05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

düzlemde, dipten dipten Ortadoğu'nun efsane dcposundan beslenirken, vurucu kristal sözü ve fragman müziğini aradı. Ancak bu arayış Caproni'nin "acıtan neşe"si (bu neşe tüm XX. yüzyıl Avrupa şiirine egemendir) içinde, yaşanmışlığın önüne yerleşecek ve som bir modcrncilik bilinciyle simgesel büyüyü bozmaya soyunan bir sözün peşinedüşecektir. Bizi Batur'un sık ve keyifle alıntıladığı Tristan Corbiere'insözleringötüren, gene aynı neşedir: "Gülüyorum" der Corbiere, çünkü canımı yakıyor bu. Ve Batur: "Benim sorunum ancak gülerken canı acıyabilenlerle paylaşılabileçek türdendir." Batur'un bir söyleşide Samtç'tan söz ederken dizenin, DanteBakîPound ideal zincirin doğal bir sonucu olarak kuruldıığuna değinmesi önemlidir ve şiirini doğru okutacak bir anahtar niteliğini taşır: Osmanlı cdebiyatının Divan'ına, Batı edebiyatının Canzonierc'lcrine hazırlayan bu uzun şiirler Pound'un imbiğinden süzülmüş Dante şiirinin ürünüdür sonuçta: Hnis Batur'da "Opera"ya varana cjek fragmanlardan oluşan bu uzun şiir yalnızca metnin biitünü içinde değil, konunun geliştiği ana yatağı oluşturan çok özel dilsel/sessel bir oyun içinde kavranmalıdır. Şairin "döndümkidöndüğüm yerde değildim" dizesi Dante'nin "ölü bir gövdenin düştüğü gibi düştüm" diyen dizesi ile aynı ses kalıbından çıkmış gibidir. Şairin Bu Kalem Bukalcmun (1988) adlı güzelim metinler kitabı gene nesneyi başkalaşıma sokan, onu, farklı biçimlerde durmadan üreterek konu içinde dinamik kılan bir dil tasarısı ü/erine kuruludur ve şairin kendi sözleriyle Munari'nin tasarımlarının yazınsal karşılığı olarak da düşünülebilir. Kitabın adı, dili başkalaşıma sokarken aynı dil içinde orijinal veriyi tüm dokunulmamışlığı ile muhafaza eden bir yazınıtı özelliğini vurgulamaktadır. 1987'de Batur, Üpus Magnum'u, yani 19731987 arası şiir yazısını içeren Yazılar ve Tugralar ile gelir. Kitap ÜULIPO çalışmalarını çağrıştıran ve şairin dille kıran kırana bir mücadeleye girerek hece ve harf düzleminde çarpıtmalara yöneldiği bir seri deneysel metinle sona erer. Tugralar'da Batur gündelik dileyaslanan (ki bu şiirde karmaşık imgeler örgüsünün yüceltildiği bir dönemde büyük bir tarklılık anlamı taşımaktadır), ivedilikleriyle Haiku'nun saydamlığına yaklaşan ve Ungaretti'nin ilk şiirlerini anımsatan kısa lirikler üzerine çalışır. Zanzotto'ya kulak verirsek, Haiku bu ivedilik ve saydamlığa "maksimum düzeye varan bir öz duygusunu yaratacak söz CUMHURİYET K İ T A P S A Y I 14 9 ekonomisi ve fragmanın çekiciliği ile ulaşır, ancak Haiku XIX. yüzyıl sonları ve XX. yüzyd başlarında Avrupa kültür ve şiirine egemen bazı mitler ve ilkeler ile kesin bir ilişki içindedir." Batur'un ilgileri bir mozaik içinde eriyerek Kutsal Yazı'nın ve erime noktasına şairin "yeni ve eski" sesinde ulaşan Doğu ve Batı sentezi bir uygarhğın özgün metinlerinin yankılarını ulaştırır biz». İşte bu bağlamda alaşım liman kenti, rahiın kent Istanbııl simgesel bir anlam yüklenir. ü ufuk bakışı hemen her zaman ufkun karşı noktasına yö neltir ve şairin yazısında ve yaşamında o "iki kişi"yi birlikte ve sürekli olarak yaşatır. Şöyle der şair: "İki kişiyim ben Biri kilitli, ermiş ama külden, (...) İki kişiyim ben ki durmadan ayrıldım kendimden / Nasıl geçti gün geceye bir an olsun bilemeden doğdum ve kasıldım burada / Nabzım uzlaşmasın dünya ile." (Kamlil) Enis Batur'un yazısında çökelen öz, orada duyulması gereken ses bu ret çığlığına ve şairin söylenmiş söz ile söy'enmemiş olanı birlikte yaşattığı bir dilin tüm katmanlarına sinmiş durumdadır: "Ben ki Enis, gururlu cani, ürkek yüzümün uzak av cısıyım / Akdeniz, Eylem ve Boylam ateş alırkenuçufukta"(Kandd). Batur'un şiirinde havada süzülen, uçsuz bucaksız bir alanı gözleyen yırtıcı bir kuşa rastlarız sık sık. Bu alan o kadar sınırsızdır ki Doğu ve Batı'yı, ya da Tarih ve Coğrafya'nın, şeylerin ve metnin potasında eriyen bir dilin ikiliğini içerir şaire göre. Konunun üreteceği sözün içinde, söylenmemiş sözü saklı tutar ve sınırda bir yerde, sözün büyüsünde, henüz oluşmamış bir madde gibi barındırın onu. Mario Luzi'nin son şiirlerinden birinde dediği gibi: "birileri susuyor / ve de susmamalı / henüz söylemeyen bu dilde." Enis Batur'un Rimbaud ile birlikte "sözün simyası" dediği şey, şairin yırtıcı bir kuşıın gözünden bakarak bu ara bölgede bize bir ikilik gibi görünen şe yin sürekliliğinde doğar. Böylece söz kutsallaşmış, "messianic" kimliğini giyinir; "messianic"tir zira iyiliği ve kötülüğü, birbirinin karşıtı olarak değil, birbirinin tamamlayıcısı olarak insanlığa haber verir. Metnin bütününde yayılan sessiz düzenleme sözü güçlendirerek dizeyi kurar ve bu karmaşık olguyu okura duyururken Enis Batur'un mitik ve modern ses'in öyküsünü anlatır. Batur'un baştan beri taşıdığı, 30'lu ve 4O'lı yıllarda Ermetik'lerin yaşadığı kaygıya benzeyen ana kaygı gerek dışa gerekse içe karşı oluşan soyutlanmayıkırmak, şiir ile dünya arasındaki farklı bir ilişki kurabilmek kaygısı oldu. "Fildişi kulesine" çekilmiş görünmesine karşın, aslında şairin soyunduğu büyük kavga tarihin sunduğu kesinliği al lak bullak edecek karmaşık bir imgelem geliştirerek, lineer / sığ bir şiir diline diklennıek, günlük yaşamla iç içe, yoğun ve çetrefil bir şiir dilini kurmak anlamını taşıyordu. Bu,biranlamda Batur'un Gri Divan'da dediği gibi "soyutlama dozu yüksek bir şiiranlayışından öyküleme dozu yüksek bir şiir anlayışına geçiş" sürecini yaşamasına yol açacaktı. Süreç, Batur'un şiirinin yaklaşık 20 yıldır içinde geliştiği ana yatak olarak tanımlanabilir: bir yolculuktan söylemsel dissimetri'ye kadar. Son söyleşüerinden birinde, kendi kuşağının geçirdiği evrimden söz ederken, bu kuşağın karizmatik Avrupa Sembolizmi'nin birikimini bilinçli ve köktenci bir biçimde alrüst ettiğini belirtirken, değişen zaman içinde kuşakların üzerinde durdukları nesnel zeminlerin de değiştiğini vurguluyor ve birkaç "hülyalı örnek" getiriyordu: Batur şiirini bir ret mührü ile kilitleyen Rimbaud (şair sahip olduğu her şeyi ardında bırakarak çeker gider) sanrı dünyasına 'evet' diyen Baudelaire, dünya ile ilişkisini asgariye indirerek "mutlak"ın peşine takılan Mallarme, Kendisinin bu bağlamdaki konumu ile ilgili olarak şöyle sürdürüyor sözünü: "Oldukça erken bir saatte, '73'de Paris'te, hayli debelenmeyle geçen altı ayın arkasından şunu fark ettim: Ben cinnetimi organize etmekdurumundaydım. Eğer cinnetimi organize edemezsem, cinnetim beniboğar." Aynı organizasyon zorunluluğunu Sembolist Düşünce adıyla düzenlediği antoloji için yazdığı önsözde Mario Lu/i de öncelememiş miydi? "Şair, diyordu Luzi düzeni fantezinin ateşinde eritir, ilişkilerin özgürlüğünü yeniden keşfeder. Maddenin dağınık, düzensiz enerjisi ilc. bütünleşir. Şiirin nıutlak gücü elementlere öz varlıklarını ve güçlerini yeniden kazandırma yetisindeyatar". Luzi'nin yorumundan hareketle bakıldığında Batur'un, şiirin bu "dağınık enerjisi"nden de taştığı söylenebilir, çünkü şair "bir yandan parçalanmış bir dünya içinde" yaşadı»ını b'lir, bir yandan "bu paramparça dünyayı bütün totaUiği içinde kucaklamak" ister. Bu arzu, anlamını tüketmiş, kutsallaşmış Batı sözüne yeniden hayat verecek bir aorta dönüşerek, tüm gücüyle Doğu imgeleminin kaynağına uzanır. Batur'un imgedünyasında"göğün ikiyarısının" bir araya gelmesi bir raslantı olmaktan çok, yokuşun sonunda varılmış bir duraktır. Batur'un şiirindeki profetik ses, yolculuk imgesi. tarih ve fantazmalarla tıkabasa doldurduğu çıkını sırtında yollara düşen bir ben\n bitmek tükenmez arayışı bu konumu kuran puzzle'ın parçalarıdır. 20 yıllık taşkının gelip boşaldığı Gri Divan ise bu parçaların kurduğu yeni resim olur. Nitekim Batur kendisi de, Grı Dıvaıiı bugüne dek yazdığı en iyi kitap saymıştır. Burada gönderme, Batı'da Goethe'yi de büyüleyen, Doğu'nun lirik canzomere'si olarak tanımlanabilecek eski divan şiirine'dir: Enis Batur kendi £e«'inin yolculuğu ile kendisinin o ben'c yaptığı yolculukları, kendi hayatına ve öteki hayatlara varmaları ve ay rılmalarla örülcn bir öyküleme ile üst üste yazar ve okur burada. Grı Divan'ın imge ve figürleri sürekli çakışırlar; yerzaman, geçmişşimdigelecek arasında bir heyelan yaşarlar; birbirlerine karışır, akarlar (rüyalarda kişi ve yüzlerin karışması gibi. Gri Divan sürekli yer değiştirerek parçalanan ayrışan ve paramparçalığında çoğalan bir ben i öyküleyen bir poemeroman'dır. Burada, 'itirafı, etimolojik yükü ile iman ile söylenmiş sözü" olası kılan kişi b u binbir kimlik ben' d i r. Kim'e yönelir şairin itirafı? İtiraf'ın öznesi ile otobiyografi mi kuruyor, yoksa bir otoportre mi? 19701980 arasında Batur sessel imgeyi, Saussure'ün deyişiyle gösterge ya da "image acustique"i evokatıfve etoreferenziel bir işlev içinde öne çıkarır. S A Y F A 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle