25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

0 K U R L A RA Hidayet Karakuş adını ilk kez 1981 yılında, Mehmet Ali Yalçtn'ın kurduğu Mehmet Ali Yalçın (MAY) Roman Ödülü'nü aldığı zaman duymuştum öysa yazarlığı epey eskilere giden bir şaimi Hidayet Karakuş. İlk kitabı 'Günaydın Gül Yapragı'mn basıtn yılı 197) tarihini taşıyordu ama ilk şiir ve yaztlanm 1966 yılından ttibaren çeşitli gazete ve dergilerde yayımlamaya başlamıştı. Daha sonra küapları ardı ardına yayımlanmaya başladtkça yakından tanımaya başladık Hidayet Karakuş'u. 1946 yıltnda Yalvaç'ta dnğmuş, hparta Gönen îlköğretmen Okulu'nu 1964 yılında, Selçuk Eğitım Enstitüsü Edebiyat Bölümü'nü 1966 yılında bitirmişti. Adana, Mattisa ve îzmir de Türkçe öğretmenliği yapmış, bu süre içinde de Çağrt, Şölen, IIgaz, Meltetn, Yelken, Forum, Varlık, Dönemeç; Sesimiz, YazkoEdebiyat, Cumhuriyet gibi dergi ve gazetelerde şiir, yazı ve röportajlar yayımlamıştı. Yukarıda da belirttiğim gibi ilk kitabı 1979 tarihini taşıyor Karakuş'un. Sonra arahklarla şu kitaplan yayımlamış: 1981'de 'Yağmurlar Nereye Yagar', 1982 'de 'KemeraltıŞiirleri', 1986'da> 'Hangi Leylasın Sen', 1991'de'UykusuDerin Şehir', 1994'te 'Sesini Bana Bırak', 1995'te 'Ateş Mektupları', 1998'de 'Konuş Benimle'. Şü'kran Kurdakul Ustamız föyle deg~erlendirmiş Karakuş'un ürünlerini: "Dize kurmada ve işlediği temaları özümsemedeki başarısı, imgeleri ile dikkat çekti." Çok miktarda çocuk kitabı ve radyo oyununa da imza atan Karakuş'u tanıtmaya çalıştık sizlere. Bol küaph günler!... r ETHINACI Kasaba romanları T urgay Fişekçi ile yaptığımız bir konuşmada (Cumhuriyet, 9 Kasım 1999) "Köyün önemi azaldıkça köy cdebiyatı da giicünü yitiriyor" demiştim. Farkında mısınız, kasabalardan söz açan romanlar da pek yazılmıyor artık... Oysa kasaba gerçekliğini anlatan ne güzel romanlar yazılmıştır. En beğendiğim "kasaba romanı", yıllarca Sabahattin Ali'nin Kuyucaklı YusuPu (1937) oldu. 1910'ların Anadolu kasabaları tragedyalar için en elverişli mekânlardır. Kasaba eşrafı ve miıtegallibesi öylesine ezıci bir güce sahiptir ki bu güce herhangi bir karşı gefiş, "doğa veya töre yasasını" bozmuşçasına, zorunlu olarak, bu karşı gelişin sonucunu doğurur. Sonuç, eski Yunan'da Tanrıların isteği ise, Anadolu kasabasında da eski Yunan tanrılarının gücüne sahip eşrafın isteğidir. Modern bir tragedyadır Kuyucaklı Yusuf. Sabahattin Ali, romandaki karşı konulmaz gidişin bilincindedir, öfkesindedir. Yer yer bu gidişi değiştirmek ister (Muazzez'i Yusuf'la evlendirmek gibi); ama "kasabanın tanrtlan" öylesine güçlüdür ki, elinden fazla bir şcy gclmcz. Bıınun için de öfkelidir Sabahattin Ali, kasa ba eşrafından söz ederken, romancı serinkanlılığını unutup "herifler" der. Sabahattin Ali nin roman kişilerine karşı davranışı ilginçtir. Gerçekten kendi dısında, gerçekten kendindcn bağımsız kişiler gibi görür onları; davranışlanna müdahale edemediği bu insanlara kimi zaman kızar, kimi zaman onların yardımına kosmak için çırpınır, ama karışmaz sanki onfarın davranışına. Kuyucaklı Yusuf'ta kişiler (daha doğrusu halktan kişiler), bu nesnel koşulların Dİİincinde değildir ama romancı bulcoşulların bilincindedır. Sabahattin Ali'nin öfkesinin kaynağını burada aramak gerek. Romanın sonu unutulmayacak bir sondur. Yusuf un anasının babasının ölümüyle başlayan