16 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

0 KU RL A R A TÜYAP ve hmir Büyükşehir Belediyesi'nin ijbirliği ile düzenlenen 6. TÜYAP hmir Kitap Fuarı, 7 Nisan 2001 Cumartesi günü saat 11.00'de îztnir Fuar Alam'nda Izmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Priştina tarafından açtlıyor. 19. htanbul Kitap Fu arinın "Onur Yazan" Sükran Kurdakul ve 18. htanbul Kitap Fuan'nın "Onur Yazan" Prof. Dr. Server Tanilli'nin de kattlacaiı 6. TÜYAP tzmir Kitap Fuan'nm teması "Kültürler Kapısı hmir'' olarak belirlendi. htnir'in kiiltür ve tarihinin de konu edildip çeşitli konferam, panelve söyleşilere yaklaşık 180 yazar, sanatçı, bilim adamı, gazeteci ve politikacı konuşmacı olarak katılıyur. Fuara katılan konuşmacılartn arasında Vaterio ManfrediMassimo (ttalya) ve Tank Ali (İngiltere) de yer alıyor. Fuara kattlan yaklapk 130 yaymevi ve sivil toplutn kuruluşunun standlannda yüzlerce yazar okurîartyla buluşup kitap imzalayacak. Fuartn açılış günü olan 7 Nisan 2001 Cumartesi günü edebiyata katkılartndan dolayı Saym Mehmet H. Doğan'a TÜYAP, îzmir Büyükşehir Belediye Başkanhg'ı, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Akdeniz Şairleri Derneği tarafından sükran plaketleri verilecek. Fuar kapsammda Semih Poroy'un çizitnlerinden oluşan "Gülümsemeler" adlı karikatür sergisi yer alıyor Bu yıl ayrıca çocuk kitaplan yazan Aytül .Akal'ın kaleme aldıh "Çocuklarda Umut Var" adlı oyun, Başart llkölretim Okulu Anasmtft ögrencileri tarafından sahnelenecek. Ege Bölgesi'ndeki kitap okurlannı bol kitaplı hir fuar bekliyor. Golaesi Gıız enç hikâyecilerin, genç romancıların yazdıklarını izlemeye çalışıyorum, gene de adını hu duymadığım yazarlar çıkıyor karşıma Adlarını bildiğim hikâyecilerin, ro mancıların çoğunun yazdıklarınn "okunmasa da olur" izlenimini bırak maları elbette üzücü ama bir de adını hiç duymadığım bir yazarın alabildiğine ilginç. alabüdiğine kendine özgü bir şeyler yazdığını görmek var ya, galiba elestirmenleri mııtlu edenler işte bu yazarlar... Pek ustalaşmış olmayabilirler, ama başka yazarların görmediklerini görmeleri benim ilgimi çekmelerine yetiyor. îşte size bir hikâyeden parçalar: "...Akşam saatlerinde, çocuklar başlarının üzerinde tepsilerle fırından dönerlerken Fırat kor olur akardı. Her hali başkaydı. Tutkundular ona. Bakışına, gülüşüne, o salınarak gidisine. Onunla yatar, onunla kalkarlardı. Onuunaz acılarda bile tek siğınaklarıydı. Korkarlardı, kızacak, köpürecek diye. Kara sevdalıları, acılı anaları alacak diye. Sevindi mi çiçeklenir, mis kokarlardı köyce. Selamları başka türlü olurdu, sohbetleri, düşleri başka.* (s. 92) "... Yıllar önce alınmıştı kararlar, hazırlanmıştı projeler. Hesaplar, kitaplar, onaylar... Su basmayacaktı köyleri, sözüm ona. Sonra 'yanlışlık' dediler. 'Kotlarda yanlışlık olmuş... Su basacak bir kısmını... Sadece bir kısmını! Sadece!.." "Hesaplayamadılar, onca yaşamın kaybının bedelini. Bilemediler fıstık ağacının yirmi yıldan sonra üriin verdiğini, suyu hiç mi hiç sevmediğini. Ve onlardaki emeği... Bahçelerin, Fırat'ln önemini..." "...Çıktılar bütün köy halkı, gözleri yaşamlarına, emeklerine takıb. Vardılar, o çorak arazideki beton evkre." "Savruldu köy halkı, harmandaki samanlar gibi. Gençler uzaklara, büyük kentlere yollandı, ağıtlarla. Yaşlılar ölüme davetiye çıkardılar, 'Biz artık gidek' diye..." Sait Faik'i anımsayarak, "zehir yeşili" bir hikâye diyeceğim. Hikâyenin adiı, "Onlar için de dikmişti". Hikâyecinin adı, ilk defa bu kitapla tanıdığım, Leyla Ruhan Okyay, "yaşamıan suya verilenler"i gören Leyla Ruhan Okyay, yazan Leyla Ruhan Okyay. Daha önce bu gerçekleri yazmış bir hikâyecimiz var mıydı? Ben hatırlamıyorum. "Onun, yalnızca Eleni için çarpan bir yüreği vardı" adlı hikâye de keyifle okunanbir hikâye. Leyla Ruhan Okyay, ilginç ayrıntılar yakalamış: "Temiz giyimli, orta yaşh adam yanımda yürümemeye çalışarak nızlı adınılarla önden gidiyor. (s .46) "Yanni, giysilerinde koyu renkleri yeğler, yalnızca pazar günleri klliseye giderken beyaz renk gömlek giyer, en üstteki düğrneyi de mutlaka iliklerdi. Boynu.yakasınıniçindebüzüşsede..." (s. 48) (Bir sayfa sonra rezalet bir cümle: "Biz coşku içinde konuşurken yüreklerimiz birbirine gülümserdi. Ah bu "süslü yazma" merakı! "Süslü dil"in''yazınsal" dilolmadığını bakalım daha kaç defa tckrarlayacağım!) Anlatıcı, bir tren yolculuğuyla kasabaya ulaşıyor: "...Tek tük lcalmış ahşap evlerin arasında kıvnlan yokuşu çıkıyor, yolun bitimindeki küçük alanda, görkemli tas bina ile karşılaşıyorum. Iki yanında yükselen kare kesidi çan kuleleri, taş oymalı, kemerli kapıları ve yapıyı kucaklayan çatısı beni büyülüyor. Yüzünde yaşadığı yilların izlerini taşıyan, ama hâlâ güzel, etkileyici ("Etkileyici"den önce bir "hâlâ" eklenseydi daha iyi G Leyla Ruhan Okyay nım, bir bayan arkadaşını da getirmişti. O bayan, kendili&inden ortaya çılctı, önce Sait Faik hakkınua bir şeyler sövledi, sonra dakikalarca kendini övdü! Çıldırmak işten degildi! Sandalyeler pek sıkışık olduğu için salondan da çıkamıyordum... Okyay'ın tiyatroya gittiği gün benim gittiğim güne denk geliyor mu, bılmiyorum.) Neyse, bunları geçelim, ama Okyay'ın "Mor Martı"da yazdıklan beni dü^ lurıklığına uğrattı. Hele yazısının sonu: "Çok yaşa be Sait Usta, çok yaşa sen emi... Mor bir martı gibi de olsa..." Pes! "Çocuksu"luğu da aşan bir yazı! Okyay'ın, zaman zaman, "süslü edebiyat" hevesi kabarıyor. Birkaç örnek: "Her zaman merak ettiği yüksek duvarların arkasındaki dünyada zamanı durdurdu." (s. 31) "Gözlerini ona değdirmemeye çalışarak saygıyla uzattı ayranı. (s. 22) "Ayşegül, birdenbire kuru dallarından, gövdesinden bile çiçek hşkıran erguvan ağacına döndü, renklendi." (s. 57) Leyla Ruhan Okyay, öyle sanıyorum, yazdığı ner hikâyeyi yayımlıyor; yazdığı bir hi kâyeyi beğenmeyerek yırtıp attığını sanmıyorum. Oysa, yeni bir yazann yapacağı ilk şey, biraz kuşkulu olduğu bir hikâyeyi yırtıp atmak, yeniden başlamaktır. Bunu yapa bilen bir hikâyecinin yolu açıktır hikâyeyi sürdürmek istiyorsa. olmaz mıydı?) yaşh bir kadın gibi karşımda oturuyor." (...) "Dünün görkemlikilisesi, giriş kapısının iki yanındaki duvarlarına vapıştınlmış afişleriyle, bugün porno filmler oynatan bir sinema olmuş..." (s. 44) Bu uzun adlı hikâye Yanni'sıyle, kilisesiyle, sıvaları dökülünce ya bir çocuk gözü, ya bir el çıkan duvarlanyla, hikâyenin bütününe sinmiş hüznüyle kitabın iyi bir iki hikâyesinden biri. "Düş", "Kekova'dayım... Mavi ve yeşilin oynaştığı sulann altında yatan antik kentin üzerinae yüzüyorum. Uygarlıkların karanlıklannda kalmış büyülü kent üzerinde... Bulunduğum yerden, Kale koyünün kıyısından yan beline kadar denize girmiş Likya mezarını görüyorum..." (Birden Kekova'yı özlüyonım. Kaç yıl oldıı oralara gitmeyeli... En az 25 yıl... Kıral Nalbantoğlu nun teknesiyle... Balığın sebil olduğu, ralunın su gibi içüdiöi yıllar...) "Dü^", güzel bir hikâye. 'Mor Martı", tam bir düs kırıklığı... Okullardaki "kompozisyon" öaevleri gibi... Hele sonu:" 'Her sey bir insanı sevmekle başlar' diyen sen. Bize insanları sevmeyi, bakmayı, tanımayı öğrettin." Okyay'ın Sait Faik defierlendirmesi bu kadar! Bir de Sait Faik'in büstü faslı var. " 'Meraklısı için Öyle Bir Hikâye' adlı oyuna ani bir kararla işten çıkıp gidişimi ve en ön sırada tek kişilik yer bulduğumda yaşadığım mutluluğu. Yine, öykülerin ve seninle geçen sürenin sonunda yapilan çekilişte büstünün benim bilet numarama çıktığında duyduğum sevinci..." ("Meraklısı lcin Öyle Bir Hikâye"ye ben de gitmiştim. Bir iki arkadaş, bir de ben Sait Faik hakkında kısa konuşmalar yapmıştık. îzleyiciler arasında Burgaz Adası'nda Sait Faik için yapılan toplantuan düzenleyen Perihan Ergun Hanım da vardı. Perihan Ha Vera'nın ölümü Vera daöldü... 1972'de, çağrılı olarak, Moskova'yı gitmiştim. Bir"lcültür kongresi" için çağrılmıştık. "Çağnlmıştık" diyorum, çünkü Denimle birfikte Yusuf Ziya Bahadınlı da Moskova'ya gelmişti; Ataol Behramoğlu, Paris'ten katılmıştı. Moskova'ya gittikten birkaç gün sonra "Vera ile konuşalım" dendi. Kim önerdi bunu, hatırlamıyorum. Sonra Vera'dan randevu alındı. Bütün Türklerin çevirmeni biz üçümüz,... Ekber Babayev var mıydı? Hatırlamıyorum. "Vera'ya çiçeksiz gidilmez." dedim. Meöer "çiçek karaborsası" bizim Azerî Türklerinin tekelindeymiş. Azerîler bizim Türk olduğumuzu duyunca çok sevindiler, "Keş,ke biz de Türkiye'de olsak!" gibi sözler ettiler (Bu sözleri laf olsun diye söylediklerini sanmıştım ama sonralan doğruluğu ortaya çıktı!), ısrarlanma karşın benden para almadılar. Vera, o tekdüze anlatımıyla anlatmaya başladı. Bir kitabı defalarca okumuş biri gibi anlatıyordu anılannı... Başlangıçta yadırgadığımı itiraf etmeliyim. Ama sonradan düşündukçe Vera'ya hak verdim: Birçok Türk ziyaret ediyordu Vera'yı ve Vera kaçındmaz olarak hep aynı şeyleri anlatıyordu... Başka türlü olabüir miyui? Konuşmadan sonra Nâzım'ın çalışrna odasına geçmiştik. Küçük bir odaydı. Du varda bir îstanbul panoraması vardı. Nâzım Çin'den alıp getirmiş. O panoramaya ba karken Nâzım'ın o bitmez tükenmez Istanbul hasretini anladım. Sonra Yusuf Ziya Bahadınlı ile nehir boyunca, alacakaranlıkta, pek dc konuşmadan yürüdük. • .. ' TURHAN GÜNAY TAP Imtlyaz Sahibl: çaQ Pazarlama Gazeto Dergl Kitap Basın ve Yayın A.$. Adına Berin Nadl o Yayın oanışmani: Turtian Cünay o Sorumlu Müdür. Flkretllklz OCÖrsel Yönetmen: Dilek llkoruro Baski: Caâdas Matbaacılık Ltd.SO.öldareMerkezl: TürkocaOı Cad. No: 5941 Cağatoğlu. 34 334 Istanbul Tel: (212) 512 05 050 Reklam: Medya C CUMHURİYET KİTAP SAYI 581 SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle