24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kısa Haber CBT 1496 /20 Kasım 2015 9 TEKNOLOJİ POLİTİK Baha Kuban baha.kuban@gmail.com Çığlıklar neden sinir bozucu ve ürkütücüdür? Atalarımızın yaşamda kalma şansını arttıran bir ses varsa eğer, o da çığlık olsa gerek. Bebekler karınları acıktığında feryadı koparır; ilkel topluluklarda açlıktan gözü dönmüş bir aslanın çok yakınlarında olması durumunda insanlar kan dondurucu çığlıklarla alarma geçerler. Yoksulluğun İklimi Öyle görünüyor ki düşene bir de küresel ısınma vuracak! İklim değişikliğinin olumsuz etkilerine en çok maruz kalacak bölge ve ülkelerin, küresel ısınmaya en az neden olanlar olacağını biliyoruz... Kanada’nın McGill Üniversitesi’nden bir grup araştırmacı, İklim Demografisi Hassasiyet Endeksi (Climate Demography Vulnerability Index CDVI) olarak adlandırılan ve dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insan nüfusunun kuraklık, sıcaklık artışları, ani ve yıkıcı hava olayları, tarımsal üretim düşüşleri, salgın hastalık dalgaları vb. gibi küresel ısınmanın uzun vadeli etkilerine karşı hassasiyetlerini sınıflandıran bir çalışma yapmışlar. Bu sınıflandırmanın ortaya çıkardığı dünya haritası, daha iyi bildiğimiz seragazı salımları haritasının adeta negatifi, çok net bir kuzeygüney tablosu! İklim değişikliği en çok küresel “Güney»i; Latin Amerika’nın merkezini ve güneyini, Afrika kıtasının doğusunu ve güneyini, Orta Doğu’yu ve Hint altkıtasını etkiliyor. Tarihsel olarak iklim değişikliğinin bir numaralı sorumlusu olan ve söz konusu olumsuz etkilerle çok daha kolay başa çıkabilecek olan küresel “Kuzey» ise çok daha az etkileniyor. Dünyanın gelişmekte olan ülkelerinde on yıllardır neoliberal “yapısal uyum” programlarını dayatarak geleneksel tarım sektörlerini darmadağın eden politikaları uygulatan Dünya Bankası ve IMF’nin son raporu, “Şok Dalgaları” adını taşıyor. Rapor, «yapısal uyum programlarıyla» yere serilmiş, daha da yoksullaştırılmış dünya nüfusunun bunlar yetmezmiş gibi küresel ısınmanın ortaya çıkardığı olumsuzluklardan da nasıl daha fazla etkileneceğini, nasıl daha da yoksullaş(tırıl)acağını ortaya koyuyor. Şaşırtıcı mı? İlginç ayrıntılardan biri raporun özetinin başlığı: “İklim Değişikliğinin Yoksullukla Mücadeye Olumsuz Etkisi». Yani yoksul insanlığa değil de Dünya Bankası’nın kendisine görev edindiği şekilde «yoksullukla mücadeleye»! Herneyse, bu Freudyen dil sürçmesine fazla takılmayıp Raporun sonuçlarına bakalım. Raporda ortaya konulan temel sonuçlar zaten bilinmiyor değildi. Öte yandan, Rapor için yapılan çalışmada gayet ayrıntılı, neredeyse hane gelirleri seviyesinde sonuçlar da belirtiliyor. Günlük 1.90$ ve daha düşük gelire sahip nüfus, Dünya Bankası tarafında “aşırı yoksul” olarak niteleniyor. Hepi topu 15 yıl içinde bu nüfusa 100 milyon kişinin ekleneceğini ortaya koyuyor Rapor. En çok etkilenecek bölgelerin başında Sahraaltı Afrikası’nın gelmesi, bölgeden dışarıya, bir kısmı Avrupa’ya büyük bir göç dalgası olasılığını düşündürüyor. Artan sıcaklıkların azalan yağışların, kuraklığın vurduğu tarım üretimi, düşen gelirler ve zaten hassas olan gıda güvenliği sorununun başa çıkılamayacak boyutlara varması... Raporda söz konusu süre içinde temel gıda fiyatlarındaki artışlarının %15’leri bulabileceği belirtilmiş. 40 yıldır Dünya Bankası’nın piyasalaştırma politikaları ile uluslararası agrokimya devlerinin eline düşen kırsal nüfus, bu kez de iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin pençesine yakalanıyor. Tarımdaki yıkımdan kentlere yığılarak kaçmaya uğraşan yoksul kitleleri bu kez başka belalar bekliyor. Plansız programsız büyüyen megakentlerin varoşları, altyapısız, sağlığa uygun olmayan barınma koşulları, küresel ısınmayla sıklığı ve yıkıcı etkileri iyice artan sel ve taşkınlardan en kötü etkilenen kent bölgelerinde kurulan yerleşimler... İklim değişikliği ile mücadele, tarımda piyasalaşma ve kent hakkı mücadeleleriyle işte buralarda, böyle buluşuyor. G elgelelim, sesbilimi bağlamında çığlıkve beynin bu sesi nasıl ürettiği bilim insanlarının bugüne dek büyük ölçüde göz ardı ettikleri bir konu oldu. Current Biology dergisinin Temmuz sayısında yayımlanan bir araştırma çığlıkların ilgimizi kusursuz bir biçimde çeken kendilerine özgü eşşiz bir ses yapısına sahip olduklarını ortaya koydu. New York Üniversitesi’nde bir dilişleme laboratuvarına başkanlık eden sinirbilim uzmanı David Poeppel önderliğindeki araştırmacılar YouTube videoları, filmler ve gönüllülerin çığlıkları arasından yapılan bir derlemeyi yakından incelediklerinde çığlıkların işitsel izgede özel bir konuma sahip olduklarını gördüler. Çığlıkları insana özgü öteki seslendirme biçimlerinden farklı kılan unsurun özellikle de seslerin yüksekliğinde meydana gelen değişimin hızı olduğu görüldü. Normal bir konuşmada seslerin yüksekliğinde çok küçük değişimler meydana gelirkensaniyede topu topu dört ya da beş kez oranında bir değişim olurkençığlık atıldığında ses tellerinin arasında saniyede 30 ile 150 kez arasında değişen bir ses yükselmesine tanık olunur. Bu hızlı ve büyük çaplı değişim sesin yükselişi sırasında bilinçli bir biçimde algılanamayacak denli hızlı bir değişimdir; sonuçta, tam tersine, seste pü rüzlülük adı verilen ve insan beyninin korku ile bağdaştırdığı ürkütücü bir uyumsuzluk meydana gelir. Bu görüşten yola çıkan Poeppel ve arkadaşları sesteki pürüzlülük artışının beynin korku ve duygularla bağlantılı olan amigdala bölgesindeki etkinliği de körüklediğini gözler önüne sermek amacıyla işlevsel MRI taramalarından yararlandılar. Araştırmacılar çığlıklarda öteki sesleri bastırmalarına olanak tanıyan unsurun pürüzlülük olduğunu ortaya koydular. Söz gelimi, jet motorları ve benzer başka şeylerin de sesleri yüksektir. Gelgelelim, beş yaşındaki bir çocuğun ağlama sesi tüm bu gürültüler arasından sıyrılıp yine de ilgimizi çekmeyi başarır. Araştırmacılar çığlıkların kendilerine özgü izgesel nitelikleri sayesinde yanlış alarm olgusunu azalttıklarını ve bu niteliklerin çığlıkları yüksek ancak pürüzlü olmayan başka seslerden farklı kıldığını düşünüyorlar. Rastlantı sonucu mühendislerinbilerek ya da bilmeyerek pürüzlülükten onyıllardır yararlandıklarına tanık olunuyor: Poeppel’in araştırmasının da gözler önüne serdiği gibi, siren ve alarmların büyük bir çoğunluğunda da sesin şiddetinde meydana gelen dalgalanmaların tıpkı çığlıklarda olduğu gibi geniş ve karmaşık bir örüntü sergiledikleri görülüyor. Rita Urgan, Kaynak Scientific American Online/ 15 Ekim 2015 İSO Geleceğin Sanayicisi Ödülü Vivosens Biyosensör’e verildi İTÜ Çekirdek Big Bang 2015’in final etkinliğinde “İSO Geleceğin Sanayicisi Büyük Ödülü”nü, Vivosens Biyosensör projesi kazandı. Biyomühendis Miray Tayfun tarafından geliştirilen, tanı işlemini tamamen değiştirecek ve kolaylaştıracak bir biyosensör platformu olan proje, taşınabilir bir ölçüm cihazı ve hastalıklar için kitlerden oluşuyor. Bu yılki teması “Geleceği Kaçırma” olan ve 20 finalistin yarıştığı İTÜ Çekirdek Big Bang 2015’te, Vivosens Biyosensör 11 kurum tarafından dağıtılan ödüllerin toplamında da 260 bin TL ile en çok nakit para ödülünü kazanarak İTÜ Çekirdek Big Bang yarışmasının da birincisi oldu. İTÜ Çekirdek Big Bang ödül töreninde konuşan İSO Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Adnan Dalgakıran, “İSO olarak vasatlık ve kültürün dönüşümü üzerine iki sanayi kongresi gerçekleştirdik. Türkiye maalesef her alanda ortada yer alan bir ülke. Ülke olarak vasatlığı aşmak; içinde bulunduğumuz bu durumu yenmekle olacak.” Vivosens Biyosensör projesinin ekip kurucusu ve biyomühendis Miray Tayfun, “Tanı işlemini tamamen değiştirecek ve kolaylaştıracak bir biyosensör platformu olan projemiz, taşınabilir bir ölçüm cihazı ve hastalıklar için kitlerden oluşuyor. Çalışma, dünyanın neresinde olursanız olun tanı işlemini laboratuvardan bağımsız olarak gerçekleştirmemize olanak sağlayacak. Belki de Vivosens sayesinde 2020 yılında her sabah bir damla kan ile kendi kendimize küçük bir chekup yapabileceğiz” dedi. Tabloda, ODTÜ’de başlatılmış olan URAP (University Ranking by Academic Performance) çalışmalarında Türk üniversiteleri başarı puanlarını yansıtan veriler de yer alıyor [7]. Bu suretle, Nature Index WFC sayıları ile kıyaslandığında, URAP başarı sıralamasının ve benzer şekilde, değişik kurumlarca yapılmakta olan üniversite sıralamalarının ne ölçüde anlamsız kaldığı ortaya çıkıyor. Ayrıca, Türkiye’de halen 193 üniversite olduğunu ve Prof. Celal Şengör’ün bu konuda CBT’de yayımlanmış olan “Dibe vuran üniversiteleri ne kurtarır?” başlıklı yazısını [8] hatırlatmakla yetinelim.Sözün özü olarak, her şeyi açıkça ortaya koyan sayısal verilerin ötesinde iki hususu vurgulamak belki yararlı olur: (i) Gelişmiş ülkeler ve özellikle ABD, çığır açacak bilimsel bulgulara ulaşılması için muazzam bir itici güç oluşturmuştur. Prof. Aziz Sancar’ın bu güçten yararlanabilen [1] Bursalı, O., CBT 1491, 2015 [2] Ortaç, I. CBT, 1493, 2015 [3] Balcı, M. CBT, 1493, 2015 [4] Özer, A., CBT, 1494, 2015 [5] www.natureindex.com [6] Scientific American, Vol. 313, No 4, Ekim, 2015 [7] http: tr.urapcenter. org/2015 [8] Şengör, C., CBT, 1479, 2015 çok seçkin ve rekabetçi bir araştırıcı kütlesi arasından sıyrılıp Nobel’e ulaşması çok muhteşem bir başarıdır. (ii) Türkiye adresli bir Nobel bilim ödülüne gelince, bu hususu bilim ve akademik hayatımızı yönlendiren camianın daha ilgili ve yatkın olduğunu düşündüğümüz futbol jargonu ile açıklamak faydalı olur: Bunun için üniversitelerimizin birinci ligde oynamaları gerekir; o zaman belki lider takım şampiyonlar ligine katılır ve büyük ödüle ulaşma şansı yakalar. Oysa üniversitelerimizin en önde gelenleri bile şu anda, eski tabiri ile mahalli ligde oynuyorlar. Birinci lige geçmeleri sadece hayal edilebilir. (*) Nature Index ile aynı notasyonlar kullanıldı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle