06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Toplumcu Şiirin Yürek Nevzat Çelik, şiirleriyle, 1980 sonrasının, özellikle devrimci kesimler arasında en çok okunan şairlerinden , biriydi. Hapishanede yazdığı şiirleri kitaplaşmış, üst üste baskılar yapmaya Ibaşlamıştı. Çelik'in kitapları şimdi yeni bir yayınevi aracılığıyla okurlarına yeniden ulaşıyor. HUSEYIN PEKER 1983 yılına kadar, Nevzat Çelik'i tanıyan kitle böylesine yaygın değildi; duyanlar, sevenler vardı elbet, ama bu denli çoğun bir kitleyi arkasına takması şu dizeıerden sonra oldu: "beni burda arama anne kapıda adımı sorma saçlarına yıldız düşmüş koparma anne." (Şafak Türküsü, 1983) Burada okuyan çoğunluğun ilk yanaştıği; cezaevinde bu güzel auyguları yeserten bir gencin, annesiyle sıcak diyaIoğu. O dönemleri hatırüyorum, herkes annesinin saçlarına biraz yıldız düştüğünü görmeyebaslamıştı büe. Bu sözlerle Nevzat Çelik okur kıtlesini çoğalttıkça çoğalttı. 1984 yılı Akademi Kıtabevi Şiir Ödülü'nü alan bu dosya ilk kitabını oluşturdu. Bugün 22. baskının üzerinde bir yerlere taştı. "Saçlarına yddız düşüp koparmayan anne her yıl yeniden yetişen gençlerce yeni bir baskı yaratıyor. Arkasından yeni yetişen yapıtları da onlarca baskı yaparak yakın düzeyde, hem şiirin hem Çelik'in genc kuşaklardaki etkisini kesmeden çoğaltıp arttınyor. Nedir bu mucizenin, bu gençleri bağlayan şiirin etki nedeni? 1960 Sinop doğumlu (Boyabat) Çelik, bugün Kuzey Karadeniz kıyısında, Dranas dağlannın serin yeşilinden bir yel kapmış rüzgârlı duyarlığıyla sessiz ve derin bir hırsın simgesi gibi. 1987'de Güzel Sanatlar Grafik bölümünde okurken tutuklandığı ve idamla yargılandığı davalarda tahliye oluşuyla tam yedi yıla yakın cezaevi gençliği yaşadı. Yani gençliğinin, ergenüğinin en önemli dönemini, duyarlilığının en filizleneceği, sancılı yaşlannı cezaevi koridorlarında, hem de idamla yargıianarak tüketti. Belki gençliğinin bir dilimini buralarda yitirdi, yaşamadı. Vedat Günyol'un deyimiyle: "Umudun şafağına, şafağın umuduna bel bağlamış bir içler acısı hapislik yaşamının türküsünü' ikinci bir kitapla perçinledi. Hep bu gelişmeler o, cezaevindeyken oluşuyordu: Müebbet Türküsü." Bu ikinci kitapta daha da olgunlaşmış, şiirindeki siyri doruklar bir bir kendıni belirtmiş, bir ince yürekti karşımızda ötüşen. Okurken kâh Nâzım Hikmet'in "Dört Hapisaneden" şiirlerini çağnştıran, kâh Ahmct Arif yanıklığıyla, kâh A. Kadir çıkıntılığıyla sivrilmiş, kâh Hasan Hüseyin çağnşımı bırakan sesli bir yürek çağnsıydı lcoşturan peşimizde. Bazen de Che Guevera'nın dağlar boyu kosturan bir militanı gibi peşine takılıyoraunuz. flle toplumcu. îlle yarasını cezaevinde yürüyüş voltalanndan almış, acıyla bilenmiş Atol Behramoğlu'dan oir rüzgâr, Nihat Behram'dan devrimci bir yürek atakkğı, ye bütün bu saydığım şairleri bir etki gibi değil de, bir yürek lcalkanı gibi içinde taşımış sevecen bir gencin sesiydi katıldığınız. Onu okurken kendinizi toplumcu saymamanız imkânCUMHURİYET KİTAP SAYI 548 Nevzat Çelik'in "Müebbet Türküsü" şimdi Om Yayınları'nda N«vzatC«lik. sızdı bir kere. Kitap olarak okuduğunuz sırada siz de onunla