roman, kansının ölümüyle biter: Muazzez, aldığı yarayla ölür. Yusuf, hayvanın terkisinde duran heybenin dibinden büyükçe bir bıçak çıkarır. Onıınla toprağı kazar. Karısını çukura yerleştirdikten sonra yumuşak toprakları avuçlarıyla çabuk çabuk üzerine atar. Büyük bir sükunetle, bir diriye hizmet edergibi. Yalın ve trajik bir son... Sonra, "matemini ortaya vurmadan tek başına yüklenir, yeni bir hayata doğrtı yiirür." Sevdiğim bir kasaba romanı da Tarık Buğra'nın Yağmur Beklerken'idir (1981). Tarık Buğra, Serbest I'irka olayını bir kasaba çerçevesi içinde ele alıyor: Kendi ekonomik sorunlarından ötesini düşünemeyen bir kasaba, birbirleriyle dostça geçinen insanlar, "ufacık aşım, ağrısız başım" diyen avukat Rahmi ve Serbest l ; ırka'nın kııruluştınun bütün l>u iıısanları, bu insanlar arasuıdaki ili^kilcri degiştırişi, kadınlara, çoSAYI 5 1 0 cuklara varıncaya kadar... Yağmur Beklerken (1981), bir sinema kamerası gibi, önce kasabayı, kasabadaki bürokrat ve Cl 1P saltanatını, sonra romanın baş kişisi avukat Rahmi'nın sevgi, içtenlik, mutluluk dolu cvini gösterir. Oğlunun, "Baba, fırka ne demek?" sorusuyla ilk defa 37. sayfada "fırka" sözcüğünü okuyoruz. Rahmi'nin cevabı "Ne bileyim ben?" oluyor. Rahmi gerçekten bilmez "fırka"nın ne olduğunu, avukat Kenan Bey'e ("Dostoyevski'yi tanımayanlarla ne konuşacağım!" diyen ünlü bir kasaba avukatı.) " Yağmurun ne demek olduğunu iyi bilirım; lakin, devlet, hükümet işleri, siyaset... Kaymakam Bey'lc Gülbeyaz'ların Manmud'u (Cumhuriyet Halk Fırkası mutemediF.N.) koyun bir yana... Azıcık aklım erer dersernyalan olur" derken doğruyu söylemektedir. Tarık Buğra, olayların gelişmesiyle böyle bir insanın nasıl değiştiğini tam bir romancı ustalığıyla anlatmaktadır. Tarık Buğra, GüldâneRahmi ikilisinın sevgisini ne güzel anlatır: Romanlarımızda görmeye alışık olmadığımız bir sevgidir bu. Ve ananın babanın çocuklarıyla ilişkileri... Ne güzel anlatır. Tarık Buğra'nın Dönemeçte (1978) adlı romanı da nefis bir kasaba romanıdır. Reşat Nuri Güntekin'in Kavak Yelleri 1950 de bir gazetede tefrika edilmiş, 1961'de (ölümünden beş yıl sonra) kitap olarak yayımlanmış. Kavak Yelleri, 1920'lerin, 1930'lann "Anadolu kasabası"nı en iyi anlatan romanlardan biri, belki de birincisi. Kavak Yelleri'nin birinci bölümünde, 247. sayfaya kadar, "kasaba"yı anlatan Reşat Nuri, ikinci bölümde 1940 sonlarının Istanbul'unu anlatır. Roman, ülkücü amaçlarla tstanbul'dan Anadolu'ya giden genç hekim Sabri'nin, kasabada 17 yılyaşadıktan sonra, karısının cenaze gününü anlatmasıyla başlıyor, geriye dönüşlerle gelişiyor. Sabri niçin gidiyor Anadolu'ya? Sabri bunu şöyle açıklıyor: "Bir zaman Istiklâl Muharebcsi'nin son seneleri, mektebi yeni bitiren gençlerin parolası 'Gençler Anadolu'ya' idi. Biz, yedi genç idealist (Yahya Kemal'in dizeIerini hatırlamamak olanaksız: 'Mehlika Sultana âşık yedi genç / Kara sevdalı birer âşıktı'), Anadolu'nun sıhhi durumunu ıslaha gitmeye hazırlanıyoruz." Reşat Nuri, "Anadolu'nun sıhhi durumu TURHAN GÜNAY KITAP Imtiyaz Sahlbi: Çağ Pazarlama Cazete Dergi Kltap Basın ve Yayın A $. Adına Berin Nadi Yayın Danısmani: Turhan Cunay o Sorumlu Mudiır: Flkret llkiz Cörsel nu ıslaha" giden "çiçeği burnunda bu genç idealistin", "paralann zevk ve heyecanını tanıdıktan sonra" ne duruma geldiğini, tam bir gerçekçiliklc gözler önüne seriyor. Kavak Yelferi'nde, bir kasaba gerçekliği içinde ele alıyor, Reşat Nuri Serbest Fırka'yı. Hiçbir romanımızda kasaba gerçekliği böylesinesomut ayrıntılarla verilememiştir. Sabri, sonunda Anadolu'ya döner; roman, Sabri'nin "kasaba ağzıyla söylediği "Ne idelim, sağlık olsun!" sözüyle biter. Bu cümle, "Gençler Anadolu'ya" ülkücülüğünün hazin sonunu da açıklıyor. Kavak Yelleri,bence Reşat Nuri'nin en bajjarılı romanı. Kemal Bilbaşar'ın Denizin Çağırışı (1943) adlı romanı şöyle başlıyor: "Beş saat rötarla, îzmir'e gece yarısından sonra varmak, dcmiryolları idaresi için 'ahvali âdiyeden' olabilir, fakat benim gibi beş sene sapa bir yerde kunılmuş kuçiik bir kasabada, kabuğuna çekilerek, vesvese ve korkularıyla başbaşa yaşamış, bilmediğı bir semanın ve tanımadığı bir denizin maviliğ'inden şifa aramaya çıkmış, karanhkran korkan bir insan için ne büyuk felaket..." Yazar, roman kişisinin belirgin özelliklerini ilk cümlede özetleyivermiş. Bu yolculuk neden? "O küçük kasabada, gizli bir davetin cazibesiyle içimde seyahat arzuları çagıldamaya başladığı zaman..." diyor anlatıcı ama gerçek nedeni birkaç sayfa sonra öğreniyoruz: Anlatıcı, o kasabada beş yıl öğretmenlik yaptıktan sonra, memlekete hizmet ctmek için çırpınan "hükümet doktoru"nun da, "müddeiumumi"nin de, "jandarma kumandanı"nın da, bütün iyi niyetlerine, halka hizmet etme isteklerine karşın, toplumsal koşullar ve yerel egemen güçler karşısında ellcrinden hiçbir şey gelmediğini görüyor. Ve çekip büyük kente gidiyor..." Kasabadan söz cden romanlar yazılmıyor artık. Ya da yukarda kısaca değindiğim romanların düzeyine ulaşabilen kasaba romanları yazılmıyor. Bana öyle geliyor ki kasaba romanlarının yazılmamasının en önemli nedeni, kasabaların yavaş yavaş kentleşmesıdir. Son yıllarda "KÖBrier"den sık sık söz edildiğini biliyoruz: Küçük ve orta büyüklükte işletmeler. Türkiye sanayileştikçe KOBl'lerin dc önemi artıyor. Sözgelimi Bursa'daki otomotiv sanayii, civarda, birtakım küçük ve orta büyüklükte işletmelerin ortaya çıkması sonucunu doğuruyor. KOBl'lerin Anadolu'nun birçok yöresinde başarılı çalışmaları olduğunu gazetelerden okuyoruz. Türkiye, yavaş yavaş sanayileşiyor ve bu sanayi yavaş yavaş büyük kentlerin dışına, Anadolu'daki bazı ilçelere kadar yayılıyor. Kasabalann sanayileşmesi demek, kentleş mesi demektir. Kasabalar sanayileştikçe, eski sorunların yerlerini yenileri alacaktır. Bu koşullarda bir Kavak Yelleri'nin, bir Yağmur Beklerken'in, bir Kuyucaklı Yusurun, bir Denizin Çağırüji'nın yeniden yazılmasını bcklcmemek eerekir. Kasaba kent leşirken, kasaba romanlarının yerini de kcnt romanlan alacaktır. Bunlar, araştırmalara dayanan düşünccler değil... Bu konu da, Türkiye'de Şehirleşme, Konut ve Gecekondu adlı eserini 3. baskısını 1983'te yaptığım değerli uostum Prof. Dr. Ru şen Keleş'in mutfaka söyleyecekleri vardır. Dilerim beni aydınlatır. • ( Nol hmır tcle vızyontından Nılgün Brağlu Maktav, 14 kawn Vm'da yayımlanan Orhan Velı Ih'lgaclınde, Or han Velı \anarak, Nttım Tırali' nin fa toğrafını ktıllan Yönetmen Dilek llkoruro Baskı çağda$ Matbaacıhk Ltd. Sti. Idare Merkezi: Turkocağı cad. No 3941 Cağaloğlu, 34 334 Istanbul Tel (212) 512 05 05" Rekiam: Medya c C U M H U R İ Y E T KİTAP SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle