Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
türündc. O bakımdan tür için kötümser olunmayabilir. Çiinkü kendımizi tanıyabilme yetimiz var, eğlenme, hayattan zevk alabilmc yetilerimiz var. îstcklerimizin bitmeyeceğini bilmemiz gerek. Evet istcklcrim var ve onlar hiç bitmeyecek. Herhalde yazarlar, düşünürler, sanatkârlar bunu yapıyor. Kendimizi tanımanın dcöişik hallerini ortaya koyuyorlar. C) da düzenin ya da kendisini bir yola koymuş ve sadecc o gittiği yolda kendisini tanıyan insanların hoşuna gitmiyor. Türün kendisini tanıma, açıklama çabalarının türün hoşuna gitmediği dönemler oluyor çoöunlukla. Homoseksüel, zenci, AIDS'li Amcrikalı erkeklerin 'Marlboro'yu seviyoruz' yürüyüşü vardı, Cennetin Dibi'nde... Toplumun korktuğu marjinal azınlıklar, çocuğunun öyle olmasını istemediği kimseler... Şirkct bu tür bir reklamt dava etmeye kalksa sivil toplum örgütleri ayağa kalkacak. Ses çıkarmasa imaj bcrhava. Reklamt kendi mantığı içinde yıkmak için dahiyane bir fikir gihi geldi bana. Herhalde uluslararası bir şirket kendi imajı kullanılarak ancak böylc çökertilebilir. Eskiden Türkiye de otobüs kazalarında kaza görüntüleri verilirken firma ismini kapatırlardı imai zedelenmesin diyc. Mesela ABD'de birçok kişi Mc Donalds'a dava açıyor. Bir tanesi kahve sıcak diye dava ctmişti. Kahveyi dökmüş bir gün birisi hamburger yerken üstüne. Yanık oluşmuş. Hemen dava etmiş tehlikeli dereccdc sıcak kahve veriyorlar diyerek. Galiba mahkemeye yansımadan nalletmişlerdi. Çünkü Mc Donalds firması kazanacak olsa bile kendisi ile ilgili bir meselenin mahkenıeye intikalini istemiyor, basına yansıyacagı korkusuyla. Parayı verip konuyu kapatıyorlar çoğu zaman. Yeter ki haklannda olumsuz bir imaj oluşmasın. Bir şey bulup dava açmaya hevesli çok insan var. Yılın bir bolünıünü tngiltere'de geçiriyorsunuz, ruhbilim cemaatlerinin durumu Batı'dan nasıl gözüküyur? Psikiyatride çok net olaıı bir şey var. Biyolojik paradigmanın yoğun bir saldtrısı var psikiytaride. Beynı en ince detaylarına dek araştırmak ve bunun için müthiş pahalı tıbbi teknolojilerin kullammı gündemde. Benim çocukluğum akıl hastaları arasında geçti. Babam psikiyatristti. Ve ABD'dcki hastanelerin çoğu üniversite kampusu gibi. Büyük binalar, geniş kırsal alanlar. Doktorlar ve hastalar aynı mekânı paylaşırlardı. Doktorlar da orada otururlardı. Ben bisiklete binmeye gitiğim zaman yanımda bisiklete binen o hastanenin "hastaları" da vardı. Doktor çocuklarıyla da oynardım, "hastalarla" da. ABD'de üniversitede meslek seçmeden oradan buradan değişik dersler alıyorsunuz. 3. yıla geldiğinizde bir konuda yoöunlaşmanız isteniyor. Baktım ki zaten bütün derslerimi psikolojiden almışım. Osmanlılar köylere yollamış "hastaları". Vergiden muaaf tutuyor köyü. Orada o köy hayatı yaşıyor, süt sağıyor ekin biçiyor. ü köyün nayatının bir parçası oluyor. Aslında hâlâ kasabalar için böyle bir şey var. Ben kasaba kökentiyim. Orada mahallenin bakkalı, kasabıyla eş meşruiyettedirler. ülmazlarsa o kasabanın günlük hayatının içinden birşey eksikmiş hissini verirlerdt. Şebir sanıyorum... Şchir, cemiyet. Cemiyet olunca ailc sorumlu değil, apartman sorumlu değil. Cemiyetin kurumları sorumlu. Işte polise telefon ediliyor, hastaneye telefbn ediliyor. Başka bir yere aktarılıyor sorumluluk. Sadece delilere özgü bir şey de değil bu. Kalp krizi geçiren, epilepsi nöbeti geçirenin üstünaen insanlar basıp geçiyor. En fazla bir taksi durduruluyor: vicdan, taksi şoföriine kadar geçerli oluyor yani, şehire ait bir jey. Evet. Batı'da sizin dediğiniz gibi durum. Antipsikiyatri de tedavülden kalkmış gibi görünüyor. Artık alternatif, marjinal dergilerde bile bir yığın terapist reklamı var. Azınhkların ya da eşcinsellerin dergilerinde. "Sorunlarınıza anlaCUMHURİYET KİTAP SAYI 343 yışla eğilecek zenci eşcinsel terapist" gibisinden. Entegre oluyorlar. Bir azınlık kisvesi altında bir otorite olarak psikiyatriyi dikte ederek, bir psikosömürü sürdürüyorlar. Beyaz adam zenciyi anlaya maz, ama zenci zenciyi anlayabilir havasında. Iki binlı yıllart nasıl düşünüyorsunuz psikiyatri, psıkoloji alemi açısından? Daha çok ilaca dayalı olacak herhalde. Genetik ağırlıklı olacak. ABD'de telefonla terapi yapanlar var. Hastanız California'da siz New York'tasınız. Tedavi kasetleri olabilir belki. Kendi kendine psikoterapi. Nasıl şimdi zayıflama için videonun önüne geçip harckctler yapıyoruz, belki psikiyatride de öyle şeyler olacak. Şikâyetlerinize göre ünlü psikiyatrın c, d, x bantlarını alacaksınız. Iyileşeceksiniz... Belki egzersiz yaparken sokakta kosarken kulağınızda ıvalkmanler o kasedi dinleyerek... Hem zayıfla hem terapi, hobiniz de fbtografçılıksa bileğinizde de bir fotoğraf makinesi, koşarken bir yandan da fotoğraf çekeceksiniz. Şahane! Hatta parkta koşarken karşı yönden koşanla karşılaşıp kaset değiştirerek insani iliskiler bile kurulabilir. Sen daha çok hangi kasedi dinliyorsun. Şu çok iyi bak tavsiye ederim gibisinden... Gülümsemek ö'nemli gibi geliyor bana her şeye rağ'men. Mesela iste çene kaslarının kasılmasıyld ortaya çıkarılan plastik bir sev de deniliyor, gülümseme için; çok pazarlanabilen bir şey olarak da sunuluyor bugün şirket yöneticiliğinde gerekli bir şey falan deniyor. Ama aslında benim algıladıg'tm gülmenin çok özel, insana özgü bir şey olduiu ve öyle olduğu sürece de çok yaşanası bir şey gibi geliyor bana hayat. Evet. Yüz kızarması da gülme kadar önemli. Onıın artık kaybolduğunu sanıyorum. İnsanların yüzü kızarmıyor artık ve türden silinip gidecek sanki. Bir nevi ahlakın olmaması gibi bir şey. Ahlaksız olmayacaöız, ama bir nevi amoral bir dünya. Ahlak diye bir mefhumun kalmadığı bir yere dog>u bir evrimi var türün. Romanlarda görmüyorsunuz. Günlük hayatımızda "Yüzüm kızardı" diyen bir insan duymuyorsunuz. Artık pek farkında değilim yüzümün kızardığının. Türden önemli bir özellik çekiliyor. Hetişim araçlanndan yaytlan "ne hayal ne gercek" belirsizliği insantn da giderek bir cykorg haline dönüşmesini etkiliyor. Kızarmantn yant sıra yüz ifadesi de artık canlı bir ifade olmaktan çıkıyor. Apatik, mimikten yoksun yüzlere doğru da bir değişim var. İnsanların yakınma dizileri içinde gercekten de yüz ktzarması yoğun değil artık. insanlar şikâyet etmiyorlar hundan. Mesela yoğun düşük gelir grubundan insanların yaşadıSı yerlcrde bir çalışma yaptım. Orada da birisini kırmak üzmek gibi bir dertten öte yeterli ölçüde girişimci, iş bitirici olamamak, bu anlamda yeterincc kendini ifade edememekle ilgili olarak bazı ortamlarda çekingenlikten, utanmaktan, yüz kızarmasından yakıntlıyordu. Yani girişimciliği beceremediği için yüzü kızarıyor. îlginç! Artık rezil olmak korkusu birisine hakstzltk etmek, yardım etmemek, ondan gerekli olan zamanda dostluğu esirgcmekten farklı olarak yeterince iş bitirici olamamak noktasına doğru yer değiştirdi. Birçok yerde rezıl olarak meşhur oluyor insanlar. Ne kadar çok rezil olabilirseniz o kadar fazla basında yer alabilirsiniz, o kadar çok öneminiz ve fiyatınız artıyor. Bir de artık toplumun rezillik eşiği de yükselmiş durumda. Sıradan rezaletler ilgi uyandırmıyor. Aslında ber jey bir yana iyimsersiniz. Öyle. Francis Bacon'un bir sözü var: "Hiçbir şey hakkında iyimser değilim, ama iyimser bir insanım" der. • Cennetin Dibi Modern Toplumlardan Eğlencelik Hayata / Gündüz Vassaf / Ayrıntt Yayınları / 204 s. Cehenneme Övgü / Gündüz Vassaf / Ayrıntı Yayınları/ 240 s. Okur Umberto Eco Yazar, okur, eleştirmen ve edebiyat kuramcısı kimlikleriyle karşımıza çıkan Umberto Eco'nun hoş sohbeti eşliğinde Nerval'in, Dumas'ın, Tolstoy'un, Kafka'nın ve diğer yazarların anlatı ormanlarında kaybolma, yitme korkusu duymadan dolaşmak oldukça eğlenceli. Yalnızca yazarlar için değil, dikkatli okurlar ya aa dikkatli okur olmanın tadına varmak isteyecekler için de ilginç bir kitap "Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti". İLKER DEMİREL mberto Eco'nun Harvard Üniversitesi'nde sundug'u altı konferans metni "Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti" adı altında, Kemal Atakay'ın çevirisiyle Can Yayınlan'ndan Turkçe'ye kazandırıldı. Bu arada Eco'nun "I limiti dell'interpretazione" (Yorumun SınırlarO'nın Türkçe'ye çevrilmeyi beklediğini hatırlatmak isterim., Harvard Üniversitesi'nde her yıl düzenlenen konferansa kültürsanat alanındabaşarılı olmuş ve dünya çapında üne kavuşmuş kişiler çafirılır. Daha önce, yine Can Yayınlan'ndan çıkan, ttalo Calvino'nun "Âmerika Dersleri" adlı kitabındaki metinler de bu konferans için hazırlanmıştı. Ancak, bilindiği üzere Calvino'nun ömrü konferansı sunmaya yetmemişti. Calvino'nun kitabında olduğu gibi, Eco'nun kitabında da önemli yazarların metinlerinden yola çıkılarak yapılan çözümlemeler, metin değerlcndırmeleri ve metinlere bir başka açıdan, değişik bir okur gözüyle balcış var. Calvino ve Eco'nun konferans metinleri ele alınırsa ikisinin de çok iyi birer okur oldukları ortaya çıkar. Bilmem söylemeye gerek var mı, iyi bir anlatıcı olmak için iyi bir okuyucu olmak gerektir. Eco ülkemizde oldukça iyi tanınan bir yazar. Eco'nun filmlestirilen romanı "Gülün Adı" çok beğenildi. Bu romandan sonra yayımlanan "Foucault Sarkacı" da oldukça ilgi çekti. Her iki roman da çok satan kitaplar arasında yer aldı. Eco'nun yapıtlarını anlayabilmek, Eco'nun dünyasına girebilmek için gerekli olduğunu düşündügüm "Açık Yapıt"ının yanısıra "Günlük Yaşamdan Sanata" adlı denemesi de yayımlanmıştı daha önce (Bunlara yakında çıkan "Önceki Günün Adasf'nı da eklemek gerekir. Ayrıça, romanı okumadan önce "Anlatı Ormanlannda Altı Gezinti"yi okumanın daha iyi olacagını düşünüyorum) Bu yıl yayımlanan "Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti", içerik bakımından "Açık Yapıt"ın bir devamı ya da bir parçası olarak görülebilir. Yeni kitabında Eco, iyi bir yazar oluşunun yanısıra iyi bir okur olduğunu da göstetipidir. Bu tür okurların özellilderi, birçok sayfada anlatıOk.NL\M.\KIM).\ fan olaylardan yalAi.rı (.ıyj.vıı r ; nızca önceden kendi bildikleriyle çakışanları, anlatının temel ekseni kabul etmiş olmalarıdır. Öte yandan örnek okur, yazarın anlattıklarının bu ormanda ne işi var, bu anlatılanların tümü şu anda içinde yürümekte olduğum ormanda hangi işleve sahiptir diye sormasını bilen ve örnek yazarı takip eden okurdur. Peki, bu örnek okurun peşine takıldığı, anlatı ormanında izleuiği, gözünden kaçırmadığı örnek yazar kimdir? Örnek yazar "bizimle sevgi dolu bir biçimde (ya da buyurganlıkla veya aldatıcı bir biçimde) konuşan, bizi yanında isteyen bir sestir ve bu ses (...) örnek okur olmaya karar verdiSimizde, uymamız gereken bir talimatlar bütünüdür." Bu yüzden örnek yazarla örnek okur, birbirlerinin oluşmaya başladığı ortamda belirirler. Diyeceğim, örnek okurun filizlenmediği bir anlatı ormanında örnek yazarın sesinden söz etmek güçtür. Gerekte örnek yazar ve örnek okur "okuma sırasında ve okumanın sonunda karşılıklı olarak tanımlanan iki imgedir" Eco'ya göre. Örnek yazarını izfeyen örnek okurun anlatı ormanlannda, yazarını dikkatle izlemesine rağmen, bazı şeyleri, örneğin "kurmaca ile gerçekliği, gerçeklikle kurmacayı" karşıtırdığı durumlar olmaz mı? Olur elbette. Eco, bu karıştırmalan, kendisinin ve başka önemli yazarların "anlatı ormanlarından" verdiği örneklerle, bir bilimadamı titizliğiyle serer ortaya altıncı konferansında. Eco'nun bu kitabı, kuramsal bir yapıt oluşunun yanında, bir konferans metni de olduğu için okunması kolay, ancak anlaşılması ve sindirilmesi için dikkat isteyen bir yapıya sahip. Yazar, okur, eleştirmen ve edebiyat kuramcısı kimlikleriyle karşımıza çıkan Eco'nun hoşsohbeti eşliğinde Nerval'in, Dumas'ın, Tolstov'un, Kafka'nın ve diğer yazarların anlatı ormanlarında kaybolma, yitme korkusu duymadan dolaşmak oldukça eğlenceli. Yalnızca yazarlar için değu, dikkatli okurlar ya da dikkatli okur olmanın tadına varmak isteyecekler için de ilginç bir kitap. • Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti/ Umberto Eco/ Türkçesi: Kemal Atakay / Can Yayınları / 166 s. "Anlatı Ormanlannda Altı Gezinti" ya da U (ormanlanna) nasıl girilebileceğini anlatır. Bunların yanında örnek yazar ve örnek okur tanımlamalarını yapar. Ona göre örnek okur, anlatı oyununun kurallannı anlatının içinde belirleyen örnek yazarın kurallarında kalan okurdur. Ürnek okur kapsamının dışında kalan çoğu okur da, Kİşisel belleğinde olan bir şeyi anlatı ormanında arayan okur ren altı yazısında, anlatı metinlerine SAYFA 13