cezaevi ranzasına oturmuş, kendinizi düşünceler içinde buluyordunuz. Günleri saymıyordunuz, onunla azalıyordunuz, onunla birlikte cezaevini yaşamamak olası değildi, bu ilk iki kitabı okurken: "hercai menekşeler gecede kaç renk gözlerimde kaç delirecek şu duvarlar mümkünü yok" (Müebbet Türküsü S: 132) Hangi sözcüğü kaldırsa altında bir kundak bulduğu, kendine kardeş bulduğu dünyayı düşlediği ranzada DUIUyordu kendini. Okurken buluyorduk kendimizi. Dedim ya, Çelik'i okurken bu cezaevi gençliğini onunla beraber paylaşıyorsunuz: 'Metris içinden Istanbul'a sarkan çığlığımıza bakıyor güzelim bir dünya" (MT. S: 135) Kitabın sonunda yer alan yaklaşık 50 sayfalık "Kitap Türküsü" şiirini bu sözlerle noktalacu Nevzat Çelik. Bence kitabın en güzel şiiri de bu. Dokunaklı, neresinden baksanız büyük bir yapıt. Bir cezaevi destanı. Bir ranza kitabesi. Şairin içine dışına "zulümü kanlı bir kene gibi başında" taşıdığı bir uzun şiir. Tepeden tırnağa kederlere battığı saatleri anlatan bir masalsı cezaevi çığlığı. Hem de davacısı olduğu bütün kayıp çığhklann arasından bir çığlık. "geçti bizden büiyorum çocuk olamayız artık kar aklı&ını tanımadan saçımız tenimiz Duruşmadan ite kaka yaşlandık" (MT. S: 97) Yukardaki dizelere dikkat ederseniz, milyonların adına öfkesini kuşanan bir şairin içtenlik kosturan haykırışları ne kadar ince bir potadan doğuyor. Yüklü birer dal gibi tüm satırlar. Insanın iki eli nin var olduğunu hazırlattığı sırada bu ellerden birinin bayrak taşımak için yaratıldığı söyleyecek kadar inançlı ve keskin yürekli. Sözün burasında toplumcu şiire kısa bir değini yapmadan Yılmaz Odabaşı'nın çok sevdiğim antolojisinde (Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antoloiisi, Scala Yayınevi, 2000) ^1980'li yıllann sonuna dek döneminin şairleri arasında en yaygın okunan şair olarak dikkat çekti" diye tanıttığı şairin, yine aynı antolojiye aldığı dikkatimi çeken bir şiiri de buraya aktarmak istiyorum: "Siz altı otuz beşi bilmezsiniz intihardan söz etmeyin şiirlerinizde kuraldandır gider patlar bir imgede" (Altıotuzbeş) întihannı beyaz gömleklerinin cebinde taşıyan, intihar girişimi acıklı olan "Altı otuz beş" tanımı herhalde bir silah için yapılmış bu şiirde. Çok değisik anlamlara da katılıyor bu naliyle: Yaşama sevincine, umuda ve ataklığa. Yılmaz Odabaşı'nın bu seçkisinde yetkin biçimde yer alan toplumcu ozanlanmıza ek olarak bir kitabın daha adını anmadan edemeyeceğim: Ahmet Uysal'ın yeni baskısı yapılmamış ilginç bir çalışması vardır: Hem toplumcu şiirimize katkılı anlamlar ekleyen, hem ae Nevzat Çelik'i bir de oradan dinleyin diyebileceğim: "Mupusane Şiirleri Antolojisi". îşte toplumcu şiir diye, bugün anarken ne acıdır ki işin ucunda mapusane görünür gider hep. Bizde bu iki deyim bir arada anılmaya mahkum olup gitmiştir uzun süreler. Ahmet Uysal ın bu çalışması da deyim yerindeyse Şükran Kurdakul'dan Nevzat Çelik'e, Nihat Behram'a daha nicelerine cezaevinin istemeden içlerine sokmuş, orada nice iyi £ dizeler kopartmış, iyi şiirler koşturmuş ozanlan anlatır durur: Nevzat Çelik de bunlardan biri. Onun ayrıcalığı belki önemli şiirlerinin çoğunu, tıpkı gençliğinin önemli dilimi gibi cezaevinde tüketmiş ve bize bırakmış olması: "tertemiz kefenmiş evinin duvarları saksılarına ayrılık dikilnıiş kent karartıyormus da yaprakJarını çiçekler dağlara çekilmiş' (MT. S: 62) îşte böyle, sazlıfiından kaç tüfekle sarktığını söyleyen bir şairin; dizlerine tırmandırdığı duygularını, türlü ellerle ateş olarak yakıp önümüze sunduğu bir serüven: Nevzat Çelik'in üşümeyen gençliği: "elmaya sakalımı sürtüyorum yanaklann düşünce aklıma eğilip alıyorum kirazı ıslak dudaklannı alır gibi ağzıma" (MT. S: 70) Genç bir insan cezaevinde büyümeye çalışırsa ne olur, ilk sevgilinin içinde yeşermesini, ilk erotizme uvanışını da orada yaşar, belki ilk sevgili buludar gibi kıvırcıklaşır onda, karanlık bir kuyu gibi taşınır içine düşman gözleri. Ve böylece kendi kendine söylenir durur: "îçerde vakitsiz basıyor keder" Voltanın ucuna savrulan sapsan hüzünler, belki içerde yeşeren ilk telaşlardır, gencecik ölüp gitmekten değil kahrolası meraktan korkulur, sonunda gerçekle yüzyüze kalınır: "ağlamak ayıp değil işin kötüsü" (MT. S: 74) "Derimden başka giysi yasak bana" diye düşündüğü yerde ise ozan, düşünmeyi meslek edınmiş biridir artık: "Elimde değil seni daha çok düşünmem gerek." (MT. S: 78) Ust üste aldığım bu tekli dizelerdeki yaşanmışlığa dikkat etmenizi rica ediyorum. Kitabın en güzel şiirlerinden saydığım "Mümkünüm Yok" adlı şiirde ise doruğa tırmanıyor Çelik. Kaç bahar büyük olduğunu unuttuğu kişiler için üzerinden bir kuşun kanatlarmı geçiren ozan, hep aynı renkte ölemiyeceğini bakın nasıl söylüyor: "gövdemi mıhlasalar bahara kalamam mümkünüm yok bu kez firanm" (MT. S: 28) Toplumcu şiir denince ilk aklımıza; cezaevinde çektikleriyle günümüze kadar akmış büyük ozanımız Nâzım Hikmet geliyor, herkes biraz geliyor. Attilâ îlhan'dan Hasan Hüseyin'e, Orhan Veli'den Kemal Ozer'e. Ataol Behramoğlu'nun"Yıkılma Sakın"la karşıladığı bizleri, "Bir Gün Mutlaka" diyerek yürüyüşüne katıldığım bir şiir coşkusunu, Özkan Mert'in bir elma büyüklüğünde sakallannı, Nihat Behram'ın nice nayat kokusuyla örtülü, sancüı şiirlerini ve daha kimleri kimleri. Ahmet Arif'i, Can Yücel'i. Hele ki Nevzat Çelik için "Gepgergin bir tambura teli Nevzat Çelik'in yüreği" diyen, hâlâ Datça'nın limon ağaçlarında kokusunu duyduğumuz Can Yücel'in küfürü dize getiren toplumcu yansımalannı... Sonuç olarak ben belki de bu kadar övgü dolu birleşimi; Nevzat Çelik'in duygulu şiirleri, koşturup hızınılkesmemiş yüreğ^ için değil, toplumcu şiirin Nâzım la, O.F. Toprak'la, Ceyhun Atuf Kansu'yla, Özgen Seckin'le, Enver Gök'yle daha niceleriyle coşmuş, bugüne dar kimseye koltuğunu kaptırmamış esenliğinin sevincine yazdım. Sağolasın Çelik, yüreğimi 16. baskıyı aşmış bir kitapla Müebbet Türküsü ile yeniden beni kabarttığı için. Bir dahasında "Buda Seken Hayat"ında, "Yağmur Yağmasaydı" karşımıza çıkmayacak "Sevgili Yoldas Kurbağalar"ında buluşalım. Ya da daha yeni kitaplarda, yaşlanmayacak yürek atışında. M Müebbet Türküsü / Nevzat Çelik / Om Yaytnlan / mart 2000 /136 s. SAYFA 18
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle