ardından’ adlı romanını konuştuk ‘Tüm devrimciler yalnızdır’ Bu, yalnız bir devrimcinin öyküsüdür. Tüm devrimciler gibi... 19801989 hattında evriliyor... Darbe sırasında bildiri dağıtmaktan tutuklanan Kenan Terziyan adlı bir gencin yaşadıklarına ve fiziksel ve ruhsal örselerine odaklanırken, yaşama tutunma mücadelesine de tanıklık ediyor... Bireyin baskı altına alınması için uygun ortam koşullarının ustaca zuhur ettirildiği bir çağda bireyin toplum karşısındaki durumunu ele alan bir roman bu. Ne iyimser, ne de kötümser bir roman olarak evriliyor... Yani ne aydınlık ne karanlık! Bu bağlamda ezber bozan bir yanı var demek yanlış olmaz. Gidenlerin Ardından, Cem Yılmaz Budan’ın ilk romanı. Daha önce Oğuz Atay ve Jack London üzerine tez çalışmaları yapan Budan’ın, olay örgüsünün merkezinde yer almasa da devrime de birtakım göndermelerde bulunan yeni romanı da yolda. Budan’la Gidenlerin Ardından adlı ilk romanı hakkında söyleştik. ? Gamze AKDEMİR omanınızın hareket noktasını anlatır mısınız? Bir yakınımın yaşadıklarından yola çıkarak kaleme aldım. Romanın vaka zamanı 1989 yılına ait. Fakat 1980 yılına birçok göndermelerin bulunduğu bir roman oldu. Darbe sırasında bildiri dağıtmaktan gözaltına alınan birkaç gençten Kenan Terziyan adlı devrimci bir gencin cezaevinde yaşadıkları özgürlük, adalet, sosyal eşitlik gibi kavramların şahsında o yaşadığı travmatik süreci ele alıyor. Fakat bir tür yabancılaşma hikâyesi şeklinde gelişiyor ediyor. Evet, yaşadıklarının kendisinde kalan tortularında hayatının nasıl bir yola sevk olduğunu okuyoruz. Dokuz yıllık süreç içerisinde hayata bir şekilde asılmaya çalışıyor, bir şekilde intibak etmeye çalışıyor. Bunu kısmen başardığını düşündüğü bir dönemde bir kadınla tanışıyor. Olaylar ondan sonra farklı bir mecraya doğru gidiyor. Yani duygular da işin içine giriyor. Tabii. Bir kırılma noktası gibi oluyor o tanışma. Aşk ne bağlamda veya şiddette söz konusu romanda? Bir tür paylaşım olarak var. O anlamda çok da saf bir aşk. Her ikisinde de aşk üzerinden geçmişi sorgulamaları çerçevesinde, her ikisinin de birlikte ben olmaya çalıştıkları bir yapı içerisinde ele alınıyor. Aynı travmalardan kadın kahraman da payını almış. O hapse girmemiş, daha farklı bir öyküsü var. İlk olarak kadının baş kahramanın çalıştığı dergi binasına gelmesiyle tanışıyor. İkisinin arasında o aşkı sağlayan birtakım dengeler var, onlar devreye giriyorlar. Mesela baş kahraman Kenan Terziyan bir gün arkadaşıyla Tophane’de çay içerken bir Pieta heykeline rastlıyor. SAYFA 18 ? 1 ARALIK R 1955 olayına gönderme var bu noktada. Bu Pieta heykelinin menşeini araştırıyorlar, buraya nasıl gelmiştir falan diye. Daha sonra bunun bir Ortodoks aileye ait olduğunu öğreniyorlar ve söz konusu çay bahçesinin işletmecisiyle tanışıyorlar. İşletmecisiyle patronları arasındaki yakınlık işte hepsinin bir araya gelmesini sağlıyor, daha sonra birtakım tesadüflerle sürüyor olaylar. “BU, SIRADAN BİR DEVRİMCİNİN ÖYKÜSÜ” Roman kahramanı kaç yaşlarında? 2021 yaşlarında, Hukuk Fakültesi’nde henüz öğrenci olduğu bir dönemde gözaltına alınıyor. Aktif olarak anlatılan dönemi ise ağırlıklı olarak 30’lu yaşlarına tesadüf ediyor. 198089 arasındaki o dokuz yıllık süreç içinde cereyan ediyor roman. Hayatta istediğine ulaşabiliyor mu, iç huzurunu sağlayabiliyor mu devrimci? Sağladığını düşündüğü anda bir olay yaşıyor. O vakanın ertesinde aslında çok da iyimser bir son tecelli etmiyor. Nedir sözü, sloganı bu romanın? Tüm okumalarım sonunda edindiğim izlenim tüm devrimcilerin bir gün yalnız kalacağıdır. Ben o gözlüğün ardından bakıyorum ya da. Çünkü gerçekten nihayete erebilecek kadar yetkin bir süreç olmasını sağlayan şey halk desteği. Dolasıyla aydın her zaman yalnızdır. Romanda da yalnızlık olgusunu bu kadar vurgulamamın nedeni de bu. Benim karakterim şahsında tüm devrimciler yalnızdır. Benim referans aldığım karakter de bu böyleydi. Sıra dışı bir devrimci mi, sıradan bir devrimci mi? Çok sıradan bir devrimci çünkü aksi takdirde idealize edilen bir tip olarak karşımıza çıkardı, o da artık çok klasik ve inandırıcı olmazdı. Bu, sıradan bir devrimcinin öyküsü. 