Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
r tanlar kimlerdi? Kuşkusuz yaşamın tadını yakalayanlar. Sözen çok haklı. Yaşamın tadı, doğanın derinliğindeki coşkuda saklı. Gürol Sözen'in kendi özlemlerini anlatan bölümde Kale'deki öğrencilerine ders anlatan bir öğretmen olmayı düşlüyor. Bu bölümde sanki onun iç seslerini dinleyen bir öğrenci oluveriyoruz. "Böylesine bir okulda okumayı da isterdim, ders vermeyi de. tlk dersim mavi üzerine olurdu. Ikinci dersim mavi ile suyun arkadaşlığı, dostluğu... Uçüncü derste tiim öğrencileri pencereler öniine dizerdim, denize, maviden ve yeşilden mora dönüşen dağlara, bulutlara doğru. Ertesi giiniin ilk dersi güneş, ışık ve karanlık olurdu. tki saat avluda gezinme, oynama izni verirdim. Dilerlerse evlerine, tiyatroy.a, kaleye, deniz kıyısına gidebilirlerdi. Oğleden sonranın ilk dersinde, dün pencereden ne gördiiklerini sorardım. Her birine anlattırırdım teker teker. Sonra avluya çıkanp, tiyatroyu, kaleyi iyi izlemelerini isterdim. Küciik oyunumuza tiyatroda devam ederdik. 5060 metre uzaklıktaki taş basamakların nasıl kullanılması gerektiğini değil, niçin yapıldığını düşiinmelerini isterdim. Her biriniz basamakların, dilediğiniz yerinde durabilirsiniz. Ve akiınızdan ne geçivorsa yijksek sesle konuşun bakalım derdim. Uçüncü eiinün ilk ödevi ise bu kez konumuz düsleriniz. Gece ve gündüz gördüğünüz duşleri anlatın. Düşlerin olmadığı yerde uvgarlık olabilir mi? (s. 446) Düşlerın olmadığı yerde biz ne kadar varız gerçekte. Bu bilinçten çok mu uzağız, o ışığı yakalama çabasını vermenin değerini anlayamıyor muyuz? Nedir bu boşluk? Hep koşullandığımız doğruları izlemekten, güdülmekten bıkmadık mı? Mavi Uygarlık kitabının bir güzel yanı da bunlar galiba. Insana ver diği serüven duygusunun yanı sıra kendimize açılma ve yeni patikalarda kaybolma şansı veriyor, yani sorulanmızı çoğaltıyor, kaçış fırsatı vetmeden. "Dersimizin konusu sesler... Kale'deki öğrencileritne ileriki bir ders gününde insan sesiyle doğanın sesini anlatmaya çalışırdım. Bilemiyorum ama, önce ses ıle sessizliğin ne olduğundan söz etmek daha yerinde olabilir. Ses, sessizlik ve gürültüyü tanımayanın Akdeniz'e konuk olması hoş sayılmaz sanırım. Peki sonra neler öğretirdim? Belki bilinmeyenlerin ne olduğunu... Renklerin dilini belki.. Sonra... Bu işin sonrasının olacağını sanmıyorum. Bir gün bir mektup gelebilir resmi damgafı. "Müfredata uygun dersler yapılmadığından..." diye başlayan bir mektup. Bir şansım olmalı. O da göz ucunda olmadıgım, Kekova, Kale uzak olduğu için kimse umursamazdı belki beni. Unutabilirlerdi. Ben de azıtıp, öğrencilerimle Kale'nin, Kekova'nın, Üçağız'ın bilinmeyenlerine doğru bir motorla yola koyulurdum. Bilinmeyenleri, göremediklerimi bu kez ben öğrenirdim onlardan... Eduardo Galeano'nun Kucaklaşma'nın kitabında (El libro de los Abrazos) bir öykü var, görebilmenin erdemiyle ilgili bir öykü." Diego denizi hiç görmemişti. Babası Santiago Kovadlof, onu denizi görmeye götürdü. Güneye gittiler. Deniz, yüksek kum tepelerinin ardında uzanmış beklemekteydi. Çocukla babası uzun bir yürüyüşten sonra kum tepelerine ulaştıklarında deniz, gözlerinin önünde parlayıverdi. Parıltısı öylesine uçsuz bucaksızdı ki bu güzelik karşısında çocuğun dili tutuldu. En sonunda, titreyerek, kekeleverek konuşmayı başarabildiği zaman babasına yaıvardı. 'Yardım et de göreyim.' (s. 447) Gerçek ne denli hüzünlerle dou. Tandır ekmefll ile üniü Manastır Koyundan bir görüntü. Günümüz insanı doğaya bakmaktan bile ne kadar uzak ve baskalarının vardımına muhtaç. Insanoğlu doğaya bakmak, anlamak ve etkilenmek yerine yokediyor doğayı ve gizemini. Mutluluğu ve geleceğini görmezlikten geliyor Mavi Uygarlık'ın Knidosluların Afrodıt'ı bölümünde okurlarla özellikJe paylaşmak istediğim bir yer var. Bir güvercinın tekneye hüzünlü düsiişii. "Lacivert ve aydınıık sularda yol alırken bir güvercin düşüyor teknemize. Yaralı olmalı. Yakalamaya çalışırken o korkudan, siiriine süriine kaçıyor. Tutuyoruz sonra, teknenin bir kösesinde. Okşuyoruz. Hüzünlü gözleri. Korkuyla kuşatılmı; gözleri titriyor. Göğsünün üzerinde mor bir kuşak var. Mor kuşağı, yarası aralıyor. Bir kutuya yerleştiriyoruz. Herkesin gözü kulağı yaralı güvercinde. Üç gün boyunca bizimle denizleri, koyları aşıyor. Değişik r.üzgârlara tanık oluyor. Uçüncü gün uyanıyorum erkenden, güneş yüzüme ilk ışıklarını vurduğunda. Kutusunun yarı örtük kapağını aralıyorum. Gagası yarı açık. Gözünde hüziin ve ölümün soğukluğu. Kanatlarındaki gri ve lacivert çizgiler bu ölüme başkaldırıyor. Sanki kanatları gövdeden aynlıp bir başına havalanacak gibi. Doğanın t.şnrıları onu çağırıyor. Olüm, Akdeniz mavisine bu denli yakm durmamalıydı." Beni bağışlayın, bura(Ja kendi şiirimden bir alıntı yapmadan duramayacağım galiba. Hani bir umut vardı MAVİ. çekilirdi şimdi gri bütün anlamlar... Hüzünle ne kadar içiçe bir yaşam. Bizleri Ege ve Akdeniz'in güzelliklerine zevkli bir yolculuk yaptıran, 460 sayfa gibi görünse de sonsuzluğun kapılannı aralayan Mavi Uygarlık'ın görkemli Akdeniz Mavtelnde Bir Ötum vaya MavlHüzün dünyası, sözcüklerin çok ötesinde bir zenginlik. Evet, ben de bir Akdeniz vurgunuyum. Mavi Uygarlık'ın sayfalarında gezinmenin inanılmaz keyfini sizlere de mutlaka öneriyorum. "Sevdiğiniz çiçek milyonlarca yıldızdan birinde bile bulunsa, yıldızlara bakmak mutluluğumuz için yeterlidir" SaintExupery'nin Küçük Prens'ini de sevgiyle andıktan sonra, tanmm yazısına nolcta koyup, Gürol Sözen'le yaptığım söyleşiyi özetlemek istiyorum. Türkçc ve Ingtltzcc olarak beşbın adet bastlan Mavi Uygarlık kıtabtnızın oluşumu da ayrt bir serüven olmalı. Karadakı uygarlıklar arastndakt gezıntıler, bereket anadan, Dtonysos'a, Artemıs'ten Poseıdon'a gtdıp gelen zaman dılımlerının de kendi içtnde bir öyküsü olmalı Kıtabın bazırlanıs süresintn 810 yıl gıbı bir zamanı kapsadıiım bilıyoruz. Stztn için nasıl btr yolculuktu bu? • Her şey kendiliğinden oluştu. Hiçbir önyargım yok. Resmim ne ise yazım da o. Doğrusu çok yapmak istediğim halde plan yapamıyorum. Yaptığım zaman da elim ayağıma dolanıyor. Dostlarımı bir yere sürüklerken önce coşturuyorum, sonra da kendi başlarının çarelerine bakmalarını istiyorum. Çünkü mutlak aksaklıklar çıkıyor. Buna karşın herkes bu yazgıya razı olduğundan kendimizi doğanın çılgınlığına bırakıyoruz. Yapılan tüm yoculuklar yazmak için değil, gezmek, kendi gerçeğimizin dışındaki gerçeklere tanık olmak, onların gizemlerini çözmek ya da efsanelerini yakalamak içindi. Bu nedenle deniz yoiculuğunda arkadaşımın teknesiyle akla gelmeyen yerlere gittik. Ben coşkudan kaynaklanan deliliği seviyorum. Ama bu toplumda insanı doğru dürüst delirtemeyeceklerini de biliyorum. Çocukluğumdan beri hep geziyorum. Belki de teni etkileyen Anadolu toprağındaki kimi zaman zorunlu kimi zaman istekli gezintiler bu kitabın kaynağını olusturdu. Trenler, göçler, at ve katır sırtınuaki dağbaşları, sandallar, yürüyüşler hep birer parçası bu işin. Biliyorum, yaşamım büyük bir serüven değil. Avcının düşü benüe yok. Ama her gezdiğim tanık olauğum her şeyın bana çok şey öğrettiğini biliyorum. Reşke 20. yüzyıl, 20. yüzyılın masalı olarak doğada geçseydi. Doğayı ben ağaçlar, çiçekler, böcekler olarak görmüyorum. Doğanın yok edilmesi, ağacın, suların yok edilmesiyle ilgili değil. Bu mutluluklarla beraber, ışığın, renklerin, müziğin, şiirin, hatta Tragedya'nın bu doğrultuda masalların da yok edilmesi anlamını taşıyor. Dillerini bilmediğimiz, yaşama biçimlerindeki gizlerine tanık ol madığımız nice başka topraklardaki insanların da inanın kaygıları ortak. Birbirimizden çok uzak olmamıza rağmen onların her birinin sofralarına da oturacağıSAYFA S Ysşam.BtrDüşvBKeyti insanoğlunun hüznünü ve kısa süreli Gürol Sözen'ln Mavi uygadık'tan eslnlenerek yaptığı bir resim. CUMHURİYET KİTAP SAYI 318