Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
nın son tümceleri: "Beninı yaşama nedenim, estetik, incelik, duygıı, özgürlük, adalet ve sevgi gibi sütunlara yaslanıyor. Bir insanın sütunlannı sevmek, ya da onıı sütunları nedeniyle sevmek ilkdi ve doğru sevnıektir. Sütunlar ki yalnız taşımazlar haz da verir söz de söylerler" (s. 26). Sururi Baykal'ın "Bu îlk El Hayat Sayılmaz" adlı deneıne kitabını kuşbakışı gezdik. Baykal'ın kimi görüşlerinden alıntılar yaptık. S. Baykalhukukçu, roman yazan, şair, eski rnilletvekili vs... Bence en önemlisi, o, şiiri bizzat davranışlarıyla yazan bir insan... "En büyük şiir, davranışlarla yazdır. (...) Elmanın küçüğünü almada, büyüğünü başkasına bırakrnada davrannıış şiir vardır" (s. 5) diyor. "Bu îlk El Hayat Sayılmaz"ı okumaııyız. Hayatın çeşitli alanlarını kapsayan konulara, edebiyata, şiire, bir de "ben içimi arıtmaktan, güzelleştirmekten; onunla sırdaş ve hemhal olmaktan sorumluyum" diyebilen hukukçu bir şairin penceresinden bakmak, bizi varsıllaştıracaktır. Baykal, bizi deneme kitabında da yer yer şiire götürüyor. Dedim ya o, davranışlarıyla şiir yazan bir insan...» * Bu Îlk El Hayat Sayılmaz/ Sururt Baykal/Stockholm Yartrt Yayınlanı'liaziran 2000. KuşBoram HAYRİ KAKO YETİK aşananlan d:t gö z 1e m 1c nenleri de yazmayı, aydınca bir sorumluluk, bir görev saydığim için, Antalya kıyılarında ve Ege ovalarında doğudan,güneydo ğudan göçüp gelmiş kimisi göçer, kimisi göçmen, kimisi mülteci, kimisi göçmen tanm işçilerini tarlada, jşçi pazannda gördükçe usuma Gazap Üzümleri gelirdi; gördüğüm işçilerin topraklarından zorla koparıldıklannı, sürülmüş olduklarını düşünürdüm. Yine de böyle sayılır; çiinkü üklahoma ovalarından Kaliforniya'ya göçensürülen köylüler Kaliforniya'nın cazibesine kapdmış olsalar da topraklarından kolay koptuklan anlatılmaz Gazap Üzümleri'nde. Büyük şirketlerin oyununa getirilen köylülerin topraklan yok pahasına satın alınır. Türkiye'de durunı Dİrebir aynı olmamakla birlikte pek çok benzerlikler görülebilir. Üncelikle ABD sömürgeden sömürgeciliğe ve emperyalizmc geçmiş bir devlet, Türkiye kendine özgü sömürgeci bir devletten doğmuştu; ama kapitalist kalkınma yolunu seçmiş olsa bile 'küçük Amerika' olmayı amaçlamıştı. Y duğu yer iyi mi kötü mü bunun tartışması bir yana bıılundıığu yere nasıl geldiğini bu isçilerin yaşamları gösteriyordu. Nasıl geldiğini anlamak için o traiik yasamlann, o serencamın yazılmiyor, belgeIenmiyor oluşuna içten içe hayıflanır; ne yapsam da yazsam diye düşlemler, kurgular oluştururdum kafamda. Batı'nın gelişmişliğinde biraz da günü belgeleyerek tarihe nesnellik ve açıklık katma alışkanhğının katkısını gördüğüm için bunıı önemsiyordum/önemsiyorum. Hasan Özkılıç'ın Kuş Boranı kitabı boyunun küçüklüğüne karşın üzüntümü fazlasıvla hafifletmiş bir öykü kitabı olarak teşekkürü, övgüyü hak ediyor bu nedenle. Hasan Özkılıç yalnızca belgelemiyor; aynı zanıanda çelişkilere ve toplumun evrileceği, evrilmesi gereken süreçlere de göndermeler yüklemiş öykülerinde. En azından benim için her biri Gazap Üzümleri'nden birer enstantaneyi andıran yökülerini böylece kotarmış. Yedi yüz sayfahk bir kitapla karşılaştırdmayacak kadar küçük olduğunu Diliyorum. Dahası birinin öykülerden oluştuğunu ötekininse roman olduğunu da göz ardı ediyor değilim. Ayrıca Steinbeck'in Nobel ödüllü bir ünlü yazar, Hasan Ozkılıç'ınsa medyalann arka planda bıraküği bir öykücü oluşunu benzetme için engel görmüyorum. Steinbeck'in de ilk romanlarını yayınevlerine beğendiremediği için yırtıp attığını bilenlerin bu karsüaştırmamın cüretkârlık olmadığını anlayacaklarını biliyorum. Inandırıcı sonuçlaryarat mayacak. abartılara kalkışmayacak kadar gerçekçi biri olarak; Kuş Boranı'nın da nak etmediği bir artıyı edınmesini gözetmiyorum; böyle bir beklentinin de kazancın da zamanla uçup gideceğine inanıyomm. Bu bakımdan her zaman oldu6u gibi nesnel davranıp olması gerekenleri ve olanları tartıp yerli yerine koymayı hem clcstiriııı açısından, hem eleştirdiğim açısından daru yararlı buluyorum. zarları, denemelerini dilin, anlatımın ve yazının gelişimi için gcrekli. Çağımız teknolojisinin varmış bulunduğu boyutların dile getirip, dilden götüreceklerini düşününce; daha doğrusu görsel araçlarla oluşturulan görsel dilin sessel dilin kullanım ve etki alanını daraltacağı düşünülünce bu gereklilikten öte, eğer dil, yaşatılıp geliştirilmek isteniyorsa bir zorunluk sayılmalı. Aynı nedenle bu doğal görünümlü ıçtenlikli dil de o denli gereklidir. Ozellikle de öykü ve roman gibi türlerin geliştirilmesi için bu dilin kullanılması kaçınılmaz görünüyor. Benim Kimsem Olsana HULYA TOZLU Ş 8özlü antartmn ofanaUan Öykü ve roman yazarlannın yazı dilinin baskısından kurtulmasi; bu alanda I îasan Özkılıç'ın beslendiği kaynağa sırtını dönmemesi gerek. Bu alan, hem dil hem öyküleme hem öykü/olay açısından zenginlikler içeren bir alandır. Kuş Boranı'nın yazan sözlü anlatımın olanaklannı kullandığı gibi sözlü geleneğe dayanan halk öykülerinin anlaumından da yararlanıyor: "îşler uzun sürdü. Ha bugün ha yann kanallara su verilecek derken sonunda suyun ucu göründü. Büyük kanaldan sular geldi çağıldayarak, dönerek burularak. Koca demir kapılar indirildi." (Kanal, s. 47) "Şimdi eyvanda, îmmi kadının gözlerinuen akan yaşlar hiç de ışıl ışıl değil, 'kanlı gözyaşlanydı'. Kızlarının gözlerinden akan yaşlar niç de ayna gibi parlamıyordu ' (Kanal, s. 47) "Uç Dağ'dı, Aladağ'dı demeden; üç gün üç gece yürüdüler; durmadan kar yağdı, fırtınayla, boranla boğuştular." (Kuş Boranı, s. 3) "îşte böyle oğul, hiçbir işte acele davrannıayacaksın. Her şeyin bir zamanı var, o zamanı bekleyeceksin." (Kuş Boranı, s. 5) Bu geleneksel anlatımla yetinmiyor; kısa, vurucu tümcelerle oluşan tezcanh bir anlatım yaratıyor. Zaman zaman da şiire dönüşüyor bu anlatım; böylece varolanla yetinmediğini dili dönüştürmek istediğini düşündürüyor: "Kaç gece fabrikanın uğultusunu sabaha taşımıştık kulaklarımızda. Kaç sabahın puslu havasında fabrikayı geride bıraktığımızda, onun yerine evinize gelen bendım düşümde." (Karşılaşmanın Ardından, s. 23) "...evimizin hemen yanından başlayan geniş bahçe bu kez güneş ışınlarıyla sulanıyor, çimenler yeşilini çoğaltıyordu." (Hazın Bir Tören, s. 28) "Tamam, burası.' diyor. Tam o anda bir yıldız kayıyor göğün derinliğine. Onu kovdular, içlerinden attılar, öteki yıldızlar' diye geçiriyorum usumdan." (Keşif, s. 12) Kuş Boranı bu naif yanlan ve doğaçlama anlatımlanyla içtenliği, sevecenliği, akıcılığı yakalarken zaman zaman bunları niteliğe dönüştürmenin yanı sıra, taşıdıkları tehlikeleri göze almış bulunııvor ve öyküler yer yer teknik zaaflara da duşmüyor değil; ama bunlarda da tıpkı Sait Faik Abasiyanık'ta görülen o bitmemişIik duygusuyla okuyucuda sürme; okuyucunun imgeleminde çoğalma gibi bir şansı da yakalıyor denebilır gibime geliyor. Umarım bunu teknik zaaflara düşmeaen, ama çağdaş beklentileri karşılayacak düzeye çıkarır. O zaman daha canlı öyküler okuma şansını bize tanımış olur Özkılıç; seçtiği dil, aksiyon, kurgu anlayışı ve konulann seçtiği katmanın olay bakımından varsıllığı dolayısıyla bu umudu vaat ediyor. Toplumsal bir altüst oluşu yaşamakta olan toplumumuzun degişimini belgeleyecek gerçekçi, tarihsel sürece tanıkLk eden ürünler vermekte. Hasan Özkılıç kendi payına düşeni yapmış bulunuyor; hem yazınsal alan için, hem toplumsal alan için. • tşçHerhı yaşaım lki yapıt arasındaki benzerlik kimi öykülerin kaynaklandığı ekonomi politikalann yarattığı toplumsalekonomik yapıdan kaynaklanmaktadır kuşkusuz. Bununla birlikte Gazap Üzümleri adına da müteyazı olunmasını anımsatarak; Gazap Üzümleri'nin ana, Mac, kamp sahibi,Tom,John Amea, Ruthie, Roseof Sharon tiplerinin Kus Boranı'ndaki, anayı, Fatmayı, Remziye yi, Semedcan'ı, Dayıbaşını, Salih Ağa'yı, Sebiha'yı, Tazegül'ü.. anıştırdığını söylemeden edemcyeceğim. Kuş Boranı, destansı bir anlatım, egzotik betimlemeler içeren Kuş Boranı adlı öyküyle başlıyor. Sonraki öyküler daha çok tanm işçilerinin yaşamlarından kesitfere dayanıyor. Tipleri gibi olayları da üretim ilişkilerinden doğmaktadır Kuş Boranı'nın. îşçi toplamak, tarla, fabrika, işten çıkarma, işten atılma bir başka katmanını oluşturmaktadır. Aşklan, ölümleri aynlıkları, öfkeleri de sınıfsal ıra tasımaktadır bu öykülerin. Bu, yaşanmışlık duysu verdiği için yazarın yaşamından yokoyulduğunu düşünmemize olanak sağlıyor. Bu özelliğini dil ve anlatım başarısında da görmek olası. Naif, doğal, içten, öykünün olayına, tiplerine uygun sevecen bir anlatım, yaşayan Türkçe denilebilecek bir dille örülmüş öyküler. Aşağıdaki bölümler bu sava birer küçük kanıt oluşturabilir: "senin benim tarlam demeden, iyi kötü demeden kocaman kepçeler toprağı kemire kemire geliyordu." (Kanal, s. 46) "O da köyün eüneyinden vurup geçti gitti. Aha bitti demeden aynı kanallann bıtişiğine birer kanal daha açıldı. Bu da savaktır,' dediler, 'sular çok geldi mi buraya verilecek fazlalık.' Ardından küçük, asıl tarlaların içine giren, onlara su taşıyan çapraz olanlan kdçık' kanallar geldi. Koca ova birden şekil değiştirdi, üstünde otopsi yapılmış ölüye döndü." (Kanal, otop y p ş 6) ili s. 46) Yazı üilinin geliştirilmiş boyud;anlilinin ) nı k kullanan giderelc onu dönüştüren ya enol Yazıcı'nın üç öyküsünü içeren bu kitabı, 2Ü00 Mayısı'nda ikinci baskı yapmış. Öyküler; yasadığı topraklarolan Karadeniz'i soluyor. Anlaumından ormanın, yağışın, nemin kucağındaki insanın teri tışkırıyor. Sisin gölgesinde kalmış insanımızın sevgi tüten ruhu yansıtılıyor. Sevgi adına bedensel dokunmanın hasretiyle yaşanmış carpıklıklar sergileniyor. Bu kitap Şenol Yazıcı'nın üçüncü kitabı. îlkokul öğretmenliğinden edebiyat öğretmenliğine, sporculuktan tiyatroculuğa, inşaat isçiliğinden basın emekçiliğine değin daha birçok işlerde ter dökmüş Şenol Yazıcı. Kitaplarında, insanı; kültürüyle iç ice anlatmayı seçmiş. Ironik aktarımıyla da aslımızı yansıtmış. "Benim Kimsem Olsana" kitabın üçüncü (son) öyküsü. Eski solcu, yeni liberal Yankı'nın yoksul öğrenci bugünkü karısı Su'nun (Yıldız) hikâyesi. Günümüzün patronu. Dış uçuşlarla yapılan iş ilişkileri, cep telefonlu bürokrat yakınlaşmalan... Politize kişilerin yoz yaşamları içinde peslerini bırakmayan yaşanmışlıklannı anlatıyor. Şartlar insanlan değiştirmiş. Ama sevdalar hep aynı. Öğrencilik yıllannın değişmeyen rüzgân sizi de geçmişinize sürüklüyor. Okumuş yoksul kızın görkemli yeni yaşamı. Toplum hâlâ erkck egenıen bir toplum mu? J lerhalde de insanların bitmeyen sevgiye, sevgiliye özlemleri... Su'nun ıınutamadığı sevgilisi hapis yasadığı yılların onursuzluğuna bakarak terk ettıği sevdalara koşma özlemi... Sermaye için kazanmış görünen, halk için yitirmişe üstün çıksa da sevgiler ortak paydadır. Ve hep böyle olacaktır. Hal böyle olunca izlenen ekonomi politikamn benzer bir sonuç doğurması kaçınılmazdı. Tıpkı Oklahoma koylüleri gibi Kars'ın, Ağrı'nın Mardin'in, Urfa'nın köylüleri kimisi iklimin, kimisi yaşam standardının yüksekliğine, kimisi topraklan elinden alındığı için, kimisi toprağı olmadığı için, kimisi jandarma baskısından göçüp Gazap Üzümleri kahramanlarının serüvenlerini aratmayacak acılar, öyküler döşeyerek Gediz, Manavgat, Kumluca ovalarında kimisi seralarda domates, kimisi portakal ilaçlama yapar, sera onarır; kimisi şeftali bahçesine çapa için, kimisi tuğla fabrikalanna işçi olarak taşınırdı. Biraz yakından gözlemleme olanağı bulduklarımı derme çatma kulübelerinde trajedilerini aşmaya çalışırken tanımış, Gazap Üzümleri'ni aratmayan dramlarla karşüaşmıştım. Türkiye bulunCUMHURİYET KİTAP SAYI 683 ÇakHen acdar r Genç olup da sevdalanmamak olur mu? Kırsalın eşiğinde kaçamak aşk yaşayıp da yüreğin r>ir baska türlü çırpıntısıyla yasakları taşımak nasıldır? Fındıklığın ortasında yaşayan Gülbeyaz'la Hüseyin'in "Ha böyle ağır ağır/ Gideyiduk yanyana/ Dirseğimin ucıni/ Aldırdın koltuğuna" dizeleriyle "Vurduk dağdan ukarı/ Çıktık bir oyuncağa/ Dedi nenem güvenme/ Yanındaki gancuğa" diyerek türküledikleri sevdaian ürperten bir dokunuş, okşayıcı birkaç sözden uzak kalınca aşkı yaşaması olası midır? Muhtarın gücü sevdalıları ayırmak için varsa da, şalvardan memeye giden yol olarak betimlenen yolun gerçek sevda olmadığını anlamıstır Gülbeyaz. Ve sevdası için öldürmelcten kaçınmayacaktır... Kadının yazgısı hep aynıdır Anadolu'da. Köyden Kente, erkeğin yumruğu altında yok olmak... Erkin belirîediği kaderi tüm çırpınışlarına rağmen ölümüne bir yol çizmektedir. Yaşama hakkı tanınmamaktadır. Azınlıklann kaderi de böyle değil midir? Toplumun hor gördüğü insanların dolup taşmayı bekleyen sevgi(sizlik)leri dağları aşıp öfkeye dönüşebilir mi? Bedensel aşk, sevdayı yenebilir mi? "Benim Kimsem Olsana" bir Karadeniz öyküsü. Düsle gerçeğin kucaklaştığı bir kitap. Çok daha geniş bir okur kitlesine ufaşması gerelctiğini düşünüyorum.ı Benim Kimsem Olsana/ Şenol Yazta/ Öyküler/ Armağan Kitaplan/\zmir, Mayts 2000/112 s. SAYFA 17 Sana sevdlğhıil söylemiş mlydbnT Hoş geldin ses? Kus Boranı/ Hasan özkılıç/ tnsanctl Yayınlan/hmirPK:91