16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Son Araştırmalardan CBT 1462/27 Mart 2015 Güney Afrikalı doktorlar ilk kez başarılı bir penis naklini gerçekleştirdi. Sağlık durumu iyi olan hastanın yeni organı da tamamen işlevselmiş. Herkese bir zamanlar sahip olduğu kadar iyi bir organ verebileceğimizi kanıtladık diyor Stellenbosch Üniversitesi cerrahı Frank Graewe. Üç yıl önce kötü bir sünnet operasyonu geçiren hastanın cinsel organı enfeksiyon yüzünden alınmıştı. Tyberberg hastanesin Bu ameliyat ilk kez yapıldı sağlık merkezi kapanırken, insanlar diğerlerinden de hastalık bulaşır korkusuyla uzak durmuşlar. Hesaplamalara göre Ebola salgının başlamasından 18 ay sonra 1,1 milyon çocuğa aşı yapılmamış. Olası bir kızamık salgınında 227.000 kişi hastalanabilir, 200016.000 kişi de yaşamını yitirebilir diyor uzmanlar. Aşılama oranındaki düşüş nedeniyle, aşıyla önlenebilir diğer hastalıkların da yayılabileceğinden endişe ediliyor. Mesela çocuk felci, boğmaca veya tetanos gibi. Ayrıca sağlık sistemlerinin çökmesi, HIV veya tüberküloz hastalarının bakımını, sıtmanın yayılmasını engelleyen önlemlerin alınmasını da zorlaştırmış. Ebola salgının yaşandığı bölgelerdeki sağlık sistemlerinin yenilenmesi biraz zaman alacak. de gerçekleştirilen dokuz saatlik ameliyatla hastaya bir kadavranın organı aktarılmış. Bu ameliyat, insani sıkıntıları gidermede, teknik knowhow ve tıp araştırmalarının ortak rolünü gösteren önemli bir örnek diyor araştırmacılar. Doktorların planında buna benzer dokuz ameliyat daha var. Güney Afrika’da penis nakli ihtiyacı çok fazla. Bunun nedeni bölgede yaygın olan örneğin geleneksel sünnet gibi kabul törenleri. Bu operasyonlar sırasında sık sık enfeksiyonlar ortaya çıkıyor ve bunlar çoğunlukla organ kaybına kadar ilerleyebiliyor. Bir rapora göre 2008 – 2013 yılları arasında törenlerde ortaya çıkan komplikasyonlar nedeniyle 486 erkek çocuk ve genç erkek yaşamını yitirmiş. Güney Afrika’da Chris Barnard 1967 yılında Cape Town’da ilk kalp naklini gerçekleştirmişti. Bir koleksiyoncu dünyanın en eski yengeç larvasını buldu Plankton ağlarında canlı yengeç larvaları sürüler halinde bulunuyor. Fakat fosil larva çok enderdir. Bir koleksiyoncu Almanya’nın Solnhofen kentinde kısa bir süre önce bir yengeç fosili buldu. Dünyanın en eski yengeç fosili olarak açıklanan buluntu 150 milyon yıllık ve şimdiye dek en iyi korunageleni. Münih LudwigMaxmilians Üniversitesi’nden Joachim ve Carolin Haug ve Los Angeles Doğa Tarihi Müzesi’nden Joel Martin, fosili Na ture Communications dergisinde tanıttılar. Fosil ilginç bir şekilde çok modern bir morfoloji yansıtıyor ve günümüzdeki yengeç larvalarından hemen hemen hiç farklı değil. Gerçek yengeçlerin (Brachyura) ilk temsilcileri 180 milyon yıl önce Jura devrinde ortaya çıkmıştı. Uzmanlaşmış farklı türlere ayrılmalarıysa 100 milyon yıl önce Tebeşir devrinde gerçekleşmişti. Grup, morfolojik ve ekolojik açıdan hızlı bir şekilde gelişmişti. Bununla birlikte yengeçlerin daha önceki evrimiyle ilgili pek bir şey bilinmiyor. Gerçek yengeçler gelişimleri sırasında iki uzmanlaşmış larva biçiminden geçmiş: Planktonik Zoea aşamaları veya Megapola. Megapola bir geçiş biçimini ve yerde yaşayan daha eski yengeçleri oluşturur. Her gelişim evresi kendi ekolojik nişine sahip ki bu da yengeçlerin çok başarılı ve çok zengin türlü bir hayvan grubu olmalarını sağlamış. Yeni bulunan örnek, dünyanın bilinen tek Megapola fosili. Kuyruk bölümleri, bacaklar, gözler ve zırh günümüzdeki türlere çok benziyor. Bu da larvanın günümüzdeki Megalopae’le gibi aynı ekolojik nişlerde yaşamış olduğunu gösteriyor. Ebola’dan sonra şimdi de kızamık tehlikesi Klasik müzik bilgili ve yetenekli olmayı tetikliyor. Anne babalar klasik müziği bebeklerine dinletiyorlar. Mozart’ın gerçekten de insanı akıllı kılıp kılmadığı uzun bir süredir tartışılıyordu. Finlandiya’da gerçekleştirilen bir araştırma, bu konuya yeni bir açıklık getirdi. Helsinki Üniversitesi tıp genetiği uzmanı Irma Jarvela ve ekibi, klasik müziğin beyin üzerindeki etkisini inceledi. Peerj dergisinde yayımlanan sonuçlar ilk kez, müzik Klasik müzik gerçekten de zekâyı güçlendiriyor dinlemenin belli başlı gen ekspresyonlarını yükseltirken, diğerlerini düşürdüğünü gösterdi. Bu durum, öğrenme ve hatırlama gibi bilişsel yetilerin güçlenmesini sağlıyor. Çok sayıda bebek daha ana karnındayken klasik müzik dinlemeye başlıyor. Bunun nedeni anne ve babanın müzik düşkünlüğü değil, amaç bebeğin gri hücrelerini güçlendirmek. Mozart etkisi 1993’den beri tartışılıyor. Kaliforniya Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bir araştırma, klasik müzik sayesinde IQ seviyesinin artırılabileceği şeklinde sonuçlanmıştı. Ancak bu bağlantı daha sonraki çalışmalarla kanıtlanamadı. Ve her ne kadar müziğin zekâyı tetikleyici etkisi çok büyük ilgi çekse de, biyolojik faktörleri hemen hemen incelenmemişti. Gerçi müzik dinlemenin beyin yapılarını ve işlevlerini etkilediği kanıtlandı ama ilgili moleküler mekanizmalar uzun bir süre karanlıkta kalmıştı. Tıp genetiği alanındaki yeni gelişmeler sayesinde artık bu boşluk doldurulabilecek. Helsinki’de gerçekleştirilen son araştırmayla Mozartetkisi yeniden doğuşunu yaşıyor. Katılımcılara 20 dakika boyunca Mozart’ın üç numaralı GDur viyolonsel konserini dinledi. Elde edilen veriler, müzik dinleminin, dopamin (mutluluk hormonu) salgısı ve aktarımıyla ilgili olan genlerin etkisini yükselttiğini gösteriyor. Bu genler sinaps aktarımı olduğu kadar öğrenme ve bellek yetileri üzerinde de etkili. Müzik dinleme sırasında etkinliği en fazla artan genlerden biri ?sinükleindir. Bu gen, kuşlarda da melodilerin daha kolay öğ DNA’mızdaki yabancı genler Genlerimizden bazılarının bakterilere, virüslere hatta mantarlara uzandığı ortaya çıktı. Bu “yabancı” kalıt, DNA’mıza yatay gen transferiyle ulaşmış, ki bu sürecin evrimimiz için çok da önemli olmadığı sanılıyordu. İngiliz bilim insanları şimdi bu tahmini çürüttü. Genome Biology dergisinde, bu kalıtın gerçekte çok daha fazla olabileceğinden söz edilmekte. Bakteriler kalıtım malzemelerini kendi aralarında değiş tokuş ettikleri gibi diğer türlere de aktarır. Bu sayede mesela antibiyotik dirençliği bir popülasyonda çok hızlı yayılır. Bilim insanları evrim için önemli olan bu süreci yatay gen transferi olarak tanımlar. Ve transfer sayesinde yalnızca bakteriler değil mesela ipliksi kurtların da yeni “taktikler” öğrendileri bilinir. Bazı ipliksi kurtlar da gelişimleri sırasında bakteri genleri aldı. Ve bazı böcekler ise aynı yoldan, kahve meyvesini sindirmeye yarayan enzimin genetik planlarına kavuştu. Daha gelişkin hayvanlar ve insan için bu yatay gen transferi evrim tarihinde pek önemli bir yer tutmuyordu. Kabul gören kanıya göre bu karmaşık organizmalar, genleri atalarından aldıkları için onların kalıtımlarıyla biçimleniyordu. Ancak “genetik yatay geçiş” gelişkin canlılarda tamamen yok sayılmaz. Çünkü uzun zamandır, kalıtımımızın kotlamayan kesimlerinde bol miktarda viral DNA sekanslarına ait kalıntıların bulunduğu bilinmektedir. Bilim insanlarının 12 sirkesineği türü ve 4 ipliksi kurt türü ile yaptıkları incelemeler sonucunda elde edilen verilerin, aralarında insanın da bulunduğu on primat türüyle karşılaştırılması sonucunda ortaya şu bilgiler çıkmış: İnsanoğlu en az 128 genine, yatay gen transferiyle kavuşmuş. 17 diğer gen ise daha önceki araştırmalarda bu şekilde elde edilen gen malzemesinin adayları olarak kabul edilmişti. Cambridge Üniversitesi’nden Alastair Crips ve ekibi, aday tahmininin doğru olduğunu kanıtladı. Tespit edilen genler her şeyden önce yağ ve protein metabolizmasında ve bağışıklık yanıtında önemli bir rol oynuyorlar. Hatta kanın, AB0 sistemine göre gruplara sınıflandırılmasına izin veren gen bile bu gruba ait. Bu genlerin “bağışçıları” son araştırmaya göre bakteriler ve diğer tek hücrelilerdi. Primatlarda virüslerden geçen en az elli genin bulunduğu, hatta mantarlardan insana da yatay gen transferinin yaşandığı da bir gerçek. Elde edilen sonuçların yeni araştırmalar üzerinde de etkili olması bekleniyor. Şöyle, bir hayvan kalıtımının sekanslanması sırasında, bakteri kalıtımları örneğin kirlendiğine işaret ettikleri için ayıklanıyordu. Fakat artık bakteri genlerinin de yatay gen transferiyle hayvana geçtiği kanıtlandığı için bu sekansların da dikkate alınmaları gerekecek. Ebola salgınının yaşandığı Batı Afrika ülkelerinde diğer enfeksiyon hastalıklarının yayılma tehlikesi var. Çünkü ebola salgını sırasında kızamık aşısı gibi birçok aşı programı sürdürülmemiş, diyor Princeton Üniversitesi’nde Saki Takahashi. Kızamık çok bulaşıcı ve bebekler ancak 9 aylık olduklarında aşılanabiliyor. Batı Afrika’da Aralık 2013’teki ebola salgınına kadar, bölgedeki ülkelerde kızamığa karşı başarılı bir mücadele verilmiş, gelecek için de kapsamlı aşı kampanyaları planlanmıştı. Ebola salgını bu planları altüst etmiş. Birçok
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle