25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ENVER ERCAN ((fJTf oplu Şiirler 19711995" da I ha önce yaytmlanan 5 kita~ JL bından oluşuyor. 1953 doğumlusun ve ilk şiirin 1970 yıltnda yaytmlanmış ama ilk kitabım geç yayımlayanlardansın sen de... Geç yayımlamak konusunda haldısın. îlk icitabımı yayımladığımda tam 30 yaşındaydım ve içimde geç kaldığıma dair bir duygu da vardı. Çünkü bize öğretilen, bir şairin otuzlarına kadar şair olup olmadığının artık belirlenmesi gerektiğiydi. Bunun bir ölçüde doğru olduğunu ben de kabul edıyorum. Şiir yazmaya çok daha önce başlamış ofrnama rağmen yayımlama konusunda beceriksizlık ettiğimi de biliyorum. Ama buradaki kusur yalnızca bende aranmamalı. Tembellik ettiğimi düşünebilirsin, bu bir ölçüde doğru. tlk şiirim yayımlandığında lisedeydim ve üniversite çağımda şiir yazmama rağmen hemen niçbir şiirim yayımlanmadı. Yani ben açıkçası asıl başlangıcımı 1979'da yaptım. 70'ler benim yazdığım şiirin yayımlanmasına uygun bir ortamı oluşturmuyordu ya da ben o uygun ortamı bulamamıştım. Şimdi düşünüyorum da, bu benim işe bir kuşak geriden başlamama neden oldu. Gerçi DU yalnızca başlangıç için geçerli, kendini kanıtlayan şairler arasında bence yaş ve kuşak rarkı kalmıyor. Ben bunu gördüm... Tanıdığım vc saydığım, sevdiğim, yaşça ağabeyim olan şairlerin hemen hepsi oana vaşıtlarıymışım gibi davrandılar. Şairler bunu bilirler; şairleri yaşlarına göre sınıflayanlar ve eleştiri ve incelemeleri bu ölçüte göre yapanlar şairleri ve şiirin iç dünyasını bilmeyenlerdir. Şimdi asıl başlangıç 1979 olunca ilk kitabımı yayımlamam yalnızca dört yılımı aldı. Hiç de uzun bir süre sayılmaz. Ne var ki benim yaşıtım olup da o zamana kadar ilk ya da ikınci kitaplarmı çıkarmış olanları hep kıskandım. tlk kitabın "Elinden Tutun Günü", izlekleriyle, dize ve imge yapılanyla farklt açtltmlar gösteren şiirlerden oluşuyor. Yahya Kemal'deki müziğin de farkındasın, Ahmet Haşim'deki "re$im"in de. Ama Garip şiirine de, tkinci Yeni'ye destcak bakıyorsun. Özellikle de CemalSüreya'ya tabii. Elbette ki bir dağıntklıktan söz etmiyorum. Ama bir anlamda kendilerini 1980'li yıllarda belirgin kılmaya başlayan şairlerin genel tutumunun bir örneği sanki. Kendtlerinden önceki şiire tepkiyle değil de kavramaya çalışan bir merakla yaklaşılmtştı hani. îlk kitapta o sözünü ettiğin farklılıklar biraz da içerdiği şiirlerin neredeyse 12 yıllık bir zaman dılimine yayılmasından kaynaklanıyor sanırım. Türlü etkiler var o kitaba giren şiirlerde. Uzun gençlik yıllarının okumaları da... Birçoğu naif bir üslubu banndırır. Yalnızca Türk şiiri değil (belki en az), yabancı şiir okumaları da o kitaptaki şiirlerin esın dağarcığını oluşturmuştu. Ama söylediğin gibi, şiirimizin büyük geleneğine de hep saygı duydum. Yine naklı bir biçimde Nâzım'dan söz etmiyorsun. Bende ve kuşağımın birçok şairinde Nâzım etkisi hiç yok, olmadı da. Yalnızca bizim üzerimizde değil... Birkaç kuşak ondan etkilenmeden şiir yazdı. Bu çok acı, böylesine büyük bir şairden etkılenmeden gelişti son dönem Türk şiiri. Nâzım uzun yıllar şiirden kazınmasaydı, bugün çok rarklı bir sentez ortaya çıkabilirdı diye düşünüyorum. Benim üzerimde Yahya Kemal'in belki değil, ama Haşim ve onun çizgisinde gelişen şiirin etkisi olduğunu söyleyebilirim. Yahya Kemal'de nitabet hep ön plandadır, ashnda Nâzım'da da öyledir ve ben bu açıdan Nâzım'ı çok sevmekle birlikte onu modern bir şair olarak görmemişimdir çoğu zaman. Garip şiiri de bana hep uzaktı, ama îkinci Yeni daha SAYFA 6 Tugrul Tanyol ile şiirleri üzerine söyleşi Aşkı ya da hüznü doğal bir biçim içinde yazmak değildi amaç, onu evrensel bir boyuta çıkarmak istiyoraum. Benim aşkımdan kime ne? Onu ancak başkalarının da aşkı duyduğu biçimde anlatabilirsem bunun bir anlamı olabilirdi. Korku, hüzün ve bütün insanlık kadar eski olan duyguları, insanlık kadar eski olan bir başka duygu diliyle anlatmak gerekiyordu. Bunu başarabİldim mi, bilmiyorum. Herhalde tam olarak başaramadım, yoksa şiir yazmayı bırakmış olurdum. Hala yazamadıgım o dizevi anvopum" yakındı. îkinci Yeni'nin yakınlığı belki Ağustos Dehlizleri ile daha da belirginleşti. Yazdığım şiir bağlamında uzaklık ve yakınlıkları bir yana bırakırsak, ben Türk şiirinde ne yazıldıysa okumaya, yetişmeye çalıştım. îyi bir şiir öğrencisi oldum, hâıâ da öğreniyorum. 1980'lerin başında benim gibi düşünen arkadaşlarla tanıştım, vani Türk şiir geleneğini reddeden değil kucaklamaya, bir bütün olarak sevmeye çalışan insanlarla. Hepimiz farklı damarlardan geliyor ve farklı şiirler yazıyorduk ve belki ilk kez birbirine benzemeyen şeyler yazan insanların birlikteliğiydi bu. Bu birliktelikten bir akım çıkması tabii ki mümkün olamazdı, olmadı da, oldurulmasına da çalışılmadı. 80 kuşağı yakıştırması şiir üzerinde yakın düsünen, benzer kaygılar taşıyan insanlan Detimliyordu. Ve bu yaklaşım birçok şeyden önce, henüz postmodernizmin konuşulmadığı bir dönemde oluyordu. Biz Dİle bu fcavramı henüz o günlerde duymamıştık, ama bir şeyleri seziyorduk. Akım ve modalar çağının geride kaldığını hissediyorduk. Benim o dönemde yazdığım kimi yazılar Allah'tan bugün bu söylediklerimi doğrulayan belgeler olarak orada duruyor. "Elinden Tutun Günu'nü'n son şiiri "Akıntıya Karşt", "Bir karşı kıyıdan / bir çocuk beni çaSırıyor / ben / o kıytya yüzemem" diye biterya sanki kitabının "dütu'm'üdürodizeler. Hüzün, scninanaizleklerinden çünkü. Korku da öyle... Henüz bir izlek olarak var, ama yalnızca bende mi var? Hilmi Yavuz bir yazısında ya da söyleşisinde şimdi anımsamıyorum, hüznün Türk şiirinin ana izleklerinden biri olduğunu söylemişti. Çok doğru bir teşhis. Biz o şiirin geleneği içinden geldiğimiz için mi, yolcsa bu coğraryanın bir sonucu olarak mı bilemiyorum, hüzne çok yakın duran insanlarız. Hüznü nefret edilen değil, sevilen aranılan bir duygu haline getirmişiz. Onu eşyalaştırıp, ona kişilik kazandırıp en yakın dostumuz yapmışız. Hüzün duymasak bile hüzün duymayı özlüyoruz. Belki hüzün ve lirizmi hep birbirine kanştırmamızdan geliyor bu. Bu karıştırma bende de olabilir. Şiir yazıp hüzünleniyoruz, okuyan büsbütün hüzünlenivor ve bu çok hoşumuza gidiyor. 'Ağustos Dehlizleri"yle daha bir süzülüyor şiirin. Neredeyse mistik diyebileceğim içrek bir lirizm yoğun olarak belli ediyor kendini. Soluklu/konuşkan, hanideyim yerindeyse, en kaltn akan şiirlerinde bu kitapta... Ağustos Dehlizleri benim şiirimdeki bir sıçrama noktasıydı sanınm. îlk kez o dönemde olgunlaşmaya ve kendimi bana öğreten şiirler yazmaya başladım. Öğreten diyorum, çünkü o güne kadar öyle şiirler yazabileceğimi Ben bile bilmiyordum. Sık aralıklarla ve üzerlerinde hiç oynanmadan, nasıl çıkmışsa o haliyle yayımlanmış ve yazılıp bittiğinde beni şaşkınlığa uğratan şiirlerdi onlar. înanır mısın üzenerinde en az uğraştığım şiirler onlardır. Bastırılması güç hatta olanaksız bir kaynağın fışkırması gibiydi. Biri bittiği anda bir başkası ortaya çıkıyordu. Ama o şiirler daha sonraki şiiryaşamımı da en fazla engelleyen şiirler oldu. Uzun süre yazdığım çok az şeyi beğenir kıldı beni. Bu nedenle olsa gerek bir süre hiçbir şey yazamaz hale eeldim. Bu kıtabınla 1985 Behcet NecatigilŞiir Ödülü'nü aldın ve bir daha hiçbir ödüle ka/ılmadın. Bir tutum mu bu? Odülün önemli olduğunu bilen biriyim, ama ödül koleksiyonu yapmanın da bir anlamı yok. Ödül doğru zamanda doğru kişiyc verildiği zaman anlamlıdır. Bir ödülü önemli kılan birkaç etmen vardır. Odülün taşıdığı ad: Bu bir şairse, önemli bir şair olmalıdır ya da bir kurumsa, edebiyat dünyasırun önemsediği bir kurum ojmalıdır. îkinci önemli etmen jüri üyelerinin kimlikleridir ve belki en önemli üçüncü etmen o ödülü daha önce kimlerin aldığıdır. Bu üçü bir araya geldiğinde o ödul önem kazanır. Siz çok önemli bir ödülü yıllarca yanlış insanlara vererek önemsizleştirebilirsiniz. Kişi hangisi olursa olsun diyerek ödüllerin peşinden koşmamalıdır, başta da söylediğim gibi doğru bir anda, doğru ödülü almalc gerekir. Bir sürü ödül alıp anımsanmayan kimseler vardır, hiç ödul almad'ğı halde dillerden düşmeyenler de. "Sudaki Ankâ"ntn yayımlanma macerastmn ben de tantğı olmuştum. Korsan Yaytn'ı kurmuş ve ilkkitap olarak yayımlamıştık bu "Sudaki Ankâ"yı. Yayıma haztrladığım için üst üste en çok okuduğum kitabın olmuştu. Hüznünü daha da büyütüyorsun bu kitapta. Hafifbir sızı gibi sanki. Actya yakın duruyorsun, ama aşkı da en yoiun soluyorsun. • Kirnileri bu kitabın benim ustalık dönemimin başlangıcı olduğunu söylediler. (Bu sözü ashnda hiç sevmiyorum ve bunun bir övgüyü mü yoksa yergiyi mi içerdiğini asla bilemedim.) O şiirler beni çok zorladı, yani Ağustos Dehlizleri'yle ters orantıîı bir biçimde ve süreçte yazıldı. Yazdıklarımı beğenmediğim, yırtıp attığım, şiirden soğuduğum, zaman zaman nefret ettiğim bir dönemdi o. Sonra nasıl yeniden dönüş yaptım, bilemiyorum... Sanırım yeniden yoğun şiir okumaya döndüm. Tek bir şiir üzerinde neredeyse sonsuzca çalıştım. Şiir vazmak bedenimin ve ruhumun doğal bir parçası olmaktan çıkmıştı. Çünkü bir önceki dönem öyle gibiydi. Şimdi artık daha bir iş, bir görev gibi olmuştu. Benim için artık belli doğallık sona ermişti de daha mükemmel olanı aramak başlamıştı. Ya da şimdi öyle olduğunu düşünüyorum, yazarken de öyle miydi bilemiyorum. Öyle olmalı, yoksa neden şiirlerin tek tek üzerinde onca duruyordum ki? Şunu söylemek istiyorum. Artık Ağustos Dehlizleri'ndeki şiirler beni tatmin etmiyordu, daha iyilerini yazabileceğimi biliyordum ve bu beni zora sokuyordu. îşte o yıllardaki sıkıntım oradan geliyordu. AŞKJ ya da hüznü doğal bir biçim içinde yazmak değildi amaç, onu evrensel bir boyuta çıkarmak istiyordum. Benim aşkımdan kime ne? Onu ancak başkalarının da aşkı duyduğu biçimde anlatabilirsem bunun bir anlamı olabilirdi. Korku, hüzün ve bütün insanlık kadar eski olan duyguları, insanlık kadar eski olan bir başka duygu diliyle anlatmak gerekiyordu. Bunu başarabİldim mi, bılmiyorum. Herhalde tam olarak başaramadım, yoksa şiir yazmayı bırakmış olurdum. Ben hâlâ yazamadıgım o dizeyi anyorum. Belki bütün şairler o dizeyi anyorlar. Belki hepimiz o benzersiz, eşsiz dizeyi arıyoruz. Tek bir dize, onu bulma umuduyla yazıyoruz. O dizeye belki de hiçbir zaman ulaşamayacağız, ama o umut hep yaşamalı. "Oda Müziği" ile o konuşkan şiirin susmanın eşiğine geliyor. Bir ıssızhğı deniyorsun belki. Belki bize "ürperen gölgeni bastır kanayan yerlerine" demek için. Müzikle ilgini biliyorum Tuğrul, bu kitabın serüveninde İchubert, Haydn, Beethoven, Mozart ve daha birçok bestednin olduğunu da. Daha önce yaptığtmız bir söyleside uzun uzun söz etmiştin çünkü. Kitabı yeniden okuduğumda bu kez başka bir şeyi merak ettim: Sen müziğe sanki şiirin de üstünde bir yer veriyorsun... Oda Müziği ile ilgili, yayımlandığı günlerde birçolc kez konuştum. Bu iki yönlü bir arayıştı benim için. Birincisi senin de söylediğin gibi müzikle olan yakın ilişkime ya da müziğe duyduğum borca bir karşılık olsun istemiştim. Peki' CUMHURİYET KİTAP SAYI 405
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle