Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
r Yukarıda bir yerlerde altını kalınca çizmeye çalıştım. Şiirin var olma nedeni, nayatın içinden fakat yıne hayata karşı muhalefet ve her türden egemenlikçi ilişkiye karşı da itaatsizlik üretmektir. Bana göre bu, şiirin olmazsa olmazıdır. Tarihsel süreç içinde şairlerin hep bir yerden bır yere sürgiın edilmesı, hep şairın seyyah olması, yakılması, derisinin yüzülmesinin nedeni budur. Çünkü şiır yeni, yepyeni alışıimadık bir hayat önerir. Yüzbinlerce insan şiir okumasa da, şıir kıtaplarının satışı birkaç binde kalsa ua, hayatın aurasını oluşturan, insamn etik/estetik algısını zorlayan ve önüne geçen şiirdir. Bir başka söyleyişle şairler (dar gibi görünen) çevrelerinde yeni, aşkın şeyler üretirler. Sanipsiz gibi görünen o şeyler aslında yaşamın estetik değerlerinin yerine oturmasını sağlar. Her sistem kendine bağlı ve bağımlı söz üretimleri ister. Şair en başında bu bağımlılığı reddettiği için imgenin peşine düşmüştür. Çünkü imgenin kendisi sistem dışıdır. Her türden yeni iktidar yapılanması. her türden inanç ideolojisi, "yapamıyacakları şeyleri söyleyenlerin" pervasız, başkaldıran söylemine ihtiyaç duyar. Yanında görmek ister, onunla çelişmez. Çünkü söz yeni oluşum döneminde herşeyin önüne geçmiştir. Islamiyet, Kur'an ın yazıldığı dönemlerde, kendi hukukunu aradığı dönemlerde şairlerle oldukça barışık. Üretilen her yeni söz eski sistemin değerlerine bir saldırı olarak duruyor. Ama Islam ne zaman ki kendi hukukunu oluşturup, silahını ediniyor, işte o zaman bütün gazabıyla lanediyor şairleri. Şuara suresinin ünlü224 ve 225. ayetleri "Şairler, bunların arkasına sapkınlar düşer, görmez misin bunlar her vadide hayran olurlar. Hem de onlar yapamıyacakları şeyleri söylerler" Eflatun tabii ki şairleri kovacak ülkesinden, köle emeğine dayalı bir sistemde şairlerin karşı sözüne tahammül gösterebilirler miydi? Âsla. İşte o zaman şaire düşen kovulmaktır, öldürülmektir. Çoğu zamansa bir bütün olarak reddedilmektir. Bütün bunlara karşın sistem içi, tek başına sistemin olanaklanndan beslenen şairler yok mudur? Elbette var. Günümüz içınde çoğunun adını anmaya değmez. Ama Osmanlı'ya bakınca, Osmanlı tarihi kapıkulu şaırlerinden geçılmez bilirsin. Yıne de dikkade bakınca şu görülür. Sısteme bütün algısı, bütün damarIarıyla eklemlenmiş şairin bir tek karşı sözü, îcellesinden olmasına yol açar. Yine çok uzakta olmayan bir tarihe, Sovyet tarihine bakınca da aslında pek farklı bir şey görülmez. Mayakovski'yi intihara zorlayan yapı, hiçbir muhalif düşünceye tahammül gösteremez ve ne yapıp edip Pasternak'ı cezalandınr. Çok dana sonrasında Voznesenski, Ahmadova gibi büyük şairler de payına düşenı alır bundan. Ama aynı devrım, hukukunu yeni oluşturduğu süreçte, bu muhalif karşı söze ihtiyaç duymuştur, birlikte yürümüştür. Sonrasında yazdığı şiiri Proletkült'ün dışına taşımaya çalışan şairler bertaraf edilmiştır. Çünkü Proletkült'le o yeni devrim de artık "eskimiştir". Kendisine muhalefeti geçersiz saymaKtadır. Söylemini hukukunu oluşturmuştur. Ama tarihin anlayamadığı şu oldu sanıyorum; şur, muhalefet etmezse yok olur. Kendisıni inkâr eder. Ktrnı jaırler, durmadan dergtlerde jiırler ve şur kttabt yayımhyorlar Önüne gelen her dergıde Kıtabını basan tüm yayınevlertnde Sankt htçbtr ettk ve estettk tercth yokmu$ gıbt. Sankt herkes kendılertnden böyle btrşey bekltyormuş gtbı Budağtnıkltkbırazda, ılışkin olana att kıyafetstzlik belki Bu anlamda, "kımlık" ve "kımlıksızlik" aynasından sen neler görüyorsun Şaır, tüm yazdtklartnı neden yaytmlar sence? Böyle mt jaır olunur derstn ? Aslında "Şiir, şairin davranışıdır"ı alıntılama nedenım biraz da bu kirnlik konusuna vurgu yapmaktı. Daha açarsak, şöyle ki; Öncesinde ya da 99'da yayınlanan dergileri kanştırdığımızda görüyoruz ki birtakım adlar, neredeyse yayınlanan bütün dergilerde şiir yayınlamışlar. Böylesine bir durum şiıri incıtebıleceğı gibi, dergıyi çıkartan insanlan da incitiyor olmalıdır. Önüne çıkan dergide şiir yayınlayan arkadaşlar, yazdıkları şiiri görünenden başka bir mecraya taşıyamazlar. Bunun bilinmesı gerekir. Yani Döyle şair olunmaz. Öte yandan dergi çıkartan insanlar da estetik olanı gözetmemiş oluyorlar. Açıkçası, ben bir dergi çıkartıyor olsam, her dergiye şiir gönderen bir insanın şiirini basmam. Bunu hem kendi estetik değerlerim adına, hem şiir ve hem de şiiri gön deren insan adına yapanm. Her içe yolculuğu şiir sanmak başta şiire haksızlıktır. Şair, Dİraz da etik/estetik/ideolojik olanı gözetendir. Birbirinden çok farklı poetikalan olanı dergilerde şiirler yayınlamak ister istemez yayınlanan şiiri manüple eder. Ustelik insanda "Ne olursa olsun ünlü olmak" gibi bir düşünceye yol açar ki, bunu doğru bulmama hakkı da bizim olsun. Yaşadığımız son yirmi yıl, insanı öylesine kirrıliksizlik sınırına taşıdı ki, bundan şiir de mi payına düşeni alıyor diye ürküyorum. Yeni bir hayat önerirken şair, bunu kendini tarif ederken popülizmin olanaklanndan bin sayılabilecek 'Ne olursa olsun yaygınlaşma'ya yaslanacaksın. Bu olmaz, bunu şiir reddeder. Reddediyor zaten. Ve sevgili Namık teşekkür ederim. • Bireysel çelişkinin şiiri VEYSEL ÇOLAK ir şairde, Bielinsky'nin deyimiyle "yaratıcı düş gücü, düşüncelerini inıgeleme dönüştürme, imgeler aracılığıyla düşünme, uslamlama ve duyumsama..." yeteneğinin olması gerekir. Bundan sonrası, okuyarak, gözleyerek, dinleyerek ve durmadan çalışarak bir şiiri kurma geliştirme sürecini dönüştürmekle ilgilidir. Yaşam yoğun, emekyoğun olan bu süreçte açığa çıkan şiir; ken3i bilgisini de beraberinde getirir ve düşünceye nesne oluşturur. Böylesine bir yaklaşım, böylesine bir bakış açısı, bütün şiirlere uygulanabilir. Bu da şiir değerlerinin yerlerine oturtulmasını sağlar. Türkçe şiirin, bu bağlamda büyük olanaklara sahip olduğu söylenemez. Yüzlerce şiir; yani yüzlerce şiir deneyi, itildikleri yalnızhkta boğulur giderler. Bu onlann düzeysiz olduğunu, üzerlerinde durmanın gereksizliğini göstermez hiçbir zaman. Oysa bilinen o kı, dilin gizem üretici oluşundan; bu oluşumun da en çok şiirde işlerlik göstermesinden ötürü; şiirleri hep tartışma gündeminde tutmalı gibi. Bunlan söyleşimin nedeni, eğer yazılan şiir günü gününe tartışılabilseydi, her an büyük aşkınlıklar yaşanabiiirdi. Belki de bedel ödüyor şairler. Başka şiir pratikleri üzerine yeterinec düşünüp bulduklarını yazıya dökmedikleri için, kendi şiir pratilderini de yeterince kavrayamıyorlar. Bu da gelişmenin, şiiri geliştirmenin önünde en büyük engel oluyor. işte böylesine bir oluşumdan yoksun olarak yazılıyor Türkçe şiir. Ne olurdu bunun tersi bir işleyiş olsaydı? Türkçe şiir, kesinlikle çok daha yetkin bir noktada varlık gösterirdi. B Tuğrul Keskin'in şllrlnde 'gelecek' yoktur. Yaşanmışlıklar vardır, geçmlş vardır. derken de bunu vurgular gibidir aslında. Şiirin kaynağı bu olunca, ister istemez, kendiliğinden bir öneriye de dönüşmüş oluyor. Şiirsel ortamda, sözün öncelenmesi bir poetika olarak ileri sürülmüş oluyor. Ozellikle 80'den sonra yazılan şiirin genelde sözü dışlaması, Tuğrul'un bu ısrarını daha bir anlamlı kılıyor. Yaşamdan beslenen bu şiir, doğal olarak ilkeler edinemiyor. Yaşamın değişkenliği, şiirlerin değişkenliğini getiriyor hep. Söz'ün kalıcılığmdan başka dilsel bir belirginlikten söz edilemez gibi. Yasamsal ilişkilenmeler, şiirsel ilişkilenmelere dönüşüyor sürekli. Bu nedenlerle Tuğrul Keskin, yazdığı şiiri Ahmet Telli'yle Ataol Behramoğlu yla zaman zaman akraba kılmakta hiçbir sakınca görmez. Çünkü yaşamın sunduğu bir sonuç bu. Gene okuma ediminin yaşamsal boyutu nedeniyle, siirlerinde Cemal Süreya'yla uzun yolculuklara çıkar. Bu nedenle Tuğrul'un şiirinde gelecek' yoktur. Yaşanmışlıklar vardır. Açıkçası geçmiş vardır. An vardır, an'ın donduruluşu vardır. Bu yüzden de hüznün şiiridir Tuğrul'un yazdığı. Tanımlarken, tanımlanır. Baka baka bir fotoğrafa benzemek gibi bir şeydir bu. "lpekler çoğaltmaya" demesi de değiştirmiyor bunu. "Acılarınıza dönün, şiir aradadır" demesi de. Çünkü bu tür çıkışlar; bir özeleştiri olmanın ötesine geçemiyor; kendi yaşantısında eylemsel bir karşüık bulamıyor çünkü. Buradan bakınca beliren şu: Tuğrul Keskin'in yazdığı şiir bire bir yaşantısıyla bağıntılıdır, ancak o yaşantıyı eksiksiz bilmekle doğru açıklanabilir. Bu elbette sakıncalı görülebilir bir şiir serüveni için. Öyle de. Bu, birey deyince şairin kendinden söz edildiğini düşünmesiyle bağıntılı bir durum. 80 sonrası şiirin genel, büyük yanılgısı. Bununla birlikte Tuğrul Keskin için şunun da söylenmesi gerekiyor: O, hiçoir zaman ikılemlerden kurtulamadı. Düşlediği aşkla, yaşadığı aşk; yaptığı işle yapmak istediği iş; yaşadığı arkadaşlıklarla, yaşamak istediği arkadaşlıklar, gecesiyle gündüHep büyük bir çelişki olmuştur zu... Tuğrul'un yaşamında. O da bu çelişki nin, açmazların, bunların getirdiği bungunluğun şiirini yazmış, hep o arakesitSAYFA S Ahmet Telli, veysel Çolak ve Tuğrui Keskln birlikte. Aşağıda solda Tuğrul Keskln kızı Nehlrle. sağda Ise Ataol Behramoğlu yla. Tuğrul Keskın beş şiir kitabı yayımladı bugüne kadar: Bir Suyun Kıyısında (1986), Kırılan Kar Sesi (1988), Babek (1990), Tacir ve Cinayet (1994) ve îpekler Çoğaltmaya (1999). Şöyle bir bakıldığında, Türkçe şiirin genel değerlendirilmesi içinde gözden kaçmış kitaplar olduğu rahatça söylenebilir. Kitapların basım tarihlerine bakıldığında ciddi anlamda bir seyrekleşme var. Bunun nedeni sadece şairin yavaşlamasıyla açıklanamaz. llgisızlik karşısında şairin yavaşyavaş şiirden uzaklaşması; onu yaşamınm bir ayrıntısı gibi görmeye başlamasıyla açıklanabilir gıbime geliyor. Oysa eleştirel disiplin bir şairi, ya şiirin militanı kılar ya da bütün bütüne şiirin dışına iter. Bütün şiirdeki çoğalma; bu belirsizÜkle ilgilidir daha çok. Çünkü şairlere sadece açmazlar Dİriktirmektedir. Bütün bunlan bana Tuğrul Keskin'in şiir serüveni düşündürtüyor. Çok iyi görülüyor ki eleştiriyle yüzlesseydi Tuğrul'un şiir; bugün bambaşka bir noktaya (düzeye) ulaşacaktı. Ya da bir yürek olarak Tuğrul'un kendini şiire katması nedeniyle, yok olacaktı. Tuğrul Keskin'in şiiri ancak bu son cümlenin kapsamında tartışılabilir. Çünkü yaşamın maddi ve manevi bütün alanlarından beslenen bir şiir deöil Tuğrul'un yazdığı. Birkonuşmamızda, Özdemir Ince; bir şeyleri not ediyordu. Sorduğumda, konuşmamızda geçen, bir şiir cümlesini yakaladığını, onu notladığını söylemişti. Ve eklemişti ardından: "Şiiri fark etmek de şairliktir" demişti. Tuğrul'un şiirinin tek kaynaklı oluşu, yani günlük yaşantıdan beslenmesi; ifişkilerinde, gördüklerinde, dalgınlıklarında fark ettiği şiiri yazıyor olmasıyla bağıntılıdır. Konuştuklarınızi; bir gün Tuğrul'un şıirinde görebilirsiniz rahatça. Bu genel özellik, onu konuşma diliyle buluşturur. Bu, onda dize yapısını Ja belirler. Şiirsel yapıda değil, sözde yakalar şiiri. "Yüreğim, ne kadar ağzım" ŞIIPI lark etmefc 80 sonrası şiiri CUMHURİYET KİTAP SAYI 530