2011 Roman kişisinin Ermeni asıllı devrimci bir genç olması romanın tarih kurgusunda buna göre bazı değinmeleri getirdi mi? Birleştiği nokta; sadece objektif bir biçimde 67 Eylül olaylarına birtakım atıflar var. Sadece bir motif olarak yer alıyor, baskın olarak özne de değil. Bireye, topluma nasıl yaklaşıyor roman? Umutlu mu umutsuz mu, eleştirel mi? Bir tür çeşnisi aslında. Takdir edersiniz cezaevinden yeni çıkmış bir insanın sosyal hayata intibak süreci çok travmalarla dolu geçiyor. Fakat o süreç içerisinde hani Herbert Marquez’in bir sözü vardır işte “21. yüzyıl toplumun maddi ve manevi yeteneklerinin en üst noktaya vardığı bir yüzyıldır” diye. Dolayısıyla bireyin baskı altına alınması için uygun ortam koşullarının zuhur ettiği bir çağda bireyin toplum karşısındaki durumunu ele alan bir roman bu. ÖRSELİ RUHUN İÇSEL MOTİFLERİ! İnsanoğlunun zaaflarının yanı sıra gücünün de ortaya çıktığı bir roman... Kesinlikle sosyalleşme eğiliminin her birey için kaçınılmaz bir olgu olması vurgulanıyor bu bağlamda. Travmalar katman katman geliyor... İşte suçsuzluğunun daha sonra ispat edileceğini ortaya koyduğum çok yakın arkadaşlarından birinin idam edilmesinin ardından yaşadığı bunalım mesela... Bu noktayı devrimcinin örseli ruhuna bakış anlamında birtakım içsel motiflerle güçlendirmeye çalıştım. Öldükten sonra kendisinin vasiyetine uygunluk teşkil edecek şekilde mezar taşının üzerine bir posta kutusu inşa ediyor mesela. İçsel konuşmalarını, paylaşımını o posta kutusuna attığı mektuplar üzerinden sürdürüyor. Darbe döneminde çocuktunuz... Evet, 85 doğumluyum. Araştırmalarınızı, konuştuğunuz ve referans aldığınız kaynakları anlatır mısınız? Babam Mustafa Budan, müzik yapımcısı, aranjör ve aynı zamanda dönemin bütün külfetini yaşamış bir birey. Birebir maruz kalmış. Dolayısıyla bir bakıma onun anlattıklarıyla büyüdüm. Daha sonra yarattığım karaktere model teşkil ettiğinden söz ettiğim şahsı çok yakından tanıyorum. Onun anılarından kısmen faydalandım. Yanı sıra dönemin gazete arşivlerini inceledim; romanda da ona rastlayacak okur. Çok yalın yazmıyorsunuz? Yazmıyorum evet. Yapısalcılar gerçekliğe daha farklı bakıyor, modernite biraz daha zaman akışını öne koyuyor, zaman dizimsel yönteminin kırılmaması gerekliliğini önceleyen bir anlayış çerçevesinde bakıyorum. Ben daha ziyade bilinç akışının önemini önceliyorum. Gerçeklik bizim düşündüğümüz kadar olgusal mı yoksa kırılganlık içeriyor mu? Ben kırılganlık içerdiğine inanıyorum yoksa bir bütün halinde sadece geleceğe ya da kötüden iyiye doğru aktığını düşünmüyorum. Geri dönüşlerle, uzak bağdaşmalarla yaşanan bir süreç olduğunu düşünüyorum. Ve dürüstçesi bu benim biçemime yalın olarak etkimiyor, etkimedi. Son soru; diğer çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Daha önce tez çalışmalarım var Oğuz Atay ve Jack London üzerine. YÖK’ten neşredilen iki çalışma. Yeni bir roman tasarım var, olay örgüsünün merkezinde yer almasa da devrime de birtakım göndermelerde bulunan bir roman olacak. Daha bireyci bir yaklaşımla yazdığım bir roman. ? [email protected] Gidenlerin Ardından/ Cem Yılmaz Budan/ Epsilon Yayınevi/ 152 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1137
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle