Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OKURLARA Hatırası’ peşpeşe işlenen cinayetler çevresinde kurgulanmış. Ancak kitabı sıradan bir polisiye romandan ayıran birçok özellik var. Çeşitli kesimlerden İstanbulluyu bir araya getirerek içinde barındırdığı alt öykülerle zengin bir yapı sunuyor. Romanın bir başka önemli özelliği de, İstanbul hakkında son derece detaylı bilgi içermesi. Kurgunun içine yerleştirilen bu bilgiler hem okumayı daha meraklı hale getirmeyi amaçlıyor hem de tarih aracılığıyla günümüzün çok dışındaki öykülerin de kurguya yerleşmesine imkân tanıyor. Ümit’le usta işi romanı ‘İstanbul Hatırası’nı konuştuk. Cem Yayınevi, ününe ve tarihine yaraşır bir yayın olayına daha imza attı. Yayınevi Çehov, Kafka, Rilke’nin eserlerinden sonra dünya edebiyatının ölümsüz yazarlarından Jack London’ın toplu yapıtlarını da bir arada okura sundu. Dokuzu roman (Yanan Günışığı, Beyaz Diş, John Barleycorn, Uçurum İnsanları, Deniz Kurdu, Martin Eden, Demir Ökçe, Vahşetin Çağısı, Elsinore’da İsyan), beşi öykü (Yol, Atalarının Tanrısı, Kurdun Oğlu, Soğuğun Çocukları, İnsanın Sadakati), Âdem’den Önce romanıyla birlikte Balık Devriyesi Hikâyeleri ve Kızıl Veba romanına eklenen Güney Denizi Hikâyeleri ve yazılarından oluşan bir kitap (Devrim ve Diğer Yazılar) olarak ayrı çevirmenlerin Türkçesiyle ve Kadir Kıvılcımlı’nın notlarıyla 17 cilt olarak yayımlanan kitaplar tüm okurların çok hoşuna gidecek. Öner Yağcı, Jack London’ın yapıtlarına eğilen bir yazı ile yer alıyor sayfalarımızda. Bol kitaplı günler... Ahmet Ümit’in ‘İstanbul P Cemil Meriç’i 19781984 arası okudum. O tarihlerden sonra, Jurnal’in iki cildi dışında dönmemiştim Meriç’e; dahası, kitaplar ilk kütüphanemde kaldığı için, elimin altında değildi. Geçen hafta, eksiklerimi gidermeye kitapçılara gittiğimde, yeni basımları alıp getirdim eve, ön yoklamalar sırasında dehşete düştüm: ervasız Pertavsız ENİS BATUR Çok kritik bir kritik yayın “Bütün Eserleri”, Mahmut Ali Meriç hazırlamış yayına. Biraz tanırım onu da Ümit’i de; ikisi de bende iyi izlenim bırakmış insanlar. Gelgelelim, bana kalırsa vahim bir tablo çıkmış ortaya. Kimsenin, bir yerlerde, diklendiğine tanık olmadım; belki olmuştur karşı çıkanlar, gözümden kaçmıştır. Mahmut Ali Meriç’in yaklaşımını, uyguladığı ‘eleştirel basım’ yöntemini kabul edilemez bulmanın ötesinde, skandal boyutlarında gördüğümü hemen belirtmek isterim. Kırk Ambar’a yazdığı önsöz, oğlun babanın yapıtlarına “müdahale”sinin çizmeyi aşan özellikler taşıdığının açık ifadelerini taşıyor. Birlikte yaşamış, birlikte çalışmış olabilirler sık sık, ya da zaman zaman; bu durum, oğlun metinlere bence ‘saldırı’ niteliği taşıyan işlemler uygulamasına dünyada izin vermez, bizde vermiş yayıncının ‘suç’u paylaştığı düşüncesindeyim. Kırk Ambar önsözü, oğlun kitapların içdüzenini “yeniden yapılandırmak”la yetinmediğini, yazıların ve parçaların yerini değiştirmekten “aydınlatma”ya, en korkuncu, yazarın ölümünü izleyen döneme ilişkin “güncellemeler” yapmaya dek gittiğini açığa çıkarıyor. Mahmut Ali Meriç’in “katkı”ları, Cemil Meriç’in yapıtının özgün halini çarpıtacak ölçüde aşırılaşmış dayanamayıp belirtmiş zaten: “Yapmış olduğumuz bu yeniden yapılandırma, gözden geçirme ve güncelleme çalışmalarıyla ilgili tam bir bilgi sahibi olmak isteyen okuyucunun, her yazının eski haliyle yeni halini karşılaştırması gerekeceği ortadadır”. Daha ne söylenebilir?! Mahmut Ali Meriç, “Fransızcada “édition refondue, revue et corrigée, annotée” gibi ifade edilen bu uygulama”dan söz ediyor önsözde ya açık söylemek gerekirse, şu yaşa gelesiye böylesiyle hiç karşılaşmadım; Nietzsche’nin kız kardeşiyle kayın biraderinin ünlü, ideolojik gerekçeli, çarpıtmaları sayılmazsa. Oğlun iyi niyetinden şüphem yok, gelgelelim maksadını haydi haydi aşan bir cilalama çalışması, yapılmasa çok daha yerinde olur dediğimiz bir restorasyon uygulaması buradaki. Mahmut Ali Meriç mimardır, ne dediğimi anlayacaktır. Bir yapıtın, yazarının ölümü sonrası gerçekleştirilen “gözden geçirilmiş, düzeltilmiş, notlanmış” basımlarında uygulanan tekniklerin kuralları vardır ve o kuralları oluşturan sınırlar söz konusudur. Cemil Meriç’in “Bütün Eserleri” için titizlik gösterilmesi başka bir şey, burada olduğu gibi, yapıtı özgün halinden uzaklaştıran aşırı katkılarda bulunmak bambaşka şeydir. Kendi payıma, ikinci el kitapçılardan Cemil Meriç’in sağlığında yayımlanan “özgün versiyon”ları edinmek zorunda olduğumu görüyorum. Karşı çıkışımı haklı ya da haksız bulanlar olacaktır. Ne olursa olsun, ciddi biçimde tartışılması gereken bir durum var önümüzde. Yapıt, bu tekniklerle rötuşlanabilir mi? İlk versiyonla son versiyonu yan yana getirmek, Mahmut Ali Meriç’in önsözünü araya sokmak bana zorunlu görünüyor. Kimin kitabını, metnini okuduğumuzu bilmeliyiz. BEYAZ KURDELE Michael Haneke’nin Beyaz Kurdele’si, bir kez daha insana içkin şiddet gizilgücü kuşatan, onu doğrudan gösteren filmlere oranla kaynaklarına indiği için etkileyiciliği ağır basan bir yapım. Sert bir konu, sert bir dille göğüsleniyor. 1913’te, Almanya’da geçiyor olaylar, çekimleri siyahbeyaz gerçekleştirmeyi yeğlemiş, bana kalırsa doğrusunu yapmış. Toprak ağası bir baron hükmediyor kasabaya. Papaz ve ailesi, hekim ve ailesi, kahyâ ve ailesi, bir köylü ailesi, genç köy öğretmeni ve diğerleri: Kalabalık bir oyuncu kadrosu. Peş peşe gelen üç taciz olayının süreğinde gelişiyor film, faili meçhul’e odaklanıyor. Fotofinişte, 1914 28 Haziran’ı bekliyor. Hiçbir şey görünüşte aydınlığa çıkmıyor, her şeyi bir bakıma görüyoruz. Beyaz Kurdele’nin son çeyreğinde (2 saat 25 dakika) kavrıyor izleyici: Filmin başrolünü geniş çocuk kadrosu taşıyor. Dayanışmalı sessizliklerini çözemiyor büyükler. Doğdukları andan başlayarak onlara uyguladıkları şiddetin yanıtlandığını anlamazdan gelmek zorunda kalıyorlar. Haneke, 1913 yılını ücra bir Alman kasabasının içinden katederken, iki dünya savaşını da bu konuda tek kelime söylemeden gerekçelendiriyor: Çocuklar, kendilerini sarmalayan yakın çevre koşullarından, evde ve okulda onları biçimlendirdikleri talim ve terbiyeden hızını alarak geleceklerine hazırlanıyor. O dinsel, toplumsal, ekonomik tellerin ördüğü kafesten çıkanlar 1930’ların “yeni değer” dizgesini benimsemek durumundalar. Haneke, XIX. yüzyıl sonu – XX. yüzyıl başı gerçekçi edebiyat ve sanat anlayışının estetiğine sokulan, kesinlikle bugünün estetik zihniyetinden uzak durmayan bir anlatım biçimi kotarmış Beyaz Kurdele’de. Dışavurumcu Alman sinemasına göndermesini yapıyor siyahbeyazın ışık dilinde, ama onun bir pastişine girişme kolaycılığına düşmüyor. Her sahnede tekrarlanan büyük bir pentür tadı var. Filmografi’sindeki tutarlılık, inşasını adım adım tamamlamaya yöneldiği dünyasını biçimlendiren bakış açısıyla tam bir “auteur” Haneke. Geniş hikâyesini kendisinden neredeyse hiç sözetmeden kurmasını seviyor, beğeniyorum. Alman sinemasına bir parça haksızlık edildiği kanısındayım. Murnau ya da Lang, dışavurumculara hakları iyikötü teslim edilmiştir. Sonra, savaşın yol açtığı yıkım. Kluge gibi güçlü bir sinemacı da Schamoni ve arkadaşları da düpedüz ıskalandı. 1970 sonrasının ustalarıyla başladı taçlandırma, uluslararası düzleme çıkabildikleri için. Haneke’nin şansını da aynı ölçülendirme belirledi. Arkada kimbilir kimler, hangi yapıtlar bırakılıyor. Tecim gerçekliği, sinematografik yaratıcılığın baş düşmanı. ? Mahmut Ali Meriç’in “katkı”ları, Cemil Meriç’in yapıtının özgün halini çarpıtacak ölçüde aşırılaşmış. TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr Michael Haneke İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0(212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Reklam Müdürü: Eylem Çevik?Tel: 0 (212) 25198 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1065 SAYFA 3