04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

kavradığını sanıyorum ben. Yazar, buna giden yolun taşlarını bu doğrultuda döşemiş zaten. Nursel Duruel, kahramanların ele alınışında, olay aktarımında öte yandan bir görecelik de çıkarıyor karşımıza. Bu göreceliği, hemen her öyküsünde görebilmek olanaklı onun. Duruel'in öyküleri çoksesli öykuler bu açıdan. Oyküdcn kim, neyi bekliyorşa, beklentisiyle buluşabiliyor çünkii. Öyküleri kıvamlandırıp kıvrımlandıran belki dc bu görecelik. Böylece biz, bir yandan öykü kahramanlarını, zenginleşen duygu yoğunluklarıyla daha yakından tanıyabiliyor; öte yandan onların bakışlarıyla olaylann derinlerine, gizil katmanlarına da inebiliyoHemen her öyküde, Duruel'deki öykü göreceliği ile karşılaşmak olası. Örneğin "Geyikler, Annem ve Almanya"da okur, anlatılanlara üç ayrı kahraman açısından bakmaya zorlanır: Anlatıcıtorun, anneanne, anne. Ama bu yetmez. Her nesneyi sırlayan ay, bir başka görecelik daha taşır önümüze. Bu da şiirin göreceliğidir belki, kim bilir. Bu hava, bananın da farklı değerlendirilmesine yol açar. "03 Nöbeti' nde de Saliha ile diğerleri, birbirlerine karşı görece zorlu bir çatışmaya girer. Saliha nın telefon santralındaki nöbetidir anlatılan. Okurun, bu nöbetteki yoğunluğu, bunaltıyı duymaması olanaksızdır. Ama nöbeti bitip de, kendini trene attığında Saliha, yeni bir evrenin açılımı başlar. Bu kez de iki sıra ötesindeki delikanlıların görece bakışı girer öyküye. "Fırıncı Şükriye", insanın gırtlağına umruklar indiren, genzini yakan bir öyü. Buna benzer bir sarsıntıyı, yıllar önce Osman Şahin de yaşatmıştı, "îzmir Bekir" adlı öyküsüyle'". Duruel, "Fırıncı Şükriye"de, yine öykü göreceliği ile ele alır kişilerini. Nitekim anlatıcı Halise, Fırıncı Şükriye, Habibe Kadın.gelin, hatta Urkuç Nine, hatta hatta faşist olduğu sezdirtilen torun bile, kendi göreceleriyle boy gösterir hep. "Nereye" adlı öyküsünde ise Duruel, bir yandan kasaba dokusunun durağan ama yine de canlı, capcanlı, "kıvıl kıvıl" yaşayışıyla baş başa bırakır okurunu, bir yandan da hareketli, ama yine de yapay, bu nedenle ölmemişse bile önünde sonunda ölecek bir yazlık sitenin mekanik yapısı ve ilişkileriyle karşı karşıya getirir. Gerek bu uzamlar, gerekse buralara yerleşmiş kişiler, uzamsal ve kişisel bir görecelikle öyküde yerlerini alırlar. Ökur, onları, öyküye ustalıkla yerleştirilmiş bir ayrıntı ağı içinde tanır. Hem kasaba, yazlık; hem de kişiler, nakışlanmış bir ayrıntı yumağı içinde boy gösterir. Özelliklc, duygusal yapı, şaşırtıcı bir saydamlığa erişir. Düşünselliğin yoğun olduğu öykülerde görecelik, felsefesel bir yatak da yaratıyor sanki kendine. Geyikler, Annem ve Almanya'daki "Ölüm Aralarında Kaldı", "Nereye", "Minareden At Beni In Aşağı Tut Beni", aynı zamanda görcceliğin yoğun biçimde görüldüğü öyküler. 1 lele Yazılı Kaya'da, düşünsel yoğunluk doruğa çıkarken, öyküscl görecelik de, buna uygun bir aşamaya ulaşıyor. Nitekim yapıttaki her öykü, öyküsel göreceliğin parlak birer örneği! Nursel Duruel öykücülüğünde birer ana damar sayılabilecck şürsellik, düşünsellik ve görecelik üzerine kuşbakışı bir değerlendirmeyle söylenebilecckler bunlar kısaca. Şimdi Nursel Duruel öykücülüğündeki ara katmanlara göz atabiliriz artık. Oyle ya, bu öykücülükte önemli ycr tutan "işçilik"te de kimi ayrıntılar söz konusu. Özellikle dil işçiliğindeki ayrıntılar büyük önem taşıyor. Duruel'in binbır güzellikle bezediği, oylumlandırıp nakışladığı öykülerinden bir iki örnek daha aktarayım ilkin. Şu tümcelcri Geyikler, Annem ve Almanya'dan alıntılıyorum: "îki adım ötesindeKİTAP SAYI ruz. f ki göçerler dürbünün tersiyle bakılıyormuşçasına uzaklaşmış, ufalmışlardı. Sesleri alacakaranlığın hafif yankılanan uzaklık sesiydi."; "Birlikte vaşamadılar, sözcükleri yaşadılar. Tanışıklıkları bundandı." ("Olüm Aralarında Kaldı", ss2829); "Yumuşak yumuşak seni nasıl sevdiysem öyle sevgim gibi ağlayacağım"; "Son yıilarda sanki o benim büyüğüm. Sabahları saçlanmı okşar, 'Güvercin anam benim', diye öpcr, işe giderken. Saçlarım iyice aklandı da ak güvercinlere benzermişim o yüzden."; "Namazda selam verilir, değil mi? Ikiyana, meleklere? Benim selamım sizedır. Anana ve sana. Ve genç ömrünü cephede bırakanlara. / Habibe Kadın'ın tokmaklı sopasıyla kapıları vurup herkesi ayaklandırdığı, 'Komşular ölü müsünüz kalkın komşular, müjdem varmüjdeemm.. düşman Afyon'dan sürülmüş' diye ortalığı yıktığı sabahın üstünden yıllar geçmişti. (...) İki göz evinizde iki kadın bir çocuk oldunuzdu. Bir de inek. Adı Sulhiye. Sabahları Sulhiye'yi evden erkek uğurlar gibi katardınız sürüye. Aksamları, Sulh'üm dönmüş, memeleri dofmuş diye kapılara koşup sevinçle karşılardınız./Nıahallede adınız 'Kaçık karılar'a çıktıydı. Barısın değerini bedelini ödeyen biliyor Ablam.' ("Fırıncı Şükriye", ss.343539); "Baba, torunlarm ve komşu çocuklarının gördüklerini olduğu gibi kavrayamayıp ölümün büyüsünü katmerlendıren bakışları altında bahçenin uzak bir köşesinde yıkandı. Uzun aramalardan sonra bulunan defne yapraklarıyla süslenmiş, bir tabuta kondu vc ilçenin çıkışındakimezarlığagötürüldü. (...) Bir insanın cenaze töreninden çok bir dönemin kapatıiış töreni yapılıyor gibiydi." ("Nereye", ss.5051). Bu alıntılar bile, ilk öykü kitabında, Duruel'deki öykü evreninin ne denli dolu, ne denli coşkulu, ne denli göz kamaştıncı olduğunu gösteriyor bize. Takırtısı pek duyulmayan, eksiğine fazlasına ek rastlanmayan, üstelik nar tancleri gii birbirine bitiştirilmiş, güzel mi güzel bir türkçeyle. Ama okur, öykülerin havasına girdikçe, patlayıp da dağılan bu nar taneleriyle birlikte bulutlara uçu E yor... Ah siz, ders kitabı derleyenler, öykülerden "parça" aktaranlar, siz Duruel'in bu öykülerinden haberli misiniz acaba? Duruel, öylesine ustalıklı, derinlikli, incelikli, duyarlıklı deyişlerle beziyor ki öykülerini, buna şaşmamak elde değil! Şu örnekler, Geyikler, Annem ve Almanya'dan: camı geçen ayışığının sesi; camdan geçen ışık okları: yanaklara, gözlere konan gül yaprakları; saydam pembe; çağıltısı insanın içini hoplatan dere; suların kahkahası; sayısız yıldızcığın pır pır ettiği kirpik; göz kapaklarını öpen güneş; haşarı su damlası; süt gölü; ağustos ıssızı; yasdaş canlılığı; solgun ay tenlilik; ağır yaralann ılık uyuşukluğu; bahar gibi patlayan özlem; çatal iş donu; hayatın değerini birden bire anlayıvermiş gibi isteklenme; yüreğin enginliğince sevme; son hizmette eli olmak; ayda âlemde uğramak; şelale saç; bayırları düzlüğe dönmek; uslu inekler gibi sağılıp giden nazlı su; serinleyememiş ıssız sokaklar; çocukluğun pırpırları; yaşhlık uykusuna dalan lcasaba; tembel ve sevecen dil; kedi kayganlığı; hüzünden boşalmış gözler; sağır bulantı; insanın sonsuz cenneti ve sonsuz cehennemi çocukluk; paralı ten alışverişlerinin kiri vb. Bu arada yerel söyleyişten kaynaklanan ya da uzaklardan esintiler getiren kimi sözcüklerin de altı çizilmelı: Mallanmışlık, eseriklilik, eklemelik, ırgalanmalc, kostak, irim, kıvıldanma vb. Yazılı Kaya'dan: Gözlerinin siyahı sivrilmek; kayda geçmemiş hayat; toz bulutu zaman; uyku gözü; karaydın; sesleri azdıran gece; bakır ışıltı; hançer ıslıkları; buğday ışıltıh diş; uğultulu geçit; gebe rüya; gün batımı kınalaması; minyatür laciverdi; biilur su kutusu; gece kırpıntısi; düs kesesi; mevsimleri olmayan yazarlık; Yunus rengi; yüreği kireç ocağına su damlamış gibi göz göz etmek; cumartesi ülkesi; yaz ikindisi; ağırlığı kalmamış kozalak; seğriyen damar; arsız sıcak; evlilik mübarekesi; kışkışlanan kuşku; kılcal doku; taş beyazı vb. Sonra şu sözcükler ve kavramlar: Sönümlenmek, yıvışık, hatıl, dünür (Duruel, "dünürcü" yerine "dünür"ü kulla nıyor: "Evlerine dünür gelen kızlar..." ("Su", s.32)) çılbır, çömmek, selvi ("servi" için, kahramanına böyle söyletiyor yazar), arık, ("ark" için kahramanına böyle söyletiyor yazar)... Geyikler, Annem vc Almanya ile Yazılı Kaya'daki deyişler, sözcükler karşılaştırıldığında, Yazılı Kaya'da, öncekine oranla soyutlamanın arttığı ve yayıldığı gözleniyor. Ne ki soyutlamanın, kapalılığa yol açmadığını anımsatayım bir kez daha. Duruel, bu devişler, sözcükler aracılığıyla uçsuz bucalcsız bir Anadolu coğrafyası seriyor gözlerimizin önüne, sonra bin yıllar arasında gidip gelen bir uygarlık tarihini... Öte yandan Duruel'in, tek biryöreyi (diyelim Afyon yöresini) değil, tüm yöreleri tam bir yetkinlikle aktarmayı başardığı görülüyor. Anadolu'nun kültürel çeşitlüiğine ve doluluğuna yaslanıyor bu aktarma. Sonra okuru varsıllaştınp mutlandırıyor, yoğun bir doyuma götürüyor onu... YörÜK kilimlerindeki geyikler, Ege'nin portakal bahçeleri, Afyon'daki yoksul bozkır dokusu, yazlık sitelerin bunaltıcı havası, kil tabletler, her geçen gün biraz daha kaybolan Istanbul, Kurtuluş Savaşı, antik kentler ve yerleşimler vb. okurun evrenden evrene, düzlemden düzleme geçmesini, akmasını sağlıyor öykülerde. Zaten küçücük bir "taş parçası 'na bile sevgiyle yaklaşan bir yazar o! Doğrusu etkilenmemek elde değil bundan! Dupduru, pırıl pırıl bir söz dizimi var Duruel'in. Inceliklerleörülmüş, ölçülüp biçilerek yerlerine yerleştirilmiş sözcükler. Türkçe olmasına büyük özen gösterilmiş hepsinin de. Söz dizimleri, kulağa hoş gelen bir tartımla yüreğine doluyor okurun. Bütün bunlar için olağanüstü emek verildiği ortada! Bu yüzden olmalı, Nursel Duruel'in anlatısında dil, okurun kolayca kendini kaptırmasına da yol açıyor. "Fırıncı Şükriye"de "helalleşmek" yerine "helallaşmak" deyişini kullanıyor sözgelimi Duruel. Bana kalırsa iyi de ediyor. Pek çok kişinin olur olmaz yerde kullandığı "keyir" sözcüğüne, bakın nasıl bir bulmuş Duruel:"Âyakların keyifli sallanışı, arabadaki bütün yetişkinleri neşelendiriyordu." ("Atlarını Sürüp Geldiler (Yol Yenisi)", s.36) Şu da "tat" sözcüğünün oturtulduğu bir tümce: "... O kadını dinleyen ve dinlerkcn anlatılmaz bir tatla dolan..." ("Çöl ve Yazılı Kâğıtlar", s.73). Görüldüğü gibi öykülerini yazmıyor da dokuyor sanki Nursel Duruel... Peki arada hiç mi iplik kopmuyor, hiç mi takırtı gelmiyorkulağa, hiç mi rastlanmıyor aksamaya?.. Yazarın özensizce seçip kullandığı şu sözcükler örneğin: Gayriciddilik, teklif, mekân, mucize, ima, mana, mutabık, mesaj vb. Sırası gclmişken, gözden kaçmış bir iki noktanın üzerinde durayım. Geyikler, Annem ve Almanya'nın bir yerinde şöyle diyor Duruel: "Öğle yemeklerinden sonra uyuşmuş beyinler lagarlaşmış gövdeler denizanaları gibi serilir kalırdı ikindilere dek." ("Nereye", s.53). Atatürk TDK'nun yayımkdt^t 7'ürkçe sözlük, "lagar" için "arık" (eti, yağı erimiş, zayıf, kuru, sıska), "etsiz" karşılıklannı veriyor. Duruel'in "lagar"ı bu anlamd^ kullanmadığı açık. Öyleyse nereden geliyor bu sözcük ve neyi anlatıyor? NurselDuruel, hem "arnavut kaldırımı"nı (s^VA'azar, sözcüğü ayrı yazıyor), hem de "arnavuttaşı"nı (s.37) kullanıyor. "Meyva" (s.21) ve "meyve" (s.25) yazımında olduğu gibi, yazarın dalgınlığından mı kaynakıanıyor bu, yoksa bu sözcüklerle ayrı anlamlar mı dile getiriliyor, anlayamadım. Bu arada kimi yazım yanlışlarına darastlanabiliyor Duruel'de. Örneğin Geyikler, Annem ve Almanya'da "sümen" (doğrusu "sumen"); Yazılı Kaya'da "maSAYFA 11 Deyişler, sözcükler... Dupduru, pırıl pırıl bir söz dlzlmi var Duruel'in. Incellklerle örülmüs, ölcülüp blcllerek yehertne yerlestlrllmls sözcükler. 405 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle