24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Son Araştırmalardan larıyla on binlerce deney yaparak, nöronların mikro devrelerde ne şekilde düzenlendiklerini ve sinapslarla ne şekilde bağlandıklarını açıklayan temel kuralları saptamışlar. Rekonstrüksiyon tamamlandıktan sonra ise beyin hücrelerinin farklı koşullardaki davranışları bilgisayarda canlandırılmış (simüle edilmiş). Bu şekilde örneğin tek bir faktörünü uyum sağlamasının, sinapslardaki kalsiyumiyon akımına ne şekilde etkidiği gibi ilk sonuçlar ortaya çıkmış. Simülasyondaki kalsiyum seviyesinin düşürülmesi durumunda, tıpkı uyanık hayvanlarda ortaya çıkan eşzamanlı olmayan etkinliklere yol açmış. Tam tersi durumda ise uyku durumunda gözlemlenen senkronize nöronsal etkinlik görülmüş. Bu etkinlikler tek bir beyin hücresiyle görülemiyor. Araştırmayı yöneten Henry Markram, rekonstrüksiyonun biyolojik dokunun mükemmel bir dijital kopyası olmadığını, bunun için yapısal hücrelerin, kan damarlarının veya uyum stratejileri gibi önemli özeliklerin eksik olduğunu söyledi. larak suya düşerek ölmüş. O tarihte bölgede tropikal veya subtropikal bir iklim hüküm sürüyordu. İlginç fosil 2000 yılında Frankfurt’taki ünlü Messel Çukurluğu’nda bulunmuştu. Fosil birçok açıdan günümüzdeki atlardan farklı olsa da plasenta ve rahim tüm bu farklılıklara rağmen anatomik olarak günümüzdeki atlara çok benziyor. CBT 1492/23 Ekim 2015 Amerikalı bilim insanları Afrika’da yaklaşık 4500 yıl önce yaşamış bir erkeğin kalıtımını çözdü. Afrika’daki insan kalıtımlarında DNA sekanslamak çok zordur. Çünkü sıcak iklim DNA’yı bozuyor. Bin yıllar öncesine ait DNA kalıntıları bugüne kadar hep Kuzey ve Arktik bölgelerdeki buluntulardan elde edilebilmişti. Son incelenen Afrikalı, 3000 yıl kadar önce Önasya’dan Afrika Boynuzu’na kadar devam eden “tersine göç dalgasından” önce yaşamış. Adamın serin ve kuru bir mağaraya gömülmesi, DNA’nın bozulmasını önlemiş. 4500 önceki kalıtımın günümüz insanların kalıtımıyla karşılaştırılması sonucunda, bu göç hareketlerinin tahmin edilenden çok daha kapsamlı olduğu ve tüm Afrika kıtasındaki halkların “genetik kombinasyonu” üzerinde etkili olduğu ortaya çıkmış. Sonuçlar, günümüzde Doğu Afrika’da yaşayan insanların yüzde yirmi beşinin Önasya’dan gelen göç dalgasına uzandığını gösteriyor. Bu oran Afrika’nın diğer bölgelerinde en az yüzde beş civarında. Bilim insanları bu verilerden yola çıkarak, o tarihlerdeki tersine göçün sanılandan çok daha kapsamlı olduğu ve o zamanlar bu bölgede yaşayan insanların dörtte birini oluşturduğu sonucuna vardı. O tarihlerde tersine göçün neyin sebep olduğu henüz bilinmiyor. 45000 yıllık DNA çözüldü! Domuzdan insana organ naklinde önemli bir adım Harvard Üniversitesi bilim insanları, do 48 milyon yıl önceki yetişkin atların omuz yüksekliği ancak otuz santim, ağırlıkları ise beş ila altı buçuk kilo arasında değişiyordu. Kafatasları ve ayak biçimleri de günümüzdeki akrabalarından farklıydı. Fakat Plos One dergisinde yayımlanan son bir araştırma sonucu üreme sistemlerinin günümüzdeki hayvanlarınkine çok benzediğini gösteriyor. Bilim insanları Eosen devirde Almanya’nın Hessen bölgesinde yaşamış olan Eurohippus messelensis türüne dahil ilkel bir at fosilini incelemişler. Tahminlere göre gebe olan kısrak su içerken bir timsah tarafından suya çekilerek, ya da volkanik dumanlarla boğu İlkel at fosilindeki sürpriz özellik muzdan elde edilen organları gelecekte insana nakledilebilecek hale getirmeye çalışıyor. Bu amaçta CRISPR tekniğinden yararlanılıyor. Bu yöntemde hayvan hücresinin DNA’sı değiştirilerek, insana daha uyumlu hale getirilmeye çalışılıyor. Science dergisinde yayımlanan araştırma, domuz DNA’sında bulunan virüslere bağlı (yabancı organı) reddetme ve enfeksiyon gibi sorunları ele alıyor. Yöntem başarılı olduğu taktirde bağışçı organ yetersizliğine bir çözüm bulunmuş olacak. Ancak hastalara uygun organ verebilecek genetik değişimden geçirilen domuzların yetiştirilmesi uzun yıllar devam edecek araştırmalar gerektirecek. hini, doğum ağırlığını ve yetişkinlikteki boy uzunluğunu incelemiş. Bu veriler daha sonra kişilerin doğumlarından önceki dokuz ayda ve doğumlarından sonraki üç aydaki hava raporlarıyla karşılaştırılmış. Bu şekilde yetişkinlikteki beden boyu ve güneş ışığı arasında bir bağlantı ortaya çıkmış ve bu ilişki rastlantısal da değil, hamileliğin üçte ikisinde alınan güneş ışığıyla alakalı diyor uzmanlar. Bu on iki hafta içinde havalar düzenli olarak güneşli geçince hamile kadının bedeninde daha fazla D vitamini üretiliyor. Bu da ceninin kemik gelişimine iyi geliyor ki kemik gelişimi özellikle de hamileliğin bu evresinde iyice ilerlemeye başlıyor. Güneş ışığı gerçi doğumdan önceki üç ay içinde örneğin doğumdaki beden boyu, ağırlık ve ilk regl üzerinde etkili oluyor ama en büyük etki hamileliğin ortasındaki evrede yaşanıyor. Doğumdan sonraki ilk üç ayda alınan güneş ışığının ise hiçbir etkisi yok. Bilim insanları bu yüzden doğumdan önce meydana gelen bir “programlanmanın” bulunması gerektiğini düşünüyorlar. Araştırma sonuçlarına göre Haziranda doğan bir insan Aralıkta doğan kişiye göre ortalama olarak 31 mm daha uzun oluyor. “Blue Brain Project” ilk kez bir beyin simülasyonunu yayımladı. Bilim insanları 30.000 beyin hücreli ve 40 milyon bağlantılı, minik bir küp büyüklüğündeki beyin kabuğu parçasını süper bilgisayarda taklit ettiler. Sonuçlar, çeşitli be yin de neylerinde gözlemlenen nöronların davranışlarıyla örtüşüyor. Araştırma, beyin dokusunun dijital olarak rekonstrüksiyonunun ve simülasyonunun mümkün olduğunu göstermesi açısından önem taşıyor. “Blue Brain Project” bir milyar Avroluk Avrupa projesi “Human Brain Project” çalışmasının bir parçası. Araştırmacılar simülasyon için yavru farelerin nöronları ve sinaps Bilgisayarda beyin simülasyonu gerçekleştirildi Doğum ayının yaşam üzerinde sanılandan çok daha etkili olduğu anlaşıldı. Cambridge Üniversitesi’nde John Perry ile çalışan ekip, “UK Biobank Study” araştırmasına katılan 450.000 kadın ve erkeğin doğum tari Yaz çocukları daha uzun boylu Bedenimizdeki bazı özellikler, kesin kimlik tespitinde kullanılabilecek kadar kişiseldir. Örneğin, DNA ve parmak izi. Amerikalı bilim insanları şimdi yeni bir görüntüleme tekniğiyle yeni bir özellik keşfettiler: eynimizdeki bağlantılar. Bu sinirsel bağlantılar, işlevleri hakkında daha ayrıntılı bilgiler edinebilmek için “Human Connectome Project” çer Düşünce motifleri parmak izi kadar özel Homo naledi alet de kullanılabiliyormuş... Bir ay kadar önce dünya kamuoyuna tanıtılan Homo naledi’nin alet kullanabildiği de anlaşıldı. Güney Afrika’da, Johannesburg’un kuzeybatısındaki Rising Star mağarasında bulunan 150 el kemiği incelenmiş. Bunların arasında tüme yakın bir el fosili de yer alıyordu. Araştırmayı yöneten Tracy Kivell, Homo naledi eliyle güçlü bir şekilde kavrayabiliyor ve taş aletler kullanabiliyordu diyor Nature Communications dergisinde. Homo naledi’nin parmak kemikleri ilkel insan Lucy gibi diğer birçok daha eski insan fosillerindekilere kıyasla daha kıvrımlı ki bu da Homo naledi’nin ellerini ağaca tırmanmak için de kulanmış olduğunu açkılıyor. Mağarada bulunan yaklaşık 1500 kemiğin bulunuşu bilimsel bir sansasyon yaratmıştı. Homo naledi araştırma sonuçlarına göre portakal büyüklüğünde minik bir beyinli, tıknaz yapılı bir beden yapısıyla tanımlanmıştı. Boyu bir buçuk metre olduğu sanılan bu ilkel insan aşağı yukarı 45 kilo geliyordu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle