22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Zeynep Avcı ile 'Suskun Güneş' üzerine ‘Türkçe yaşam nedenlerimin başında...’ Zeynep Avcı edebiyatın içinde bir gazeteci. Oyun yazarlığı, çevirmenlik ve senaryo yazarlığı, Avcı'nın yaşam alanının önemli parçaları. İlk öykü kitabını 1983 yılında yayımlayan ve şimdilerde Bodrum'da yaşayan Avcı ile yeni öykü kitabı 'Suskun Güneş'i konuştuk. nasıl geliştiğini tarafsız biri değerlendirse besbelli daha iyi olacak. Tiyatro çevirileri (genelde çeviriler) sözcük dağarcığı, cümle kurma becerisi gibi birçok alanda olağanüstü katkılar yapıyor. Dahası, kimi gerçek, kimi kurgusal, birçok önemli kişiyle tanıştırıyor insanı. Öte yandan başka bir konuya değinmeden geçemeyeceğim. Bizim kuşak ustaçırak ilişkisine önem verirdi. Bir başka deyişle "ben" olabilmek için "öteki"ne ihtiyacımız olduğunu, yardıma koşacak bir ya da daha çok önemli "öteki"nin mutlaka bulunacağını bilirdik. Onu arar, bulur, kendimizi geliştirmek için eteklerine sığınırdık. Benim çok önemli ustalarım oldu. Kimi zaman ben onları arayıp buldum, kimi zaman onlar bana yaklaştı. Lisedeki hocalarımdan başlayarak gazetecilik yıllarımda, sonraki yıllarda çok değerli insanlardan ışık aldım. Bu açıdan da son derece şanslı olduğuma inanıyorum. öldü. Burada fazlaca anı biriktirmiş olmadığımdan değişim rüzgârları henüz kasırga etkisi yapmıyor bende. Bodrum'da ölçek küçülttüm, doğayla yeniden buluştum, cehennemi denebilecek iki ay, yani temmuz ve ağustos, sayılmazsa sükunetin tadına yeniden vardım. O sükunet içinde yaşamak, kendini biraz daha masum hissedebilmek, toprakla temas halinde olabilmek, odun dumanı kokan sokaklarda yürüyebilmek, kendi kentim İstanbul'da bir akşam yemeği süresince (rahmetli ustam Ecvet Güresin'in deyimiyle "kapı arkasında hizmetçi sıkıştırır gibi") zar zor görüşebildiğim dostlarımla rahat rahat, saatlerce sohbet edecek vakit bulabilmek, tanımadığım birine "merhaba" dediğimde karşılığında sıcak bir gülümsemeyle karşılaşabilmek, mahallenin postacısının adımı bildiğinden emin olmak, bakkalın kapısından girer ? Bülent USTA Y eni öykü kitabınız "Suskun Güneş" Sel Yayınları tarafından yayımlandı. Kitaba dair sorulara geçmeden evvel, sizin tiyatro yazarlığınız ve çevirmenliğiniz, gazeteciliğiniz, senaryo yazarlığınız ve 1983 yılında yayımlanan ilk öykü kitabınızla başlayan öykücülük geçmişinize dair birkaç soru sormak isterim. Öykünün diğer türler gibi sadece kendisinden beslenemeyeceğine, pek çok sanat dalıyla açık ya da örtülü bir ilişki içinde olduğuna inananlardanım. Tiyatro, sinema ve gazetecilik geçmişiniz öykü dünyanızı hangi yönlerden besledi daha çok? Ya da tam tersi, öykücülüğünüz, diğer ilgi alanlarınızı nasıl etkiledi? İlk öykü kitabınızın yayımlandığı zamandan bu yana, öykücülüğünüzün izlediği seyir konusunda bize neler söyleyebilirsiniz? Öykücülük, daha doğrusu yazma uğraşının birçok besin kaynağı olmalı. (Bütün besinlere karşın insan yazmak istiyor da bir türlü yazamıyorsa belki de yaşamıyordur.) Yazı işi özetle iç dünya + dış dünya + (acı/tatlı) deneyimler ile besleniyor galiba. Dediğiniz doğru: Yazma uğraşının, dolayısıyla öykünün öteki sanat, özellikle yazın türleriyle ilişkisi de çok. Benim yazma uğraşım gazetecilikle sahneye çıktı. Şanslı bir başlangıçtı. Çok genç olmama karşın o günlerin Cumhuriyet gazetesinin zengin ve usta kadrosuyla çalışmaya başladım. Lise yıllarında baş veren yazma hevesim gazetecilikte kendine keyifle yerleşebileceği bir yatak buldu. Gündelik gazetelerde çalışmayı bırakıp daha çok sanat ve edebiyat ağırlıklı yayınlarda kendime bir yer aramaya başladığımda gazeteciliğin bir çırpıda yazı yazmayı gerektiren özellikleri yerini yavaş yavaş yazınsal formasyon edinme çabalarına bıraktı. Öykü yazma alışkanlığı yalnızca ilgi alanlarımı değil, tüm yaşamımı etkiledi. Çevreye bakışımı değiştirdi. Sözlü anlatımımı bile değiştirdi. Öyle ki, kimi zaman beni iyi tanıyanlar bir şey anlatırken "Yazıyorsun yine" diyerek takılır oldular. İlk kitabım çıktığı sıradaki halimden bu yana ne kadar değiştiysem, öykülerim de o kitabımdan bu yana o denli büyük değişiklikler göstermişler. Temelde ortak noktaları var, ama yakından bakıldığında başka kişiler tarafından yazılmış gibi geliyorlar bana. O yüzden öykücülüğümün BODRUM’DAN ÖYKÜLER Suskun Güneş, Bodrum'dan Öyküler alt başlığıyla yayımlandı. Bodrum, edebiyatımızda oldukça yer etmiş 'kasaba'larımızda birisi. Belki de çok sayıda edebiyatçımızın uğrak yeri olması, hatta Halikarnas Balıkçısı gibi Bodrum'la özdeşleşmiş yazarlarımızın olması, Bodrum'a böyle bir yer verdi edebiyatımızda. Ama siz, Bodrum'un o ışıltılı dünyasının arkasındaki dünyaya ışık tutmuşsunuz öykülerinizde. Karakterlerinizi ve anlatacağınız hikâyelerinizi seçerken, nelere dikkat edersiniz? Onların sürgünlüğüyle sizin sürgünlüğünüz arasındaki paralellikler ve farklılıklar nelerdir? Öykü yazmak benim için bir düşünce, planlama, dikkat etme, seçme meselesi hiç olmadı. Esin Zeynep Avcı perilerinin çevremde uçuşup durduğunu ileri sürecek değilim; ama öykülerin iplerinin elimde olmadığını ken istediğim gazeteyi tezgâhta görmek... söylemem belki durumu açıklar. ÖyküleVe bunlar gibi bir sürü olanak tanıdı bare karakter seçmem mümkün değil. Ne na Bodrum. İnsan olduğum için sevindiranlatacağımı da genellikle bilmem. Kabadi, mutlu etti beni. Daha ne yapsın? Şimca bir fikrim vardır yalnızca. Hep birbiridi düşünüyorum da, galiba bana bu duyni kovalayan cümleler sonucu çıka gelir, guları yaşatan insanları seçmişim anlatbiter öykü. Ben de bitmiş halinin karşısımak için. na geçip onu anlamaya çalışırım. GenelBodrum'a taşra demek belki bir süre likle bitmiş öykünün üstünde çalışırım. önce mümkündü (bence hiç fena sayılİçimdeki resme yeterince uymuyorsa, üsmazdı o hali), ama artık söz konusu değil tünden birkaç kez geçmek için. Demek sanırım. Büyük kentlerin sayfiyesi de sabir şeyler etkiliyor beni, kapıyı çalıyor, yılmaz. Eski, küçük balıkçı köyü Bodben de açıp onları içeri alıyorum, sonra rum'da edinilmiş anılar yüreğinizi yaksa başkalarına tanıtma gereksinimi duyuyobile, buraya küçük, şirin, oldukça düzenli rum; o zaman öykü oluyorlar. bir sistemi olan bir kıyı kenti gözüyle baTürkiye'deki toplumsal (ve her türlü) kınca rahatlayabilirsiniz. Benim için Boddeğişimi her yer gibi Bodrum'da da izlerum böyle. Ama herkese göre bir Bodmek mümkün elbette. Geleli on iki yıl rum var. Kim bilir kaç Bodrum var? oluyor, durdurak bilmeden bir şaşkınlık Suskun Güneş'i elime alır almaz bir sotan ötekine savrulup duruyorum. Benim lukta okuduğumu söylemeliyim. İnanılgibi değişikliğe bayılan biri için bile Türmaz akıcı, şeker gibi bir dili var. Fazladan kiye'nin değişimini izlemek sersemletici sözcüklere öykülerinizde hiç yer vermemişdoğrusu. Aynı süreci İstanbul'da da yaşasiniz. Her şey yerli yerinde. Diyaloglar, mıştım; ama orada birikmiş tüm anılarım belki tiyatro yazarlığınızın bir katkısı olateker teker katlediliyordu, sonunda çoğu rak oldukça başarılı. Üstelik zaman zaman "...güneş aylardan Kasım olduğunu unutup azgın bir sırıtışla üstümüze saldırdı..." gibi şiirsel, imgesel anlatım örnekleriyle de karşılaşıyoruz. Suskun Güneş, diğer öykü kitaplarınızın arasında nasıl bir yere sahip? Onu sizin ve okur için sürprizli yapan şey nedir? Öykü dili, yazılan konuya, mekâna, kişiye göre şekil alan bir şey midir, yoksa tamamen yazarın tercihlerine göre mi ortaya çıkar sizce? Önceki öykü kitaplarım ile Suskun Güneş'i karşılaştırdığımda sadeleşme çabalarımın biraz olsun meyve verdiğini görüyorum. Yine de, bu değerlendirmeyi keşke tarafsız biri yapsa... İnsan kendi derisinden sıyrılıp yapyabancı biri olarak bakamıyor ki öykülerine. Öyküleri insanlar yapıyor. Kim yazarsa yazsın, ister doğrudan tanıdığı bir insanı anlatsın, isterse de gözlemlediği birinden kurmaca bir kişi yaratsın, öykülerdeki insanların ortaya çıkan yapıta katkıları çok büyük diye düşünüyorum. Bu yüzden de öykülerin dili değil belki, ama akışı, sesi, duygusu mutlaka Bodrum'dan, Bodrum'daki insanlardan etkilenmiştir. Sibirya soğuktur, Bodrum ise sıcak... Aradaki farkın en azından hararet açısından öyküye yansıyacağına inanıyorum. Yazar isterse zamandan da mekândan da kopabilir, tümüyle bağımsız davranabilir. Yapıtlarının çevreyle etkileşimi yazarın yapısına bağlı bence. Bense böyle yapabildiğimi sanmıyorum. Galiba gazeteciliğin bıraktığı izlerden biri bu. Gözleme dayanan anlatı daha içten geliyor bana. Belki de mekândan, zamandan bağımsız davranıp her şeyi uyduracak denli geniş bir hayal gücüm yoktur. Dile gelince... Elimden geldiğince özen gösterdiğim Türkçe yaşam nedenlerimin başında gelir. Dil benim için insanı insan yapan en önemli araç oldu hep. Yalnızca Türkçe'ye değil, tüm diğer dillere karşı aynı duyguları taşırım. Bu yüzden de dilimi temiz, yalın, zengin ve yeterli hale getirmek çabalarım elim ayağım tutmayana dek bitmeyecek. Öykülerdeki birçok şey başkalarına ait olabilir, ama dil konusunda kıskançlık edebilirim: O benim! Suskun Güneş'teki öyküleri on yıl önce yazmaya başladım. Yine Bodrum'da yaşıyordum. Demek ki bendeki değişikliklere karşı duracak kadar güçlü bir etkisi olmuş Bodrum'daki yaşamın. ‘KIŞ GECESİ’ "Kış Gecesi" adlı öykünüzde de olduğu gibi, huzur ve korku gibi zıtlıklar öykülerinizin tümünde açık ya da gizli hep var. Bir şeyi sadece tek bir yönüyle göstermeyi sevmiyorsunuz. Zıtlıkları bir arada ele almak (oyunlarınızda da olduğu gibi) sizce neden gerekli? Edebiyatın modern yaşamda yeri sizce nedir ve ne olmalıdır? Didaktik olmayı sevmiyorsunuz ama, alttan alta bir şeyleri göstermeyi istediğiniz de ortada. Felsefe bilseydim size bu konuda ustalıklı bir yanıt verebilirdim. Yalnızca "zıtlıkların olmadığı bir dünyada yaşamak mümkün mü" diye sorabilirim. En klasik çelişkimiz, doğum ile ölüm arasınKİTAP SAYI ? SAYFA 32 CUMHURİYET 901
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle